Abbasîler Dönemi-I (750-1258) ABBASÎLERİN İKTİDARA GELİŞİ EHL-İ BEYT’İN ROLÜ

Ahmet MERAL

ahmetmeral@yuzaki.com

Hazret-i Peygamber döneminde gönüllerde başlayan köklü değişim, öncelikle Arap Yarımadası’nda idaresini Hazret-i Peygamber’in yürüttüğü bir İslâm devletinin oluşmasına yol açmıştı.

Ancak Dört Halîfe döneminde meydana gelen inanılmaz zaferlerin ardından giderek bir imparatorluk büyüklüğüne ulaşan İslâm Devleti; Emevîler döneminde, İslâmiyet’in rûhuna yani devletin var oluş felsefesine taban tabana zıt birçok uygulamayla karşı karşıya gelmişti. En azından idare temelinde inananlar açısından utanç verici ve izahında zorluk çekilen yanlışlar istisnaî bir durum olmaktan çıkmıştı. Çoğunluğu Dört Halîfe döneminde olmak kaydıyla İslâmiyet’e giren bölgelerdeki yeni Müslüman olan milletlerin eğitimi ihmal edilmiş, kabullendikleri Müslüman kimliği derinleştirilememişti. Baş döndürücü bir sür’atle İslâmiyet’e geçen ve İslâm devletinin tebaası olan kitlelere, aynı sür’atle Hazret-i Peygamber döneminin merhamet ve adaleti öne çıkaran İslâm anlayışı kazandırılamamıştı. Emevîlerin, başta Hazret-i Peygamber’in ev halkına takındığı düşmanca tavır olmak üzere, geniş kitleler üzerinde kurdukları baskı, bazı sahâbîlere karşı gösterdikleri hürmetsiz tavır ve Araplardan bir, Arap olmayandan iki vergi almak gibi İslâmiyet’in rûhuna aykırı uygulamaları çok geniş bir muhalif kitlenin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Emevîlere muhalefetin önüne geçilemezdi. Ancak muhalefet acaba hangi temel değerler ve manivelâ üzerinden yapılacaktı?

Emevî tarihine bakınca satır başlarını incelemek bile bu hareketin alternatifinin kim olabileceğinin ve neleri bayrak yapabileceğinin ipuçlarını taşımaktaydı.

Hazret-i Peygamber’in damadı, râşid halîfe Hazret-i Ali’nin şehid edilmesinden sonra yönetimi ele geçiren Emevîler, kendileri için en büyük siyasî tehdit olarak gördükleri Hazret-i Peygamber’in ev halkını (ehl-i beyt) gözetim altına almışlardı. Bu dönemin bir parçası olarak Hazret-i Hasan’ı, hilâfeti kendilerine devretmeye mecbur bırakmışlar, direnen Hazret-i Hüseyin’i ise şehid etme cür’et ve küstahlığından sakınmamışlardı. Ömer bin Abdülaziz dönemi dışında hemen hemen tüm Emevî tarihi boyunca hutbelerden Hazret-i Ali’ye ta‘n ve sövgü sıradan bir cürüm hâline getirilmişti.

Gayet tabiîdir ki, Haşimoğullarından Hazret-i Ali’nin evlâtları da kaynak ve delillerini bizzat Peygamber evinde yaşanmış değerlerden alarak Emevîler aleyhinde bir muhalefet geliştirmişlerdi. Emevîler; sadece Hazret-i Peygamber’in ev halkının temsilcisi olan Hazret-i Ali ve evlâtlarına değil, sahâbe ve tâbiînden mûteber birçok zâta da zulüm ve baskıdan geri durmamışlardı.

Öte yandan Emevîlere önemli bir muhalefet de Hâricîlerden geliyordu. Dar düşünceli, kıt akıllı, firâset ve basîretten mahrum olsalar da, Hâricîler diye bilinen bu topluluk; temel kaygıları tetkik edildiğinde, dini daha iyi yaşama istekleri öne çıkan bir kimliğe sahiptiler. Şüphesiz muhalefetin topluluk olarak malzemesi yeni fethedilen topraklarda yaşayan halk kitleleriydi.

Abbasîler, Emevîlerin baskıcı yönetimine karşı muhalefeti çok iyi organize etmişlerdi. Daha Hişam bin Abdülmelik döneminden itibaren gizlice teşkilâtlanmış, meşrûiyetlerini; iktidarın Hazret-i Peygamber’in ehl-i beytine ait olduğu kabulü üzerine oturtmuşlardı. Hazret-i Peygamber’in amcası Hazret-i Abbas’ın soyundan geldikleri için kendilerini de ehl-i beyte sahip çıkma konusunda yetkili görmekteydiler.

Nitekim Emevîlerin son otuz yılında, güttükleri dâvânın «ehl-i beytin haklarını koruma» olduğu tezini işleyerek muhalefetin olgunlaşmasını beklemişlerdi. Bu zaman zarfında Hazret-i Ali’nin evlâtları etrafında kümelenen sevgi hâlesini görüyorlar, onlarla çatışmadan, onların gücünü kendi lehlerine kullanmanın altyapısını hazırlıyorlardı.

Nihayet 750 yılında Horasan eyaletinde Ebû Müslim önderliğinde başlayan ve kartopu gibi büyüyerek etkisini artıran isyan, Şam’ın ele geçirilmesi ile başarıya ulaştı.

Ancak Peygamberimiz’in ehl-i beytini bayrak edinerek iktidara gelen Abbasîler, kısa bir süre sonra Hazret-i Ali’nin evlâtlarına, Emevîler dönemindeki haksız muamelenin bir benzerini reva görmekten çekinmediler. Ehl-i beyt savunucularının ve dolayısıyla iktidarın meşrû temsilcisinin kendileri olduğunu ileri sürerek Hazret-i Ali’nin evlâtlarıyla yollarını ayırdılar. Oysa Abbasîler adına halkı yönlendiren davetçiler, kendilerini bir iktidar isteklisi olmaktan çok, Allah tarafından istenilen değişikliğin aracıları olarak tanıtmışlardı. İleri sürdükleri dâvâ, haksızlığa karşı hakkın korunması dâvâsı idi. Bey’ati de kendileri adına değil, ileride Peygamber ailesinden ittifakla belirlenecek bir şahıs adına almışlardı.

ABBASÎ İHTİLÂLİ

750 yılında Ebu’l-Abbas Abdullâh’ın Kûfe’de halîfe ilân edilmesiyle yeni bir dönem başlamış oldu. Hazret-i Peygamber’in vefatından 118 yıl sonra işbaşına gelen Abbasîlerle birlikte İslâm devleti, hâkim Arap karakterinden sıyrılarak İran etkisinin ağır bastığı bir İslâm devletine dönüştü. Böylece Araplar da, Arabistan da bu yeni devletin hâkim unsuru olma rolünü kaybetmişti. Öyle ki, Abbasî halîfesi kendini Sasanî medeniyetinin vârisi olarak görmekteydi. Devlet, Sasanîlerin saray örf ve âdetini, medeniyetini, mimarîsini ve zenginliğini benimsemişti. Oysa Emevîler Hazret-i Peygamber’in cihanşümûl İslâm devletini giderek bir Arap devletine dönüştürmüşler; yönetim ve orduda Arapları, mevâlîye (Arap dışı unsurlara) üstün tutan bir anlayışı benimsemişlerdi. Esasen Araplar da tarihte izini sürebilecekleri bir devlet tecrübesine sahip değillerdi.

Dört Halîfe ve Emevîler döneminde gerçekleştirilen fetihlerle Müslüman Araplar Mezopotamya, İran ve Mısır gibi kadîm medeniyetlerin yer aldığı bölgelerin büyük bir kısmını ele geçirmişlerdi.

Abbasîler bu geniş memleketlerde günlük hayatı sevk ve idare edecek, vergi toplayacak, askerlik ve güvenlikle ilgili işleri yoluna koyacak devlet birimlerinin oluşturulmasında mevâlîden (Arap olmayan unsurlardan) önemli ölçüde yararlandılar. Bununla beraber diğer milletlere yapılan ikinci sınıf insan muamelesine son vererek daha hoşgörülü bir devlet yapısı oluşturdular. Ümmet şuuruna daha yatkın olan bu tavır, Arap olmayan milletlerin İslâmiyet’e geçişlerini hızlandırdı. İranlılar ve Türkler bu dönemde hızla İslâmiyet’e geçtikleri gibi, İslâm devletinde çeşitli görevler de üstlendiler.

Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, İran’ın Toharistan bölgesinden Bermekoğulları tarafından düzenlendi. Türkler için hususî olarak Samarra şehri kurularak onların askerî yönünden faydalanıldı. Nitekim Harun Reşid’in oğulları Me’mun ve Mu‘tasım dönemlerinde Türklerin orduda ve dolayısıyla devletteki ağırlıkları artmıştı. Kaynaklar Me’mun döneminde ordudaki Türk askerlerinin sayısını 8-10 bin olarak göstermektedir.* Halîfe Mu‘tasım ise zaten Türklerin desteği ile halîfe olmuştu.

Abbasî İhtilâli’nin ağır yükünü omuzlarında taşıyan Horasanlılar yeni devletin yüksek makamlarını paylaştılar. Hareketin askerî lideri Ebû Müslim büyük bir nüfuz ve iktidar sahibi oldu. İlk halîfe Seffah âdeta onun gölgesinde kalmıştı. Halîfe Mansur, Ebû Müslim’in bu hâkimiyetine daha fazla tahammül edemeyerek onu öldürttü. Bermekî ailesi devlet içinde bütün bürokrasiyi elinde tutan kudretli bir konumda idi. 803 yılında Harun Reşid bir bahane ile Bermekî ailesini bertaraf etti.

* Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ, İslâmiyet ve Türkler