Katya Çölü’nü ON ÜÇ GÜNDE GEÇEN SULTAN!

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

BİZ BU MEŞAKKATE ALKIŞ UĞRUNA KATLANMADIK!

“Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha az!” diyen kudretli cihangir; «Yavuz» ismine lâyık bir cesaret timsali; kısa süren saltanatında yıllara sığmayacak büyük işler başaran bir kahraman; ihtişamdan uzak, sade bir hayatı gaye edinen bir sûfî; peygamber sevdalısı bir Osmanlı hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim, Sultan II. Bâyezîd’in dördüncü oğlu olarak 1469’da babasının sancak beyi bulunduğu Amasya’da dünyaya geldi. Tam adı «Selimşah» olan sultanın annesi Dulkadiroğulları’ndan Ayşe Gülbahar Hatun’du.

Şehzadeliğini geçirdiği Trabzon’da ilim, sanat ve idarecilik alanlarında çok iyi bir eğitim aldı. Her gece mutlaka birkaç saat Arapça, Farsça veya Türkçe kitaplar okurdu. Farsça dîvan yazacak kadar usta bir şairdi. Milletinin ayrılığa düşmesinden, birlik ve dirliğinin bozulmasından endişe edip, düşüncesini şu veciz dörtlükle ifade etmişti:

Milletimde ihtilâf u tefrika endîşesi,
Kûşe-i kabrimde hattâ, bî-karâr eyler beni…
İttihadken savlet-i a‘dâyı def‘e çâremiz,
İttihâd etmezse millet, dâğdâr eyler beni!..

Kûşe-i kabr: Kabir köşesi. Bî-karâr eylemek: Huzursuz etmek. İttihâd: Birleşmek. Savlet-i a‘dâ: Düşman hücumu. Dâğdâr eylemek: Çok üzmek, içini yakmak.

MISIR SEFERİ’NE KARAR VERİLİYOR!

Güneydoğu’daki yerlerin elde tutulabilmesi, Kölemen Devleti’ne ciddî bir darbe indirmekle mümkündü. Bu yüzden Sultan Selim için bu icraat, gerçekleştirilmesi zarurî bir görevdi!

O sırada, sefâret (elçilik) göreviyle Mısır Sultanı Kansu Gavrî’ye gönderilen Zeyrekzâde Hoca Rükneddin Efendi ile Karaca Paşa, devletlerarası hukuk kāidelerine aykırı olarak, Halep’te hapsedildi. Elçiler ancak, İran’la anlaşma yapılması şartıyla iade edildiler. Bu davranış, iki devlet arasında savaş sebebi sayılabilecek kadar önemliydi. Ayrıca Mısır’da, gerek yüksek kademe, gerekse emirler arasında geçimsizlik hâkimdi. Halk, adil bir kurtarıcı bekliyordu. Halep nâibi Hayır Bey, Canberdi Gazâlî ve Halep’te bulunan kadılar, Yavuz’a mektup yazarak onu Mısır’a davet ediyorlardı.

MUKADDES BELDENİN HİZMETKÂRIYIM!

Memlûk ordusuyla 24 Ağustos 1516’da Merc-i Dâbık’ta karşılaşıldı; düşman kuvvetinin 80 bin olduğu söyleniyordu. Osmanlı askeri ise 60 bin civarındaydı, ayrıca orduda 300 civarında top bulunuyordu. Savaş başladığında ordusunun başında yer alan 84 yaşındaki Memlûk Sultanı Kansu Gavrî, savaş sona erdiğinde ölüler arasındaydı. Muharebe bittiğinde Abbasî Halifesi Mütevekkil ile Mısır’ın en tanınmış ulemâ ve kadıları da Yavuz’a teslim oldu ve ondan büyük iltifat gördüler.

Bu savaş sonunda, Doğu’da Osmanlı aleyhine ittifak eden iki büyük devletten en büyüğü yıkılmış, Suriye ve Filistin’de dört asır devam edecek olan Türk hâkimiyeti perçinlenmiş, Osmanlı’ya Mısır ve Arabistan yolu açılmıştı.

Sultan Selim dört gün sonra Halep’e girdi. Cuma günü, Halep Cami-i Kebîr’inde Cuma namazı eda ederken,1 hatip kendisini; «Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn» yani «Mekke ve Medine’nin hâkimi» unvanıyla vasıflandırdı. Sultan Selim, bu söz üzerine oturduğu yerden kalkarak, hatibe müdahale etti. Kendisini; «Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn» yani «Mukaddes beldelerin hâdi-mi/hizmetkârı» unvanıyla zik-retmesini istedi. Hatip, sultanın bu ikazı karşısında sözünü geri aldı ve konuşmasını padişahın istediği şekilde değiştirdi. Hünkâr bunun üzerine, yerdeki haliçeyi (küçük halı) kaldırıp, çıplak toprakta secde-i şükrana kapanarak Allâh’a şükretti, Cuma sonrasında, 1.000 dukadan (Venedik altını) daha kıymetli olan kaftanını çıkarıp hatibe giydirdi. Ünlü tarihçi Hammer bu olay için; «İslam tarihinde diyanet-perverliğin bu derece üstün başka bir misali daha bulunamaz dense yeridir.» diyerek, sultanın îmanının mükemmelliğine işaret eder. 2

Sultan Selim, Şam’a geldiği sırada Memlûklar başlarına Tomanbay’ı seçmişlerdi. Padişah, Tomanbay’a, Çerkes Murad Bey’in idaresinde bir elçi heyeti gönderdi. Hutbe ve sikke kendi adına olmak ve tâbî olmayı kabul etmek şartıyla barış teklifinde bulundu. Müslüman kanı dökülmemesini istediğini bildirdi. Fakat Yavuz’un elçisi, devletlerarası kanunlar çiğnenerek Kölemenler tarafından öldürülünce artık savaş kaçınılmaz oldu.

HİLÂFET, OSMANLI’YA GEÇİYOR

Yavuz Sultan Selim, Tih, Sînâ ve Katya çöllerini geçebilmek için, bir taraftan su yüklü binlerce deve hazırlatıyor; diğer yandan yol üzerindeki stratejik mevkileri kontrolü altında tutmayı plânlıyordu.

Ordu-yu Hümâyun, on üç günde Katya Çölü’nü geçerek, Mısır’ın anahtarı sayılan Sâlihiye’ye ulaştı. Hünkâr, o zamana kadar hiçbir cihangir tarafından geçi-lemeyen, akrep ve yılandan başka canlı görülmeyen, geceyle gündüz arasında büyük sıcaklık farkı bu-lunan bu tehlikeli çölü kısa zamanda geçmeyi başarmıştı. Bu sert tabiat şartlarının aşılması esnasında yağ-mur yağması ise Allâh’ın büyük lutfu idi. Bu sayede kumlar katılaştı, savaş ağırlıklarının geçirilmesi kolaylaştı, ordunun su ihtiyacı kısmen de olsa giderildi.

Elde edilen bu fevkalâde başarı, Osmanlı ordusunun gerek levâzım, gerekse lojistik açıdan büyük bir kudrete sahip olduğunu göstermişti.

Çölü aşan sultan, ordugâhını Kahire yakınlarındaki Hanikâh mevkiinde kurdu, Tomanbay ise 30-40 bin kişilik bir kuvvetle Ridaniye önünde mevzilendi. 22 Ocak 1517 günü kuşluk vakti başlayıp akşama kadar süren çetin savaşın sonunda, Kölemen ordusu -ölü ve yaralı olarak- toplam 25 bin kayıp vermişti.

Memlûk saltanatına son veren Yavuz, Mısır’ı imtiyazlı eyalet yaparak Osmanlı Devleti’ne bağladı. Memlûklara tâbî bulunan Hicaz Emîri, Haremeyn’in anahtarlarıyla birlikte «Emanet-i Mukaddese» namıyla bilinen, Peygamber Efen-dimiz’e ait mübarek eşyayı da merasimle Sultan Selim’e tevdî etti.

Son Abbasî Halîfesi Mütevekkil-alâllah, İslâm diyarının pek çok yerinden gelen ulemâ huzurunda, Abbasoğulları’nın üzerinde bulunan hilâfeti, Sultan Selim’e devrettiğini ilân etti, sırtındaki hil’ati hünkâra giydirdi. Bu sûretle hilâfet, artık Osmanlı sultanlarına geçmiş oluyordu.

ALKIŞ UĞRUNA KATLANMADIK!

Yavuz’un iki sene elli gün süren bu uzun yolculuğu acaba nasıl geçmişti?

Sefer sırasında sultanın seyyar kütüphanesi de kendisi ile beraber gidiyordu. Bazen bizzat kendi okur, bazen de nedimlerine okutur, kendisi dinlerdi. Yolda ya eser telif edilir, ya eser tercüme edilir veya istinsah edilirdi (çoğaltılırdı). Mushaf istinsah edilir, ilim ve devlet erkânı ile sohbetler edilir, eğlenceler tertip olunurdu. 3

Sultan Selim Han, İstanbul ufuklarında gözüktüğünde (1518), şehir halkı hükümdarlarını alkışlayıp bağırlarına basmak üzere samimî bir coşku içinde yollara döküldü. Fakat yüce sultan:

“Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık. Hâlis niyetimiz Allâh’ın rızâsını kazanmaktı!” diye-rek, gururunu Üsküdar topraklarına gömdü ve gece vakti sessizce, kimseye görünmeden denizi aşıp sarayına doğru süzülüverdi.

_______________
1 Kaynaklara göre bu hâdisenin, Mısır’daki Melik Müeyyed Camii’nde geçtiği de rivayet edilir.
2 Ziya Nur AKSUN, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1994, c. 1, s. 223.
3 Prof. Dr. Ahmet UĞUR, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1999, s. 109.