MÜCEVHER KUTUSU (2)

Dursun GÜRLEK

dursun.gurlek@mynet.com

Hazineler de maddî ve mânevî olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanın dünyasını mamur eden altının, gümüşün, paranın, pulun saltanatı sona erer. Mutluluk kaynağı kabul edilen servetin yerinde -gün gelir- yeller esmeye başlar. Hâlbuki mâneviyat hazinesi için; tükenmek, bitmek, sona ermek söz konusu değildir. Böyle bir hazinenin malzemesini ise, ilhamını Kur’ân-ı Kerim’den, hadislerden alan kelâm-ı kibarlar, vecîzeler, anekdotlar, şiirler teşkil ediyor. Eslâfın kitapları böyle altın sözlerle dolup taşıyor.

İşte onlardan bazılarını içinde bulunduran mücevher kutusunu açıyorum, sizleri o sözlerle baş başa bırakıyorum…

DÜNYANIN ZEVKİ VE GAMI

İskender’e:

“–Dünyanın zevki ve gamı neden ibarettir?’ diye sordukları zaman şu cevabı vermiş:

“–Dünyanın zevki ve neşesi kısmetine râzı olup kanaat etmek, gamı ve kederi ise hırs ve tamahkârlıktır.”

ONULMAZ YARA

Arap’ın birine:

“–Dünyada kapanmayan yara nedir?” diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş:

“–Önce iyi durumdayken, daha sonra zaruret ve sefalet içine düşen cömert ve iyiliksever kimselerin kötü ve alçak kimselere ihtiyaçlarını arz etmek durumunda kalmalarıdır.”

GÜZEL GÖZLER
A‘meş Hazretlerinin gözleri az görmeye başlamıştı. O da bunun sebebini soranlara şu cevabı vermişti:

“Ağırlık yapan, sıkıntı veren kimselere bakmak zorunda kaldığım için bu derde müptelâ oldum.”

Evet, insanın gözlerini sadece kerih manzaralar değil, böyle çirkin suratlar da rahatsız ediyor.

Gözlerinizi cilâlandırmak istiyorsanız, her anlamıyla güzellere bakmanız gerekiyor.

Hüsn olur ki gördüğünde ihtiyâr elden gider.

DÜŞMANDAN NASIL İNTİKAM ALINIR?

Eflâtun’a:

“–Düşmandan intikam almak için ne yapmak gerekir?” diye sordukları zaman şu ilgi çekici cevabı vermiş:

“–Düşmandan intikam almanın en iyi yolu, olgun insan olmak için çaba harcamaktır.”

AHMAK HERİF

Meşhur ahmaklardan Cuhâ, bir gün çarşıdan aldığı un çuvalını bir hamalın sırtına yükler. Hamal, kalabalığın arasına karışıp gözden kaybolur.

Cuhâ, bir süre sonra hamalı görürse de ücreti vermemek için gizlenir.

GERÇEK TEVEKKÜL

Evliyâ-yı kiramdan Bişr-i Hafî Hazretlerine «nereden yiyip-içtiği» sorulur. Hazret şu cevabı verir:

“Ben de sizin yediğiniz yerden yiyorum. Yalnız aramızdaki fark şudur: Yiyip gülen ile yiyip ağlayan hiçbir zaman eşit olamaz.”

İşte tevekkülün ârifâne tarifi!

DOKTORUN HATASINI TOPRAK ÖRTER

Ressamın biri, mesleğini değiştirerek doktorluk yapmaya başlar. Tanıdıklarından zarif bir zat der ki:

“İşte asıl sanatı şimdi elde ettin. Zira yaptığın tabloların eksiğini, kusurunu herkes görür, hâlbuki tıbbî hatalarını toprak örter. Böylece kimse onların farkında olmaz.”

BABASINI CEHENNEME GÖNDEREN MECÛSÎ

Bir Mecûsî borçlu ölür. Bir Müslüman der ki:

“–Evini satıp babanı borç yükünden kurtarman gerekir.” Mecûsî’nin oğlu:

“–Evimi satarsam babam cennete girer mi?” diye sorunca Müslüman:

“–Hayır!” cevabını verir. Me-cûsî’nin oğlu da şöyle konuşur:

“–Madem öyledir, boşuna evimi satmayıp kendim oturayım. Varsın babam isterse cehennemde ikamet etsin.”

AHMAĞIN DEVESİ

Aptalın biri devesini kaybeder:

“Kim benim kaybolan devemi bulup getirirse, ona iki deve bağışlayacağım.” diye her tarafa ilân eder. Bu garip ilân karşısında şaşıran ve sebebini soran insanlara şu cevabı verir:

“Siz kaybolan bir şeyi bulmanın insanı ne kadar sevindirdiğini bilmiyor musunuz?”

İşte ahmak buna derler.

İLİM MECLİSİNDEKİ BUDALA

Aklı kıt eblehin biri İmâm Ebû Yûsuf Hazretlerinin ilim ve sohbet meclisine devamlı gidiyor, fakat hiç bir şey sormadan, tek kelime konuşmadan oturuyordu.

Bir gün Cenâb-ı İmam, zekâ derecesini denemek amacıyla:

“–Siz niçin ilmî bir mesele sormayıp devamlı sükût ediyorsunuz?” diye sorar. Eskilerin «gabî» dedikleri budala bu defa sessizliğini bozar, şöyle sorar:

“–Yâ İmam! Oruç tutan bir adamın ne zaman iftar etmesi gerekir?”

“–Güneş battıktan sonra…”

“–Peki, güneş gece yarısına kadar batmazsa o zaman durum ne olacak?..”

Bu son soru üzerine meclistekiler gülmekten kendilerini alamazlar!

HAZRET-İ ÖMER’İN TAVSİYESİ

İkinci Halîfe Ömeru’l-Fâruk Hazretleri bir zâtın:

“ –Yâ Rabbi! Beni insanlardan uzaklaştır!” diye dua ettiğini işitince kendisine şöyle der:

“–Bu sözden ölümü temenni etmek anlamı çıkar. «Yâ Rabbi! Beni insanların şerrinden koru!» diye dua et.”

HASTANIN CANI SIKILINCA

Bir hastayı ziyaret etmek amacıyla bazı komşuları yanına gider. Kendisini rahatsız edecek kadar fazla otururlar. Gidecekleri zaman:

“–Canınız ne istiyor?” diye sorarlar. Zavallı hasta şu cevabı verir:

“–Benim bir şeye ihtiyacım yok. Yalnız insan yüzü görmek istemiyorum.”

BEN DİYE BİRİ VAR MI?

Adamın biri, Mu‘tezile mezhebine mensup Amr Bin Ubeyd’e giderek kapısını çalar. Amr:

“–Kim o?” diye sorunca o zat da:

“–Benim!“ cevabını verir. Amr:

“–Dostlarımızın ve arkadaşlarımızın arasında «Ben» adında birini hatırlamıyorum!” der.

BİR GÜNDE ÜÇ MESELE

İmâm-ı Âzam Hazretleri fıkıh ilmini tahsil etmek için hocası Hammâd’ın ders halkasına dâhil olur. Hammad, talebesinin üstün zekâlı ve son derece kabiliyetli biri olduğunu görünce kendisine şöyle der:

“Hakikaten ilim ve kemal sahibi olmak istiyorsan, -fazla değil- her gün üç ilmî mesele öğrenmek için gayret göster.”

Üstadının gösterdiği yoldan yürüyen Cenâb-ı İmam, en kısa sürede hedefine varır ve asrının en büyük âlimi olur.

EVLÂT SEVGİSİ

Adamın birine çocuklarının içinde en fazla hangisini sevdiğini sorarlar. O zat da:

“Büyüyünceye kadar küçüğünü, iyileşinceye kadar hastasını, gelinceye kadar seferde olanını severim.” diyerek evlâdının hepsine birden beslediği samimî muhabbeti dile getirir.

DOSTUN DOSTA KAVUŞMASI

İbrahim -aleyhisselâm- ölüm döşeğinde dua eder ve bu sırada der ki:

“–Yâ Rabbi! Bir dost, diğer dostunun rûhunu kabzeder mi?” Allah tarafından da:

“–Dostuyla buluşmak istemeyen bir kimse gördün mü?“ diye vahiy gelir. Bu büyük müjde üzerine İbrahim -aleyhisselâm- derhâl:

“–Yâ Rabbi! İşte bu saatte canımı al!” der.

YÂKUB -ALEYHİSSELÂM-’IN SEVİNCİ

Kendisine Hazret-i Yûsuf tarafından gelen müjdeciye Yâkub -aleyhisselâm-:

“Yûsuf -aleyhisselâm-’ı hangi din üzere bıraktın?” diye sorar. Gelen zat, İslâm dini üzere bıraktığını söyleyince, Yakup -aleyhisselâm- Allah’a hamd eder, daha sonra da:

“İşte şimdi Cenâb-ı Hakk’ın bana ve Yâkuboğullarına ihsan buyurduğu lütuf ve ikram kemale erdi.” der.

KENDİ RESMİYLE KARŞILAŞINCA

Eflâtun’un zekâsını, ferâsetini, felsefî kudretini ve ilmini tecrübe etmek amacıyla birtakım insanların resimleri yapılarak kendisine gösterilirdi. Eflâtun da ilm-i sîmâdaki ihtisası sayesinde, bu resimleri takdim edenlerin her birine;

«Resmi böyle olan insanın huyu ve ahlâkı, zekâsı ve ahmaklığı, kötü yönleri ve dürüstlüğü, ilmi ve cehli, hareketleri ve tavırları şöyledir, böyledir..» der, sahibinin özelliklerini söylerdi. Hattâ bir gün kendi resmini kendisine takdim ettikleri zaman o da; «Bu resmin sahibinin ahlâkı, aklı ve ilmi şu derecededir.» diye bilgi verdikten sonra; «yalnız nefsanî isteklerine düşkündür.» deyince resmin sahibinin kendisi olduğu bildirilir. Eflâtun da itiraf ederek;

“Evet yaratılışımın gereği budur, fakat nefsimin bu isteklerini dizginlemek için gerekli gayreti gösteriyorum.” der.

GAFLET HÂLİ

Âmirî, bir zâtın:

“Yâ Rabbi, benden şu gaflet hali uzaklaşmadıkça canımı alma!” diye dua ettiğini işitince:

“O hâlde Cenâb-ı Hakk’ın seni asla öldürmemesi gerekir.” der.

GEYİK NASIL KAÇTI?

Meşhur Arap ahmaklarından; «Bâkıl» satın aldığı bir geyiği boynuna yüklemiş gidiyordu. Bu sırada adamın biri, geyiği kaç kuruşa aldığını sorar. Bâkıl gûyâ, değerini söylemek üzere; hem iki elini birden kaldırır, hem de dilini çıkararak on bir kuruşa aldığını haber verir. Bâkıl’in bu işareti üzerine geyik elinden kaçar. Bu durum adamcağızın ahmaklıkla şöhret kazanmasına sebep olur.

YAŞI KÜÇÜK AKLI BÜYÜK

«Yahya Bin Ekrem» Hazretleri Basra kadısı olarak görevlendirildiği zaman henüz yirmi bir yaşındaydı. Halk yaşını merak edince onların hangi maksatla bu soruyu sorduklarını derhâl anladı ve şu cevabı verdi:

“Rasûl-i Ekrem Efendimiz Mekke’yi fethettiği zaman Mekkelilere kadı olarak tayin ettikleri Attab bin Üseyd; akıllı ve anlayışlı bir kimse olduğu için yaşının küçük olmasına bakmayarak, Yemen’e kadı gönderdiği Muaz bin Cebel’den; keza Hazret-i Ömer’in Basra kadılığına tayin ettiği Ka‘b bin Süveyd’den daha büyüktür.” diyerek hepsini susturur.

HACCAC NASIL SUSTU?

Haccac bir gün elinde asâ (değnek) bulunan bir Arap’la karşılaşır. Bu asâyı niçin taşıdığını sorar. Arap değneğin faydalarını şöyle sıralar:

1. Namaz vakitlerini öğrenmek için dikerim.

2. Düşmanlarım için hazır bulundururum.

3. Hayvanlarımı bununla yola koyarım.

4. Seferde bana kuvvet verir.

5. Hızlı yol almak için ona dayanırım.

6. Elbisemi üzerine asarak, kendimi sıcaktan korurum.

7. Onunla kapıyı çalarım.

8. Üzerime saldıran köpekleri onunla savarım.

9. Çatışma esnasında süngü olarak kullanırım.

10. Düşmanlarımla karşılaşınca savunma için kullanırım.

11. Bununla koyunlarıma çobanlık yaparım.

Bu asâ babamdan miras kaldı. Ben de evlâtlarıma bırakacağım. İşte saydığım bu faydalarından başka diğer isteklerimin gerçekleşmesi için de yardımcı olur…

Haccac ister istemez susmak zorunda kalır.

KÖLESİNİ ARAYAN MUALLİM

Keskin zekâsıyla tanınan İyas bin Muâviye, bir gün yabancı bir adamın çarşıda gezdiğini görünce der ki:

“Bu zat; Vâsıt şehrinden gelip, firar eden zenci kölesini arayan bir mektep muallimidir.” Durum araştırılınca İyas’ın dediği doğru çıkar. Daha sonra kendisine bunu nasıl anladığını sordukları zaman İyas şunları söyler:

“Bu adamın yürürken etrafa dikkatli dikkatli baktığını gördüm. Böylece yabancı olduğunu anladım. Elbisesinde bulunan kırmızı topraktan da Vâsıtlı olduğuna kanaat getirdim. Sürekli çocuklarla ilgilenip büyüklere bakmayışından da muallim (öğretmen) olduğu sonucuna vardım. Bir zenci köleye rastlayınca kendisine yaklaşarak dikkatli gözlerle incelediğine şahit oldum. Bundan anladım ki firar hâlindeki kölesini arıyor.”

DÜNYA LEZZETİ

Arap’ın birine:

“–Dünyanın en lezzetli şeyi nedir?” diye sordukları zaman, şu cevabı verir:

“–Kişinin sevdiğiyle şakalaşması, rakibinin ise yüzünü görmemesidir.”

EN GÜZEL İLİM

Hikmet ehli zatlardan biri, oğluna şöyle nasihatte bulunur:

“Evlâdım! Gerçek anlamda ilim öğrenmek istiyorsan olgun ve faziletli âlimleri dinlemeye çalış. Zira onlar, duydukları, öğrendikleri en güzel bilgileri yazarlar. Yazdıklarının en güzellerini zihinlerinde muhafaza ederler. Muhafaza ettiklerinin en güzellerini ise söylerler!”

RÛHUN TAŞIYAMADIĞI YÜK

Adamın birine:

“–Neden insan ağır yük taşımaya dayanıyor da, ağırlık veren bir adamın sözlerine tahammül edemiyor?” diye sorarlar. O zat ise şu cevabı verir:

“–Yük taşırken insanın bütün organları birbirine yardımcı olur. Fakat insana ağırlık veren adamın sohbeti, vücudun dayanma gücü olmaksızın yalnızca rûha yüklenir. Tabiî ki ruh da tek başına böyle bir ağırlığa dayanamaz.”

GRAMER BİLMEYEN GEMİCİ

Bir gramer bilgini, deniz yolculuğu sırasında gemiciye gramer bilip bilmediğini sorar. Gemici:

“–Bilmiyorum.” cevabını verir. Bunun üzerine gramer bilgini:

“–Yazık, ömrünün yarısı boşa gitmiş.” der. Gemici içinden; «İnşallah biraz sonra fırtına çıkar.» diyerek susmayı tercih eder. Hakikaten biraz sonra şiddetli bir rüzgâr esmeye, gemi de iki tarafa sallanmaya başlar. Bu duruma sevinen gemici, gramer bilginine yaklaşıp, yüzme bilip bilmediğini sorar. Gramerci:

“–Bilmiyorum.” diye cevap verince gemici taşı gediğine koyar:

“–İşte şimdi senin de bütün ömrün boşa gitti.”

İNSANLARIN ŞERRİ

Bir adam, İbn-i Abbas Hazretlerine şöyle ricada bulunur:

“–Cenâb-ı Hakk’a dua et de beni insanlardan uzaklaştırsın.” Hazret de bu ricaya şu karşılığı verir:

“–İnsanlar bir vücudun organları gibidirler. Dolayısıyla her zaman birbirlerine muhtaçtırlar. Sen en iyisi; «Allâh’ım, beni insanların şerrinden uzak tut!» diye duada bulun.”

PEYGAMBER CEVABI

Bir gün hanımı Eyyûb -aleyhisselâm-’a şöyle der:

“–Yakalandığın bu hastalıktan kurtulman için Allâh’a dua et. Muhakkak, Cenâb-ı Hak, senin duanı kabul eder.”

Eyyûb -aleyhisselâm- şu zarif cevabı verir:

“–Bu belâya yakalanmadan önce, rahat ve huzur içinde yaşadığım süre seksen yıldan ibarettir. Hastalık içinde geçirdiğim müddet ise henüz bu zaman dilimine ulaşmadı. Dolayısıyla bunun için Allâh’a duada bulunmaktan hayâ ederim!”

DİYOJEN’İN EVİ

Diyojen’e ev sahibi olup olmadığını sorarlar. O da şu cevabı verir:

“İnsan huzur içinde yaşamak için bir eve ihtiyaç duyar. Ben ise lâkayt meşrebimin bir gereği olarak, nerede istirahat edersem, orasını kendim için mesken kabul ederim. Ayrıca bir ev tedarik etmek benim için büyük bir külfettir.”

Diyojen’e:

“–Dünyada en kötü şey nedir?” diye sordular. O da:

“–Hem ihtiyar, hem fakir olmak.” cevabını verdi.

“–Nerelisin?” diyen bir şahsa:

“–Dünyalıyım!” karşılığını verdi.

“–İnsan ne zaman evlenmeli?” sorusuna muhatap olunca şunları söyledi:

“–Genç ise henüz evlenme zamanı gelmemiştir. İhtiyar ise vakti geçmiştir. Orta yaşlı ise, kendisine bir eş seçecek kadar boş vakit bulamaz.”

Diyojen bir gün elinde yanar bir fenerle dolaşıyordu:

“–Ne arıyorsun?” dediler.

“–Adam arıyorum!” cevabını verdi.

Bir gün sokakta oturmuş ekmek yiyordu. Gelip geçenler başına toplandılar. Kendisine:

“–Köpek!” dediler. Şöyle mukabele etti:

“–Asıl köpek sizsiniz ki ekmek yiyen bir adamın etrafını sarıyorsunuz!”

Bir gün hamama gireceği sırada, suyun çok pis olduğunu görünce:

“Burada yıkandıktan sonra nerede temizlenmeli?” demiş.

BEDÎÜZZAMAN

«Bedîüzzaman» unvanıyla büyük bir şöhret kazanan Ebu’l-Fazl Ahmed bin el-Hüseyin el-Hemedânî Hazretleri öyle güçlü bir hâfızaya, o derece keskin bir zekâya sahipti ki; ilk defa eline aldığı elli beyitten fazla bir şiiri, dört-beş yapraklı bir risaleyi okumaya başlar başlamaz derhâl ezberler, daha sonra en küçük bir harf yanlışı bile yapmadan tekrar ederdi.

O tarihin kaydettiği en güçlü hâfıza şampiyonlarındandı.