Malazgirt Rûhu ile DAHA NİCE BİN YILLARA

Hadi ÖNAL

hadional@mynet.com

Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da her şehrin Malazgirt’le bir yakınlığı bir gönül bağı vardır. Çünkü Malazgirt, İslâm güneşini ebediyen Anadolu’ya taşıyan tanın ağardığı kutlu zaman diliminin adıdır. Malazgirt, İstanbul’un fethini hazırlayan Peygamber’in övdüğü askerlerle; kinin, kirin ve şirkin savaştığı kutlu mekânın adıdır. Malazgirt, Anadolu’yu Türklere vatan yapan bir büyük duanın kabul edildiği muhteşem toyun adıdır.

Anadolu’da her şehir dedik ya! Elbette ki bu bahtiyar şehirlerden birisi de Elazığ’dır. Elazığ’ın, Elazığlının Malazgirt’e olan sevgisi bin yıllara dayanır.

Nasıl mı? Bakın anlatayım:

Çatal yürek, kutlu komutan Alparslan; Rahla Ovası’nda ordusunun dört katı büyüklüğündeki Bizans ordusunu bozguna uğratmıştı. Kazandığı bu büyük zaferin yorgunluğunu henüz omuzlarından atmamıştı ki oğulları Melikşah’ı, Togan’ı, Gümüş Tekin’i, İlyas’ı, Aslanşah’ı; kumandanları Artuk Bey’i, Afşin’i, Süleyman Şah’ı ve diğerlerini etrafına topladı. Anadolu’nun tez elden fethi gerekiyordu. Sultan’ın gözleri çadır kapısında duran bıyıkları yeni terlemiş yağız bir genç kumandana takıldı. Genç kumandanı yanına çağırdı. İri yapılı, kartal bakışlı genç, Alparslan’ın önüne geldi; saygı ile eğildi. Alparslan, bu genç kumandana; «Çubuk!» dedi;

“Senin gözlerinde Harput’u görüyorum, gazan mübarek olsun!” Evet, Harput’un fethi Çubuk Bey’e verilmişti. Çubuk Bey, bu görevi Malazgirt Meydan Savaşı’ndan tam 14 yıl sonra 1085 tarihinde yerine getirdi ve Harput’u fethetti. Çubuk Bey, bir Selçuklu kumandanı olarak Harput ve çevresini ebediyete akıp gidecek olan İslâm ile mücehhez Türk’ün âdil ve müşfik kollarına teslim etti.

Aradan geçen yaklaşık bin yıl, susayan gönüller aşkına kınlarından çıkan kılıçlarla zalimlerin zulmüne, kine, şirke, nefrete karşı verilen mücadeleyi ve o mücadelenin gerçekleştirildiği mekânı unutturamadı. Bugün burada bu unutulamayışın en canlı örneği Malazgirt zaferinin sıcaklığını hâlâ yüreğinde hisseden Elazığlılardı. Bu büyük zaferi yerinde kutlamak üzere yollara düşen şair, yazar, fikir ve gönül adamları; Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fevzi BİNGÖL’den Elazığ Belediyesi çalışanlarına varıncaya kadar Malazgirt’e koşmaları bu yüce duygunun sonucu aynı zamanda ahde vefanın da güzel örneği idi.

Ağustos ayları, zafer aylarıdır Türk milleti için. Hele de 26 Ağustosların ayrı bir yeri, ayrı bir önemi vardır Türk tarihinde. İşte, yine takvim yaprakları bir 26 Ağustos’u gösteriyor. Aradan geçen 937 yılın yorgunluğunu bir tarafa bırakan güneş, bütün sıcaklığı ile o gün de gülümsüyordu Malazgirt’in yüzüne. Siyasî, sosyal ve askerî sonuçları ile Türk ve dünya tarihini şekillendiren şanlı zaferin başladığı kutlu yerdeyiz şimdi. Muş’tan, çevre il ve ilçelerden, uzak illerden, uzak ilçelerden Çubuk Bey’in fethettiği topraklardan Harput’tan Elazığ’dan gelenler tören alanını hıncahınç doldurmuşlar.

Temsilî olarak da olsa Alparslan ve cengâverlerinin at üstünde tören alanına girmeleri değişik duygular çağrıştırıyor insana. Bir an gözlerimi kapatıyorum. Önce, Halîfe Kāim bi-Emrillâh’ın:

“Allâh’ım, İslâm sancağını yükselt ve İslâm’a yardım et! Başını ezmek ve kökünü kazımak sûretiyle şirki mahvet! Sana itaat için canlarını feda edip, kanlarını Sana tâbî olarak akıtan mücahidlerini kuvvetlendir, yurtlarını güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından mahrum kılma!

Mü’minlerin emîri, kumandanı olan Sultan Alparslan’ın Sen’den dilediği yardımı esirgeme ki, o bu sayede hükmünü yürütsün, şânını yaysın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca tutunabilsin. Sen’in dinini şerefli ve yüce tutabilmek için onu lütufkâr kıl, her zaman etkili olan desteğinden mahrum bırakma! Kâfirler karşısında onun bugünkü günü yarınına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır. Çünkü o, Sen’in yüce rızan için rahatını terk etti, malı ve canıyla emirlerine uymak için Sen’in yoluna düştü. Çünkü Sen: «Ey îman edenler, can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allâh’a ve O’nun peygamberine inanıyorsanız, O’nun yolunda can ve malınızla savaşırsınız.» diyorsun. Sen’in sözün haktır, gerçektir. Allâh’ım! Onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve şirki onun önünde boyun eğdir…” diye başlayan ve devam eden savaş öncesi İslâm coğrafyasındaki bütün camilerde okuttuğu hutbe yankılanıyor kulaklarımda; sonra da Türk’ün tarihini ve talihini değiştiren eşsiz komutan Alparslan’ın savaş başlamadan önce söyledikleri:

“Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben bizzat, Müslümanların minberlerde bizim için dua etmekte oldukları şu saatte düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç hâsıl olacaktır. Aksi takdirde şehid olarak cennete gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker var. Bugün ben de sizlerden biriyim ve sizlerle birlikte savaşacağım!”

Elde Kur’ân; «Bismillâh!» denilerek dualarla Anadolu’yu Türk’e ebedî yurt yapan, Peygamber’in övgüsüne mazhar olan askerlerin ve onların kumandanı Alparslan’ın bizlere hediye ettikleri bu muhteşem zaferin çok daha büyük katılımlarla hattâ 81 ilin temsilî katılımı ile kutlanması elbette en büyük hayalimiz. Malazgirt’te Alparslan’ın o sevgiyle bezeli, Hakk’a ve hakikate koşan rûhunu her insanımızla yeniden damar damar yaşamak ve her insanımızda yaşatmak en büyük dileğimiz. Evet, bizim mânevî kimliğimiz olan er meydanında ölmeyi şeref bilen o rûhu yeniden yaşamak ve yaşatmak… O ruh ki dalga dalga üç kıtaya yayılmış, asırlarca insana ve insanlığa örnek olacak nice erdemlerle bezeli olarak varlığını devam ettirmiştir. Hakk’a ve hakikate hizmet etmeyi canına minnet bilen o ruh ki:

«Yaratılanı hoş gör Yaratan’dan ötürü» felsefesi ile âleme devlet olmanın ince sırlarını öğretmiş ve göstermiştir.

Şüphesiz ki; geçmişlerini bilmeyen, anlamayan toplumların geleceğe sağlam adımlarla yürümesi mümkün değildir. Tarihi sahiplenmek, unutmamak ve ondan gereken dersleri çıkararak geleceğe yürümek, toplumları yüceltir, geleceklerini emin ve aydınlık kılar.

Millet olarak, tarihini bilen ve ondan yeterince ders çıkarabilen şuurda olmamız temennisi ile bizlere bütün bu gurur ve onuru yaşatan başta Çatal yürek, öncü komutan Alparslan’ı, aziz şehidlerimizi rahmet ve minnetle anıyor; gāzîlerimizi şükranla yâd ediyor Malazgirt rûhu ile daha nice bin yıllara diyorum.

Sözlerimi sözün özü ve güzeli ile Destan Şairi Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU’nun mısraları ile noktalıyorum;

Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel iklim-i Rum’a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma;
Yeni bir şevk ile gürledi gökler…
Yâ Allah… Bismillâh… Allâhuekber!

Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu,
Ardından Oğuz’un elli bin tuğu,
Andırır Altay’dan kopan bir çığı;
Budur Peygamber’in övdüğü Türkler…
Yâ Allah… Bismillâh… Allâhuekber!

Türk, ulu Tanrının soylu gözdesi,
Malazgirt, Bizans’ın Türk’e secdesi,
Bu ses insanlığa Hakk ‘ın müjdesi;
Bu sesle irkilir çarpan yürekler…
Yâ Allah… Bismillâh… Allâhuekber!

Nâramızdır bugün gök gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü,
Gazi atlarının nal pırıltısı;
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler…
Yâ Allah… Bismillâh… Allâhuekber!

Yiğitler kan döker bayrak solmaya,
Anadolu başlar vatan olmaya,
Kızılelma’ya hey! Kızılelma’ya;
En güzel marşını vurmadan mehter…
Yâ Allah… Bismillâh… Allâhuekber!