Satın Alınması Mümkün Olmayan Bir Sermaye ZAMANIN KIYMETİ

Hadi ÖNAL

hadional@mynet.com

Her sabah; «Merhaba!» deriz yeni bir güne. Uyku mahmurluğunu terk edince gözlerimiz, yeni bir gün daha başlamış demektir. Yeni bir 24 saat; yeni bir 1.440 dakika ya da 86.400 saniye. Kısaca zamanın omuzlayıp da bir daha geri getirmemek üzere bizden uzaklaştırdığı hayatımızın bir yeni dilimi…

Zaman; başka güne aktaramayacağımız, o günün sonuna kadar kullanmak zorunda olduğumuz bir sermayedir. Evet, evet bir sermaye… Sağlıklıysak, vücudumuzda bir ağrımız, bir sızımız yoksa hele de başkaları tarafından ipotek altına alınmamışsa özgürlüğümüz. Ne parayla ne altınla ne inciyle ne mücevherle alınması mümkün olmayan bir sermayedir zaman. Bu; kıymeti ölçülemeyen, tek saniyesinin dahî büyük önemi olan sermayeyi çok ama çok iyi değerlendirmek gerekir. Onu, kalıcı hâle dönüştürmek; kıymetlendirmek, bezemek, süslemek gerekir.

Başlayan her yeni günün payımıza düşen her ânını değerlendirmek ya da harcamak elimizdedir. İstersek; sırtımızı ışığa döner, yorganı başımıza çeker, bir bölümünü yine uyku boyutunda harcarız zamanın. İstersek, fırlayıp kalkarız yerimizden; o gün yapacağımız işleri nasıl değerlendirsem kalıcı kılarım diye kafa yorar, plân yapar sonra da gerçekleştirmek için düşüncelerimizi, bir gayretle sarılırız ipine zamanın. Durdurmak elimizde değildir zamanı; ancak onu değerlendirerek geleceğe taşımak elimizdedir. Atalarımız boşuna; «Vakit nakittir.» dememişler ya!

Bir kuş olup uçan; bir su gibi yazın güneşinde buharlaşıp uzaklaşan; yeniden birlikte yaşanması mümkün olamayacak bu sevgili ile geçireceğimiz her saniyenin önemini bilmeli ve ona göre davranmalıyız.

Peki, nasıl değerlendirebiliriz zamanı?

Öncelikle kendi payımıza düşen kısmını kontrol altına alarak. Kendi payımıza düşeni diyorum; zira zamanın bütününe hükmedebilme tasarrufuna sahip değiliz.

Meşhur hikâyedir, kavanoz ile çakıl taşlarının hikâyesi:

Hani adama kaya parçaları vermişler, çakıl taşları vermişler, kum vermişler, su vermişler; bir de kavanoz tutuşturmuşlar eline sonra da dönüp:

“Haydi bütün bunları yerleştir!” demişler bu kavanozun içerisine. Ne yapabilir bu durumda adam? Kavanozu su ile doldursa, içine başka bir şey konmaz; konsa taşar. Kavanozu kum ile doldursa çakıl taşlarına yer kalmaz. Çakıl taşlarına öncelik tanısa bu sefer de kaya parçalarına kavanozda yer bulamaz. Eh ne yapması gerek bu durumda? Elbette ki önce büyük kaya parçalarından işe başlaması gerekir. Önce kaya parçaları yerleştirir kavanoza, kalan boşluklara çakıl taşları yerleştirir; çakıl taşları arasında kalan boşluklara da kumları döker. Kum tanecikleri arasında kalan boşlukları da su ile doldurarak işlemi tamamlar.

İşte; «Merhaba!» dediğimiz her günü, elimize tutuşturulan içerisi boş bir kavanoz gibi görmeli; «Onu nasıl en iyi bir biçimde doldurabilirim?» diye düşünerek işe koyulmalıyız. Günün bitiminde dönüp de; «Ah keşke…» dememek için kavanozumuza neleri, hangi önceliklerle, nasıl yerleştireceğimizi iyi hesaplamalıyız. Bu ince hesabın içerisinde geleceğimizin en büyük yatırımı olacak iyiliklere, güzelliklere, şükre ve tefekküre de mutlaka yer ayırmalıyız.

Bize her gün bahşedilen 86.400 saniyelik krediyi en verimli ve en faydalı bir biçimde değerlendirmeliyiz. Öyle ki gün bitip de ömür rafında dizilen diğer kavanozlarımızın yanına koyduğumuz bu yeni kavanozumuz da ileride bize sermaye olsun.