KAYIP İLÂNI…

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Kaybedenler, kazananlar, soruyorlar: Ne kayıp?
Daha dünyâya gelirken giden efsâne kayıp!..

Geceden gündüze hem peş peşedir hem ayrı,
Yanıyor ay ve güneş, nûruna pervâne kayıp!

Yapı cân attı şehirden köye, köyden şehire,
Kapıdan pencerenin umduğu mestâne kayıp…

Şu kızıl çöl ne kadar boş, şu gülistân ıssız;
Ağla Leylâ, sana Mecnun gibi dîvâne kayıp…

Çağda sahrâlara sabrettirecek sevdâ yok,
Bağda aşkın göze göz sürdüğü vîrâne kayıp…

Yâsemin, Lâle ve Şebnem, kışa mağlûb olmuş,
Çok yazık; Gonca, Karanfil, Nilüfer, Defne kayıp!

Eğri hançer kesilen yaylı virajlar, ne de çok,
Çünkü yollarda elif huylu olan sîne kayıp…

Eritir mum gibi günden güne insânı çile,
Tene makber bulunur, rûha dökümhâne kayıp…

Kafalar sâdece ayran tası olmuş gibidir,
Sen de yandın bebeğim, önceki süthâne kayıp…

Ak değil bardağa artık döküyor testi, kara,
Kusturur mîdeyi mutfak, temiz aşhâne kayıp…

Dedesiz evlere baykuş, yuva yapmış şimdi,
Ninemin çektiği tesbîhi seven hâne kayıp…

Dünkü saklambacı, kim yaptı dolambaç bu gece?
Baba âlemde, çocuk kayboluyor, anne kayıp!

İyilik az, televizyon kötülükler deposu,
Oluyor bilgi kayıp, olmadı hiç fitne kayıp…

Türlü rol, türlü dekor, türlü figür, meydanda;
Ebedî seyre giderken ezelî sahne kayıp!..

Her taraf yol boyu meyhâne üzüm sarhoşuna,
Kalbi sarhoş olanın gittiği meyhâne kayıp…

Kimi vitrinde çürürken, kimi kantinde kokar,
Sokağın kirli binâsında gusülhâne kayıp…

On çamur maskeye hapsetti güzellik boyası,
Son semâzenle çöken eski semâhâne kayıp…

Şimdi mikrop da sanatkâr, acıyın hastalara,
Arttı can derdi, fakat sıhhat-i Lokmâne kayıp…

Bizi yıkmaz şu virüslerle boğuşmak, lâkin,
Dizlerin doğrularak döndüğü hastâne kayıp…

Ne zaman kudrete sırt döndü, burun büktü tabip,
O zamandan beri kudretli şifâhâne kayıp…

Kaybeden çok, kazanan az, küpü oynak buranın,
Fazla kâr umdu heves, eyledi kâşâne kayıp!

Bozdu tayfun yeşeren dağları, rüzgâr ovayı,
Merhametten yana ey gonca, yetimhâne kayıp…

Hepsi insâna delâlet; kereviz, elma, kiraz;
Çoğu ham şimdi, kebâb olmaya kestâne kayıp!..

Ey ağaç! İşte güneş, işte su; toprak da güzel,
Niye meyvendeki tekrâr ekilen tâne kayıp?!.

Dün dokuz gökte kılıç astı kalemler, lâkin,
Kında paslandı bugün, doğru hayalhâne kayıp!..

Dönecek dendi; fakat kaldı hesap Bağdat’ta;
Eksiden artıyı tespît edecek vezne kayıp!

Koca coğrafya, yazık, düştü küçük bir kafese;
Bizi üç kıt‘ada baş tâcı eden karne kayıp!

Çok, bu darlıkta hesapsız eğitim merkezimiz,
Ama çağlar açacak Fâtih’e dersâne kayıp!..

Gözü yüksekte başın, ufku çakılmış çukura,
Akla âit gezegen, gönle rasathâne kayıp…

Ne çıkar; deş bakalım, başkasının çöplüğünü!
Kendi bağrında unuttun; yedi yüz hazne kayıp!..

Rafta hâin güveler öyle kemirmiş ki, ayıp,
Üç kitap sanma beyim, onca kütüphâne kayıp!..

Doğru-yanlış demeden Türkçeyi katletti eden,
Cümle mânâ kuramaz; nesne kayıp, özne kayıp…

Son kuraklarda çoraklaştı hayâtın denizi,
Taş ve kum kaldı, yürekten süzülen tekne kayıp…

Kayba rağmen, yine içten içe sahrâda bile,
Akıyor kevseri Hakk’ın, içecek teşne kayıp…

Şaşma insek de eşekten, bineriz taksilere;
Yerde çok şey yaparız, gökteki tersâne kayıp…

Mumu poyrazda helâlin, feri sönmüş sönecek,
Bin lodos buldu haram, üfledi vicdâne kayıp.

Çıktı meydanda sekiz tahterevalliyle oyun,
Tilkiler, verdiriyor aslana merdâne kayıp!..

Eğri, doğrulmaya zıt, girmeden evvel tabuta,
Hep budur, ahsen-i takvîme sefîlâne kayıp!..

Güneşin battığı yerlerde, derin dehlizde;
Doğunun mührü olan şems-i şâhâne kayıp!..

Yazamam her şeyi; sığmaz kayıp îlânlarına,
Kimi bîgâne kayıptır, kimi dostâne kayıp…

Yol kayıp, yolcu kayıp… Çâre nedir, ey Seyrî,
Çâre; ey can, dememek cân ile cânâne kayıp!..

Vezni: feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)