SONBAHAR GAZELİNİN FERYÂDI

Ahmet ARSLAN

Her şey birbiri içinde seyrederken dakikalar, saatleri; günler, ayları; aylar, mevsimleri… derken devran döner, sonbahar çıkagelir bir hüzünlü beste eşliğinde.

Kış yaklaştıkça; sevdalıların ümitleri fışkırır, sarıya bürünen dünya üzerinde, acıyla karılır sîmâlardaki tebessümler.

Saatler kurulur, güneşi batmayacak günlere…

Unutulacak sanılan şiirler yüreklerde düğümlenir.

Gül tohumunu sırtlanan ulaklar yollarda, sarıyla arkadaştır…

İnsanda ve toprakta değişimleri devşirir durur mevsimler, tortular bırakarak birbiri üzerine yığılır. Kimi yeşiller için ayrılık vaktidir, açan güllerin solma zamanıdır. Ayva sarı, nar kırmızıdır bahçelerde. Dalları, titrek bir sancı kuşatmıştır. Sarı yapraklar birikir küf kokan kuytularda. Üzerinde yürürken insanı ürperten yaprak birikintileriyle birlikte yeşilin saltanatı da sona ermiştir.

Aylarca ağaca besin üreten yaprak, ısı ve ışığın başkalaşmasıyla yeşilden vazgeçmektedir artık. Hâkim renk kenara çekilince, köşede kalmış sarı renkler gözle fark edilmeye başlar. Kimyevî değişimler kırmızıdan vişneye, mora yeni renk zincirleri kurar. Kavak, yeşilden sonra illâ da sarı isteyecektir. Meşe kahverengimsilere, kayın ise altın bronzlara doğru kayacaktır.

Renk değişimi, ağaçtan ağaca farklılık gösterir. Güneşle yüz yüze yapraklar kırmızıya çalarken, gölgeli tarafta kalanlar her an sarıya dönebilir. Aynı ağaç her sonbahar başka renk tonlarıyla gönül eğleyebilir.

Yeşili unutturmaya aday en can alıcı renkler, kurak-sıcak yazları sonrasında, yaprak düşmesini engelleyen erkenci güz yağmurlarının ardından doğar. Sonbaharın o hazan yemiş bahçelerinde artık sarının, grinin hükmü sürmektedir. Kadîm ve harabe bir yapının görüntüsüne eşlik eden bir kaval sesi gibi yürekleri yakan ağıtlar düşer dillere. Baharın şan ve şöhretinden eser kalmadığı görülür. Ağaçların yaprakları itibar kaybına uğramaktadır.

Eğilip kulak verdiğimde; feleğin şöyle dediğini duyarım tâ derinlerden!

Ne kâbuslu günlerimiz olmuştu şimdiye kadar, yakmıştı har!

İkliminde ne hayat kalmıştı ne de kızarmayan renkteki ar!

Hele bir mevsim daha sabret, boyun eğ, sana bu yük gelse de ar.

Tüllenecek elbet her yer, yeşillenecek gelince er-geç bahar…

Pek tabiî elbette doğacak gün. Bir zamanlar etrafına neşe saçan ağaçlar, dipsiz bir sessizliğe gömülür. Rüzgârın bestelediği ışıltı, yerini derin bir sükûta terk eder. Hazan yemiş bahçelerde yaprak dökümü mukadder sona şahittir.

Her yaprak mîâdını doldurmuş takvim yaprakları gibi savrulur gider. Ve dökülüp giden yaprakların ardından duaya duran dalların mahzun hâlleri belirir. Çaresiz kalplere, ebede dönüşün ince sızısı değer…

Renk ve ışık yağar dört bir yanımıza,

Ruhlarda heyecan dolar kanımıza,

Göç hazırlığındadır sararıp solan,

Uhrevî mânâ verilir canımıza!

Irmaklar sessizlikten yapılma ince bir tülün altından akar gibidir. Çınar yaprağından kopyalanmış derin bir rengi yüzdüren suların tam orta yerinde, bir tutam ıslak hüzün koşar sarı yapraklarla…

Sonbahar, fânî olanlara bağlanmanın aldatıcılığını fısıldar ruhlara; dünyanın bir sonu olduğunu ve ebedî gençliğin burada mümkün olmadığını anlatır.

Dallar, yaprakların dünyasıdır. Yaz güneşine aldanan yapraklar yerlerde sürüklenirken rüzgâra sitemler yağdırır. Rüzgârdan şikâyetçi olan bu yapraklar ölürken dünyadan şikâyetçi olan ve onu vefasız olmakla itham eden insanların tercümanı gibidir…

Herkes dünyayı ele geçirme hevesinde;

Güçlüler güçsüzlere kuvvet gösterisinde!

Dertsizlerse gününü gün etme havasında

Mazlum başlar hüzünlü, kara bahtın yasında…

Ve nihayet yapraklar kızarır, söner, buruşur, dala değdiği can kurur. Ve bir gün bir rüzgâr sert ya da yumuşacık bir öpüşle son yaprağa dokunur. Yaprak düşer.

Her şey biter!

Çilesiz zamanı yaşamadan, istikbal endişesini taşımadan, gül yangınlarına yürekler ayarlandı. Kursaklara ışıklar damlatıldı. Yeşerecek umutlara ömürler adandı…

Hoşça kalın!