Uzak Doğunun KİŞİSEL GELİŞİM FORMÜLLERİ

Aynur TUTKUN

aytutkun@gmail.com

Bir-iki yıl öncesiydi. Memleketten İstanbul’a yalnız gelmek durumundaydım. Açık, gayet bakımlı kırk-elli yaşlarında bir hanımın yanında yolculuğa başladım. Karşılıklı güler yüzle selâmlaşma ve tanışma faslından sonra altı saat boyunca devam edecek muhabbetimiz başladı.

Kendisi NLP, reiki ve hipnoz alanlarında uzman imiş, elit kesime seminerler veriyormuş. İki-üç sene önce değişen hayatından sonra gerçek huzuru bulmanın neşesi vardı yüzünde. İlk başta uzmanlık alanlarından bahsetti, sorularıma tatmin edici çok güzel cevaplar verdi. Daha sonra konu döndü dolaştı kalbî meselelere geldi. Hem ağladı hem anlattı, tabiî beni de ağlattı. Yaratıcı’nın adını her anışında ürperen tüylerini gösterdi. O’nunla buluşmanın, O’nu hissetmenin, kadere teslim olmanın, her olanda bir hikmet bulmanın keyfini dile getirdi sık sık. Ve en son şöyle dedi; «Reiki, NLP, meditasyon, hipnoz, ilh… hepsi fasa-fiso. Hazret-i Peygamber’in gösterdiği yolda bu gibi metotların vereceği huzur zaten fazlasıyla var. Ve ben şimdi gerçek kimliğimi açıklamadan insanları Yaratıcı’yla ve Hazret-i Peygamber’le tanıştırmaya çalışıyorum.”

İnanmak, her insan için fıtrî bir ihtiyaçtır. İnanç, insanı olgunlaştıran iç huzurunun kaynağıdır ve şahsiyet gelişimi için şarttır. Fıtrata uygun inancı bulabilenler bu yolda ilerlemeye, gelişmeye, kendilerini gerçekleştirmeye çalışırlarken, bulamayanlar da farkında olmayarak bir bocalamanın içerisinde çeşit çeşit sahte çiçeklerden bal almaya uğraşıp durmaktadırlar. Uzaktan baktığımızda birçoğumuzun acıdığı bu insanları aslında tebrik etmek de gerekir. Çünkü nefsî arzulara bir şekilde engel olarak ya da nefse çok tatlı gelen birtakım şeylerden uzaklaşarak erdemli bir hayatı tercih etmektedirler. Duamız, inancımız, ümidimiz odur ki bu insanlar gün gelir fıtrata uygun olan inancı da bulurlar.

İslâm’ı tanımayanların Uzak Doğunun yoga, reiki, nirvana, meditasyon gibi öğretilerini anlayıp uygulamaya çalışmalarına hak verirken İslâm’ı bilenlerin hele hele Müslüman olanların bu gibi akımlarla meşgul olmalarını anlamak biraz zordur. «Bunlar din değil hayat tarzı, kişisel gelişim tekniği» deseler bile bir Müslümanın, İslâm varken neden bir başka hayat tarzına ihtiyaç duyduğunu anlamak da zordur.

Meselâ; reiki, Japonca bir kelime olup, anlamı cihanşümul hayat enerjisi demektir. Bu anlayışa göre, düşünce neredeyse enerji oraya akar (dua). Bedenimize enerji aktaran kanallar yani çakralar (letâif) vardır. Her bir çakra farklı bir enerjinin giriş kapısıdır ve bu kanallar özel bir gayretle (çünkü kendiliğinden olması imkânsızdır) açık tutularak vücuda enerji (feyiz) akımı sağlanmış olur ki bu da hayatta sağlığın, huzurun kaynağıdır. Reikinin 5 prensibinde şöyle denir;

1. Bugün, özellikle bugün kızma.

2. Bugün, özellikle bugün endişelenme.

3. Hayatını dürüstçe kazan.

4. Yaşayan tüm canlılara saygılı ol.

5. Bugün şükran duygusu içinde yaşa.

Oysa bizler Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“Lâ tağdab: Öfkelenme!” hadîsinde,

Kuşların rızıklarını beklemesindeki gibi teslimiyette,

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” âyetinde,

“Yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü” anlayışında,

Dilimizden hiç düşürmediğimiz;

«Elhamdülillâh» zikrinde ve daha nicesinde reikinin beş prensibinden daha fazlasına sahibiz.

Uzak Doğunun hayat kalitesini artırmakta kullanılan bir diğer tekniği meditasyon ise herhangi bir şey üzerinde derin olarak düşünerek zihni bir süreliğine rahatlatmak demektir. Amaç; uyarıları (bize isabet eden iyi-kötü şeyleri) ortadan kaldırmak değil; bir ses, bir şekil, bir kelime ya da nefes üzerine yoğunlaşarak o anki uyaranlardan uzak kalarak stresten, sıkıntıdan uzak kalıp huzuru yakalamaktır. Sanki kendi kendimizi uzaktan müdahale etmeden seyrediyor gibiyizdir. Uydudan dünyanın herhangi bir yerindeki bir olayı seyretmek gibi bir şeydir.

Aslında hayatın her alanında farkında olmasak da meditasyon vardır. Kitap okurken kendimizi kaybetmemiz, bir ormanda, deniz kenarında tabiatla iç içe olduğumuzu hissetmemiz, yaptığımız işte yoğunlaşmamız, dua ederkenki hâlimiz hep bir çeşit meditasyondur.

Tasavvufta ise meditasyon çeşitli şekillerde gerçekleştirilir. Bazı tarikatlarda meditasyon, mürşid denilen mânevî rehberin görüntüsü ve ondaki ilâhî ışığı hayal etmekle; bazı tarikatlarda zikir esnasında zikirde kullanılan kelimelerin ışıklı bir şekilde hayal edilmesiyle; bazı tarikatlarda ise murâkabe adı altında kalp üzerine dikkati yoğunlaştırmakla veya genel olarak ilâhî sıfatları, yaradılışı tefekkür etmekle gerçekleştirilir. Bir tarikata mensup olsun olmasın bir Müslümanın itikâf denilen ibadeti gerçekleştirmesi de meditasyon üstü bir olaydır ki hem kişi için muhteşem bir tecrübe, hem de o kişinin mensup olduğu toplum yararına muhteşem bir pozitif enerji (feyiz) kaynağıdır. Kifâî olmasının hikmeti ise burada saklıdır; yüce Allah toplumdan birini o toplum yararına pozitif enerjiyi çekmek için seçmiştir.

Yogada da belli bir takım vücut duruş şekilleri ve nefes alma egzersizleriyle vücudu ve tabiî olarak da zihni ve rûhu dinlendirme amacı vardır ki, bu da her bir âzânın hakkını vererek tâdil-i erkâna uygun bir biçimde namaz kılmayı akla getirir.

Yoga felsefesindeki nirvana terimi ise kişinin yeryüzünde tekrar doğma ihtiyacından kurtulacak derecede gelişmiş, olgunlaşmış olması anlamına gelir ki hiçbir Müslüman tekrar dünyaya gelmeyi arzu etmeyecek kadar olgundur ve kadere teslim olmuştur zaten.

Uzak Doğuya ait örneklerini verdiğimiz bu gibi yabancı mistik unsurların İslâmî unsurlara benzerliği onların da kaynağının eski hak inançlar olabileceğini akla getirebilir. Ne var ki yeni bir dine ihtiyaç duyuracak kadar deforme olmuşlardır. Yaratıcı da bu yüzden yeni ve son bir din göndermiştir. Ve bu din, hiçbir doktrinin veremeyeceği kadar huzur verebilecek kapasitededir. Bu dindeki her ibadetin bir hikmeti vardır ki bunlar şahsiyet tekâmülü ve ebedî mutluluk için en doğru formüllerdir.