Allah ve Rasûlü’ne SADAKATİMİZ NE ÖLÇÜDE?

Prof. Dr. Ömer ÇELİK

omercelik08@hotmail.com

İslâm’ın hedefi, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaat ve ittibâ ederek, karda yürüyen bir adamın izlerini takip edercesine O’nun nurlu izinden yürüyerek Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

Ahlâk-ı hamî-deyle bezenmiş sadakatli, merhametli, sehâvetli, nezaketli, zarafetli, rakîk kalpli, Allâh’ın bin bir türlü tecellîleri karşısında derinden derine duygulanan hassas bir mü’min olabilmektir. Bu güzel hâllerin gerçekleşmesi için «sadakat» en zarurî esaslardan biridir.

«Sadakat», sözde ve özde doğruluk; dürüstlük üzerine kurulmuş samimî ve sağlam bir dostluk, içten bağlılık, kalp istikameti, samimiyet ve ihlâs gibi mânâlar ifade eder. Dürüst olmak, doğru muamelede bulunmak, sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek, herhangi bir şahsî çıkar ve menfaat beklentisinden uzak ve her yönüyle Allah rızâsı için olan dostluk da sadakattir.

Sadakat, peygamberlerin en mühim vasıflarından biridir. Peygamberler, istikamet üzere olan hâlleri ve sözleri ile daima sadakati tebliğ hâlinde olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’de, bazı peygamberlerin şahsiyeti anlatılırken, meselâ Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İdris hakkında;

“O, sıddîk (dosdoğru) bir nebî idi.” (Meryem, 41, 56) buyurulmaktadır.

Kıyâmet günü fayda verecek yegâne sermaye, kişinin Allah ve Rasûlü’ne karşı gösterdiği sadakat olacaktır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Bugün sâdıklara sıdk (doğruluk)larının fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. En büyük başarı işte budur.” (Mâide 5/119)

Dünyada Allah ve peygamberine îman, itaat ve teslimiyetinde doğru, samimî ve dürüst olanlar, akitlerini yerine getirip sözlerinde duranlar, o dehşetli kıyâmet gününde, bütün insanların toplanıp hesaba çekilecekleri o korkunç günde bu doğruluk ve samimiyetlerinin faydasını göreceklerdir. Her türlü korku, keder ve hüzünden uzak bir mükâfat elde edeceklerdir. Onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler verilecektir. Hepsinin ötesinde Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı olacaklardır. Ki Allâh’ın râzı olması bütün cennet nimetlerinin fevkinde bir nimettir. En büyük zafer, başarı ve kurtuluş da bu rızâ makamına ulaşabilmektir.

O hâlde kula düşen Allâh’ı tanımak, birliğini ve büyüklüğünü idrak etmeye çalışmak ve O’na samimî bir kul olabilmektir. Ebedî olarak faydalı olacak olan doğruluk ve samimiyet, ancak Allâh’a olan doğruluk, samimiyet ve ihlâstır.

İnsanın sâdık olması, sadakatli olması ve sadakatini devam ettirebilmesi için daima sâdıklarla beraber olması gerekmektedir. Bu sebeple Yüce Rabbimiz:

“Ey îman edenler! Allâh’a karşı takvâ sahibi olun ve sâdıklarla beraber bulunun!” (Tevbe 9/119) buyurmuştur.

Âyet, sıdk ve sadakatin faziletini, derecesinin yüceliğini göstermekte ve mü’minleri doğruluğa teşvik etmektedir.

Mârifetten nasibi olan bir zat:

“Sürekli yapılması gereken farzı edâ etmeyen kimseden, namaz, oruç gibi muvakkat farz kabul olunmaz!” deyince kendisine:

“Daimî farz nedir?” diye sorulmuş, o da:

“Doğruluk!” cevabını vermiştir.

Sâdıklarla beraberliği artırmak, sadakat vasfını kazanmaya, onu devam ettirmeye ve onların hâliyle hâllenmeye vesile olacaktır.

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, sâdıklarla beraberliğin faziletini ve bunun zıddına sâdıklardan ayrılmanın hazin âkıbetini şöyle ifade eder:

“Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olup onlara sadakat gösterdiği için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e geçti. Nûh ve Lût -aleyhimesselâm-’ın hanımları ise, fâsıklarla beraber oldukları için cehenneme dûçâr oldular.”

Kur’ân-ı Kerim gerçek sâdıkları ve takvâ sahiplerini Bakara 177. âyet-i kerimede şöyle tarif etmektedir:

“Onlar:

Allâh’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere îman eden;

Malını seve seve akrabalara, yetimlere, bîçâre fakirlere, yolda kalan gariplere, dilenenlere ve (hürriyetine kavuşmak isteyen) köle ve esirlere infak eden;

Namazı dosdoğru kılıp zekâtı veren;

Sözleştikleri zaman sözlerinde duran;

Sıkıntı, darlık ve hastalık hallerinde ve şiddetli savaş zamanında sabredenlerdir.”

Haşr Sûresi 8. âyette, Allah’ın rızâsını elde etmek, Allâh’ın dinine ve peygamberine yardım etmek maksadıyla mallarını ve yurtlarını terk ederek Medine’ye hicret eden muhâcirler de «sâdıklar» olarak vasıflandırılır.

Hucurât 15. âyette de Allah ve Rasûlü’ne îman eden, O’ndan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden mü’minlerin «sâdıklar» olduğu haber verilir.

Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’in tarif ve tavsifiyle sâdık olabilmek için, Allâh’ın emirlerini yerine getirme, yasaklarından kaçınma ve Allah yolunda fedakârlıkta ihlâs, samimiyet ve dürüstlükle hareket etmenin lüzumu ortaya çıkmaktadır.

Peygamberlerin bu hususta rehber ve önder şahsiyetler olduğunda şüphe yoktur. Bütün insanlara sadakat numunesi olması bakımından, peygamberlerden sonra en faziletli insan olan ve «sıddîk» lakabıyla anılan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın sadakatiyle alâkalı şu misaller ne kadar dikkat çekicidir:

Varlık Nûru Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:

“–Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdik etmez!” der. Bunun üzerine Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Ebûbekir Sen’i tasdik eder. O sıddîktır.” buyurur. (İbn-i Sa‘d, I, 215)

Nitekim müşrikler, Mîrac hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekir’e gittiler:

“–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler.

Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan dâsitânî îman sadakatinin şevki içinde:

“–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimal yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım…” dedi. Müşrikler tekrar:

“–Sen O’nu tasdik ediyor, bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hazret-i Ebûbekir:

“–Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tasdik ediyorum.” dedi. Daha sonra Ebûbekir -radıyallâhu anh-, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat O’nun mübarek fem-i saadetlerinden dinledi ve:

“–Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlâllah!” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, O’nun bu tasdikinden gayet memnun kalarak cihanı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:

“–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdu. (İbn-i Hişâm, II, 5) O günden sonra Hazret-i Ebûbekir, «Sıddîk» lakabıyla meşhur oldu.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın hayatında Allah ve Rasûlü’ne olan bu sadakatinin pek çok dikkat çekici misali vardır.

Hâsılı mü’min sözünde, özünde ve niyetinde doğru olarak ismini sâdıklar dîvânına yazdırmaya çalışmalı, dünyâ ve âhirette sadakatinin faydasını görmeye azimli olmalıdır. Ziyâ Paşa ne güzel söyler:

İnsâna sadâkat yakışır görse de ikrah,
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah!..