DOĞRU’NUN DOĞRULARI

Âdem SARAÇ

ademsarac@yyu.edu.tr

Her türlü güzelliğin başında hiç şüphesiz ki Cenâb-ı Allah -celle celâlühû-, geliyordu. Yüce Allâh’ın en sevgili kulu ve son Rasûlü Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu güzelliğin yeryüzüne yansıtılmasıydı.

Değişiyordu… Değişmeye başlamıştı…

Daha doğrusu büyük değişim başlamıştı.

İslâm gelmişti çünkü… Kur’ân gelmişti… Yüce Allah -celle celâlühû- şefkat ve merhamet elini uzatmıştı yine kullarına… En aşağıdan en yukarıya çıkıştı bu…

İnsanlık, şefkat, merhamet, sadakat, doğruluk, vefa, ahlâk ve şahsiyet gibi hasletler; güzel dinin güzelliklerinden sadece birkaç örnekti.

Yeni, yepyeni bir ölçü gelmişti artık; Kur’ân ve sünnet…

Doğru, dosdoğru bir örnek vardı önlerinde; Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.

Peygamber medresesinde yetişen ve O’nu her şeylerine örnek alma çabası içinde olan, yepyeni bir nesil oluşuyordu; Ashâb-ı kiram -radıyallâhu anhum ecmaîn-.

Her şeyde olduğu gibi, doğruluk ve sadakatte, şefkat ve merhamette, ahde vefada, ahlâk ve şahsiyette ve daha pek çok güzel değerlerin hepsinde, en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz, örnek bir nesil yetiştiriyordu.

Peygamber Efendimiz -sal-lâllâhu aleyhi ve sellem-’in yetiştirdiği o seçkin şahsiyetler, her türlü güzelliğin ve erdemin başında geliyorlardı.

Çünkü onlar sadakat ve şefkat âbideleri olmakla birlikte; doğru, dosdoğru bir yol üzereydiler. Daha doğrusu onlar Doğru’nun doğruları idiler… Emîn’in eminleri idiler onlar…

Yeniden şekillenen her sahâbî, Eminler Emîni’nin bir başka güzelliğini temsil ediyordu. Her türlü yalandan, yanlıştan, çirkinlikten sıyrılıp; Eminler Emîn’i ile emniyet sahibi olmuşlar, İslâm’ın güzelliği ile güzelleşmişler, yeni yepyeni bir güzelliğe kapı açmışlardı.

Ahlâk ve şahsiyet eğitimi ile oluşan bu mümtaz topluluk, yeni kimliği ile tanınıyordu artık;

Müslüman…

İslâm ile şereflenen her Müslüman’ın en bariz vasfı ve kimliğini belirleyici en önemli özelliği; doğruluk olacaktı artık…

İçinde yaşadığı toplumun sosyo-kültürel dinamikleriyle iç içe olan Peygamberimiz, toplumun yapısını ve o insanların durumlarını dikkate alarak, kırmadan, dökmeden, hiç kimseyi rencide etmeden, en güzel bir üslûpla mesajını sunuyordu. Gece-gündüz demeden ilâhî mesajları o insanlara ulaştırmaya çalışırken, sevgi, şefkat ve merhametle yoğurup şekillendirdiği sahâbe de, O’nu hiç yalnız bırakmıyordu…

Sadece anlatmıyorlardı onlar; yaşıyorlardı. Yani güzellikleri, en güzel bir şekilde yaşayarak, en güzeli örnek aldıkları için, en güzel bir şekilde tebliğ etmeye çalışıyorlardı.

İnanç ve ibadetten, yani ferdî tavırdan sosyal davranış ve beşerî münasebetlere kadar, her alanda bütün başlangıçların ve sürekliliğin mihenk taşıdır; doğruluk ve emîn olmak.

Allah Teâlâ -celle celâlühû- Hazretleri, açık ve net hükümler göndermekle birlikte, kişilerin kendi istek ve arzularıyla inanıp, îmanın içten ve samimî olması gereğini ortaya koymakla beraber, onu ferdin iradesine, arzu ve isteğine bırakmış ama doğruyu da göstermiştir.

Aynı şekilde yüce Allah -celle celâlühû- samimî, içten ve dürüst olmayanı kabul etmediği gibi, kulların münasebet standardını da bu esasa göre tespit etmiş ve fıtratın kanunu böyle vaz’etmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâl-lâhu aleyhi ve sellem- özene-bezene eğitip yetiştirdiği sevgili ashâbına, çok özel itina gösterirdi. En genel durumlarından en özel durumlarına varıncaya kadar, her şeyleri ile yakından ilgilenirdi. Üzerlerine titrerdi.

Peygamberimiz’in en çok nefret ettiği ve ashâbını da şiddetle men ettiği kötü huyların başında şunlar geliyordu; yalan konuşmak, sözünde durmamak, düşmanlığında kāide-kural tanımamak ve güveni kötüye kullanıp hıyanet etmek. (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 106; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.)

En doğru ve en sâdık, Peygamberimiz idi; doğruluğu ve doğruları severdi…

En şefkatli ve en merhametli Peygamberimiz idi; şefkat ve merhametle beraber, şefkat ve merhametlileri severdi…

En vefalı Peygamberimiz idi; vefayı ve vefalıları severdi…

Peygamberimiz ahlâk ve fazilette en önde gelirdi; ahlâklı, faziletli ve şahsiyetli olanları çok severdi…

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1) fermanı ile başlamıştı her şey…

İlâhî fermana yüzünü, gözünü ve özünü çevirenler, kurtuluşa adım atmışlardı. Kurtulanlar, başkalarını da kurtarma derdine düşmüşlerdi.

Doğru’nun doğruları idiler onlar; Doğru’nun doğruları… Doğrunun en doğrusunu, en doğru olandan öğreniyorlardı.

Doğru, dosdoğru; güvenilir olmak! Böylece Gönüller Sultanı’nın güvenini almak…

Yüzünde, gözünde, özünde ve sözünde güvenilir olmak. Öyle ki, Eminler Emîni’nin emîn yoldaşı olmak… Hayata yeniden başlamak O’nunla…

İşte O Doğru ve işte O’nun Doğrular’ı…

Önce Hazret-i Hatice, önce Hazret-i Ebûbekir, önce Hazret-i Ali, önce Hazret-i Zeyd… Hepsi önceydi bunların, birinciydiler; birincinin birincileri…

Hazret-i Osman, Bilâl ve annesi Hamâme, Saîd bin Zeyd ve hanımı Fâtıma binti Hattâb, Ebû Fükeyhe, Hâlid bin Saîd ve hanımı Ümeyne binti Halef, Amr bin Saîd ve hanımı Fâtıma, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa‘d bin Ebû Vakkâs, Ebû Zerr, Habbâb bin Eret, Câfer bin Ebû Tâlib ve hanımı Esmâ binti Umeys, Erkam bin Ebu’l-Erkam ve diğerleri, diğerleri -Allah hepsinden râzı olsun-…

Şefkat, merhamet, sadakat, doğruluk, vefa, ahlâk ve şahsiyet gibi hasletlerle donanan sahâbe, bütün dünyayı aydınlatacak bir aydınlık ile her dönemin yıldızları oldular. En doğru şahsiyetin doğruluğunu şiar edinerek, doğrular listesinin başında yer aldılar…

En Doğru’nun güvenini kazanmak ve o güveni zedelemeden güzel bir hayat sürmek, O’nu örnek almak ve bütün hayatımıza O’nu kuşanmak… İşte O’nun istediği bu…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-