Hayatı Yaşanmaz Hâle Getirmeyelim İNANMAK İHTİYACI

Sadettin KAPLAN

sadettinkaplan@gmail.com

İnanmak ve ihtiyaç…

Bu iki kelime, normal bir cümle içinde pek de bir araya gelmezler. İnanmak; hiçbir tereddüt göstermeksizin, bir fiil ya da sözü kabullenip özümsemektir. İhtiyaç; vücudun ya da rûhun bir mecburiyetle, bir «şey»e erişmek, ona sahip olmak, onu edinmek, onunla birleşmek arzusu ve sâikıdır…

İnanmak kavramını teolojik (ilâhiyat) açıdan ele alacak olursak; bu kavramın her dinde, her felsefede, hattâ dinsizlikte (ateizm) bile söz konusu olduğunu görebiliriz.

Kendilerince bir din oluşturduklarını sanan veya bir dinin bir ucundan tutup; o dini felsefesine ya da felsefesini o dine dayandıran Yaratan’a inançlı filozoflar yanında, felsefesi bir din gibi algılanan dinsiz filozofların tamamı bir «inanç»ın ihtiyacıyla vicdanî bir gayyâ içinde kıvranıp durmuşlardır…

Birçok felsefenin temelini oluşturan iki asıl unsurdan biri «düşünce», diğeri ise «varlık» tır.

Descartes felsefesinin temelini oluşturan o ünlü sözün özünde düşünce vardır… Oysa, dini objektif bir olay gibi idrak etmek yerine, fertlerin dine (Hıristiyanlık) samimî olarak bağlanmaları görüşünü savunan Danimarkalı filozof Sören KIERKEGARD, düşünceyi tamamen reddetmemekle birlikte, felsefesini «varlık» üzerinde yoğunlaştırır. Kierkegard der ki:

“Eğer düşünce muhayyileyi hor görmeye başlarsa, muhayyile de düşünceye aynı tavrı takınır; aynı şey duygu için de böyledir. Yapılacak iş, birinin değerini ötekinin üstünde tutmak sûretiyle, bir ayırma yapmak değil, onların haklarını eşit bir duruma getirecek şekilde, aynı zamanda birleşmelerini sağlamaktır. Varlık, bu birleşmeden meydana gelecek olandır.”

Bir bakıma İslâm tasavvufundaki; «Vahdet-i vücud» ile önemli noktalarda benzeşmeler gösteren; «Biz olan kuşatan» veya; «Biz olan varlık» ile; «Biz olan kuşatan»ın üçüncü hâli olan «ruh» gibi Eflâtun kaynaklı Hegel felsefesinde «rûh»un bir sonu vardır. Alman egzistansiyalist filozof Karl JASPERS’e göre;

“Ruh, her türlü objeleşmeyi aşar ve tecrübe yoluyla bilinemez. Ruh, kendisine savaş açan, bu sûretle olduğundan öteye geçen sonu gelmez bir gayret ve hiç durmayan bir faaliyettir.”

Felsefesinde; «Var olmak» ile; «Sahip olmak» arasına oldukça kalın çizgiler çeken Fransız filozof Gabriel MARCEL, Yûnusça bir özge yaklaşım gösterir İslâmî tasavvufa. Der ki;

“Ayrı telâkkî etmediğim müddetçe, kendimden ayrı olmayan vücudum, benimle kendisi arasında bir açıklık bulundurmaz. Bir başka ifadeyle, daha çok benden ayrılmaz telâkkî edilen vücudum, bana göre bir obje gibi görününceye kadar, benim benliğim olan vücuttur.”

A. Cressy MORRISSON, en keçeleşmiş beyinlere bile bir damla bengisu gibi akan şu cümlesiyle idraki ötelerin ötesine çekiyor:

“Yüz binlerce hücre en doğru işi, en münasip zamanda ve en uygun yerde yapmaya mecbur edilmiş gibidirler. Hakikatte ise onlar serbest iş görürler. Hücreler böyle bir idrake sahip midirler? Yoksa…”

İdraki olmayan hücrelerin, kendi iç bünyelerinde nasıl bir faaliyet gösterdiklerini, kendilerini nasıl onardıkları, gerektiğinde ana vücudun bir bölümünün onarımı için nasıl kendilerini kurban ettiklerini idrak sahiplerinin nereye bağlayacakları bellidir. İdraksiz hücrelerin bile kurgulanmış bir gayretle üzerlerine düşen görevleri nasıl yaptıklarını, idrakin âciz kaldığı sayıda canlı hücreyi vücudunda taşıyanların idrak etmeleri gerekmektedir…

İnanmak; tüm inançlardan kendilerini tecrid etmek isteyenler için bile en temel ihtiyaçtır. Bu ihtiyacını gideremeyenlerin ya da kendi istekleriyle kopmak isteyenlerin içine düştükleri anaforlarla, ruhlarını ve vicdanlarını kasıp kavuran kasırgalarla, idrak çöllerinde çıldırışın çığlıklarıyla nasıl bir dünya ve ruh cehennemi yaşadıklarının örnekleri çoktur.

Yukarıda, Egzistansiyalizm felsefesinin çok önemli kurucu ve temsilcilerinin, düşünceleri düğümleyen ifadelerinden kısa alıntılar sunduk. Bu sözleri eğip-bükerek getirmek istedikleri nokta ise, bize göre düpedüz inançsızlık çölüne felsefî bir vaha yeşilliği getirebilmek gayretinden başka bir şey değildir…

İnanmak bir ihtiyaçtır. İnançsızlığın ruh cehenneminin dayanılmaz acısını, bazı çevrelerdeki tüm şöhret ve mûteberliklerine rağmen Tevfik Fikret de, Jean Paul SARTRE da yaşadıkları bir dönemde duymuşlardır…

Aslında çok hassas bir ruh yapısına sahip olan Tevfik Fikret; «Tarîh-i Kadîm» için nedâmetini:

“Ben onu istibdâdın en karanlık bir zamanında ümitsizliğin ve tesellisizliğin; hissimi, şuurumu meflûç kıldığı bir günde yazmıştım. Yalnız en itimat ettiğim bir dostumdan başkasına da göstermemiştim.” cümlesiyle belirtirken, Mehmed Âkif, bunun bir mazeret olamayacağını şu sözlerle haykırıyor:

“Ahlâk kürsüsünden haykıran bir adamın, ister inansın ister inanmasın, halkın ahlâk mesnedi olan bir varlığına ulu orta sövmesi; işte bu akılların kabul edemeyeceği bir şey.”

Tevfik Fikret’in; «İnanmak İhtiyacı» adlı şiiri, çalkantılı hayatının son demlerine yakın ve hasta yatağında yazılmış olması açısından çok önemlidir:

Bütün boşluk: Zemin boş, âsuman boş, kalb ü vicdan boş;
Tutunmak isterim, bir nokta yok pîş-i hasârımda.
Bütün boşluk: Döner bir hîçi-i mûhiş civârımda,
Döner beynim berâber; ihtiyârım, sanki bir sarhoş,
Düşer, lagzîde-pâ, her sâha-i ümmîde bir kerre…
Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki benzer gurbet-i kabre;
İnanmak… İşte bir âgûş-i rûhânî o gurbette.
Karanlık: Her taraf, her şey karanlık, bir hazin yeldâ!
(…)
İnanmak… İşte bir şehrâh-ı nûrânî o zulmette.

“Bütün boşluk: Yer boş, gök boş, kalp ve vicdan boş. Tutunmak isterim, hüsranla örülü ufkumda tutunacak bir nokta yok. Bütün boşluk: Çevremde korkunç bir hiçlik (anaforu) dönmekte. (Bu anaforla birlikte) Bir sarhoş gibi beynim de, iradem de dönüp durmakta… Her ümide (inançsızlıktan doğan) bir yalnızlık hüznü çöker ki; Bu hüzünlü yalnızlık bir mezar gurbetine (yalnızlığına) benzer. İnanmak… İşte bir rûhânî (huzurlu-dost) kucağıdır o gurbet yalnızlığında. Karanlık: Her taraf, her şey karanlık, uzun (bitmeyen) bir hüzün.”

(Son mısra)

“İnanmak… İşte (bu hüzünlü karanlık içinde) aydınlık bir ana caddedir…”

Son din olan İslâmiyet’in aydınlığıyla, son kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’in «ilga» ettiği semâvî dinlerde ve filozofların felsefelerinde bile inanmanın bir ihtiyaç olduğu kabul edilmektedir.

Hâlâ mensubu olduğu yüce İslâm dininin inceliğini tam anlamıyla özümseyememiş bazı kimselerin batı filozoflarının bâtıl felsefelerinde, Uzak Doğunun garip füsununda incelik ve yücelik arayanlar ne yazık ki varlar… Budizm’in masalımsı anlatılarında, yoga ve meditasyon seanslarında «Nirvana»ya kavuşup, huzuru bulmayı umut edenler bilmeliler ki; yüce İslâm dininde, o hayranlık duydukları şeylerin özü, aslı ve dahası var… Tasavvuf deryasından bir katrecik nasibi olanlar bilirler…

Mevlânâ diyor ki:

Maslahat ez dînimâ cenk u şükûh,
Maslahat der dîn-i Îsâ ğār u kûh.

Meali;

“Bizim dinimize uyan, ileri atılıştır, savaştır; İsa dinine uyan ise dağa, mağaraya çekilmedir…”

Biraz tasavvufî düşünürsek, Tevfik Fikret’in yuvarlandığı boşluğu daha iyi anlayabiliriz. İnsan; «zübde-i âlem», yani kâinatın çekirdeğidir. İnsan, küçük âlem; kâinat, büyük âlemdir. Atom çekirdeği ve atom gibi… Bedenleri fâni olan bu âlemleri içten ve dıştan çepeçevre kuşatan bir; «Bâkî-i Mutlak» vardır.

İslâm’ın aydınlık caddesinde idrakin ipini elinden bırakmayan, içten ve dıştan sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan Zât-ı Mutlak’ın çepeçevre sardığı hiç kimse yalnız ve karanlıkta değildir…

KAYNAKLAR
Felsefeye Giriş, Karl JASPERS (Çev. Mehmet AKALIN) Hareket Yayınları, İstanbul, 1971.
İnsan, Kâinat ve Ötesi, A. Cressy MORRİSSON (Çev: Bekir TOPALOĞLU) Hareket Yayınları, İstanbul, 1972.
Egzistansiyalist Felsefenin Beş Klâsiği, Frank MAGİL (Çev: Vahap MUTAL) Hareket Yayınları, İstanbul, 1971.
Tevfik Fikret ve Din, Doç. Dr. Hikmet TANYU, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1972.
Gecelerin Gündüzü, Ali Ulvi KURUCU, Mârifet Yayınları, İstanbul, 2002.
Âkifnâme, Hasan Basri ÇANTAY, İstanbul, 1966.
Beş Şair, Sadettin KAPLAN, Saka Yayınları (2. Baskı) İstanbul, 2005.