«Ehad!.. Ehad!..» DESTANSI DİRENİŞ

Âdem SARAÇ

ademsarac@yyu.edu.tr

Bütün hakaret, işkence ve eziyetlere rağmen, tevhîdi haykıran Hazret-i Bilâl, Ümeyye kâfiri başta olmak üzere müşrikleri çileden çıkarıyordu.

Fena hâlde kızan Ümeyye kâfiri, sağlam bir ip getirtip Hazret-i Bilâl’ın boynuna bağladı. Bir yandan hakaretle beraber dayak atıyor, bir yandan da çirkin çirkin küfrediyordu:

“–Siyah pis köle seni! Azabım çok şiddetli olacak!”

“–Allâh’ın azabı daha şiddetlidir.”

“–Sen şimdi gör azabı!”

Boynuna bağladığı ipi sıkıca çekip boğacak bir duruma getirdi. Hazret-i Bilâl nefes alamadı. Boğulacak gibi oldu. Buna rağmen boğuk sesle yine: “Ehad! Ehad!” diyordu.

İyice çılgına dönen Ümeyye kâfiri, ipi sertçe çekip yerlerde sürüyerek sokağa çıkardı. Hem ipi çekip boğacak hâle getiriyor, hem de herkese işittirip gözdağı veriyordu:

“–Bak nasıl bakıyorlar sana, görüyor musun? Herkese ibret olsun bu! Senin gibi beyinsizlere ibret olsun bu hâlin!”

Sokakta sürüyerek küfürler savururken, bir yandan da gözü dönmüş gençleri ve ne yaptığını bilmez çocukları başına topladı:

“–Gelin bakalım gençler, çocuklar siz de gelin. Şu dinini değiştirerek sapıtmış köleyi Mekke sokaklarında sürüyerek dolaştırın da, bütün âleme ibret olsun!”

“–Yürü hadi, pis köle seni! Putlarımızı terk edip sapıtırsın ha! Şimdi görürsün gününü sen!”

Ne yaptığını bilmez çocuklar ve öfkeli gençler elinde sağa-sola çekiştirilip sokak sokak sürüklenen Hazret-i Bilâl, zor duyulabilen bir ses ile daha doğrusu hırıltı ile yine: “Ehad! Ehad!” diyerek, iyice çileden çıkarıyordu zalimleri.

Hazret-i Bilâl: “Ehad! Ehad! Bir’dir (Allah) Bir’dir!” dedikçe, üzerine kırbaçlar iniyordu. Boynundaki ip yetmiyormuş gibi, sürekli de kırbaçlıyorlardı.

Bütün herkes büyük bir dehşetle olayı izliyor, müşrik nasipsizleri kahkahalar atarken, yürekler parçalayıcı manzarayı gören Müslümanların içi yanıyordu.

Her şeye rağmen destansı bir tablo sergileyen Hazret-i Bilâl, bunca zorluğa rağmen en son gücüne varıncaya kadar, bütün sesi ile tevhîdi haykırıyordu.

“Ehad! Ehad! Bir’dir (Allah) Bir’dir!”

Hazret-i Bilâl’ın bu destansı direnişi, canavar müşrikleri çileden çıkarıyor, daha bir canavar hâle getiriyordu.

Bir yandan boynuna bağlı iple sokaklarda süründürülüyor, bir yandan acımasızca kırbaçlanıyor, bir yandan tekmeleniyor, bir yandan üzerine tükürülüyor, bir yandan da hiçbir insanın ağzına alamayacağı derecede pis küfürlerle şahsiyeti incitiliyordu. Bütün bu çekilmezlere rağmen, akıllara durgunluk verecek bir sebatla sabreden Hazret-i Bilâl, sürekli tevhîdi haykırıyordu.

Boynuna bağlı ip, boynunu fena hâlde kesmişti. Zor nefes alıyordu. Ayakta bile zor duruyor, sürekli tartaklanarak yere yıkılıyordu. Ağzı kurumuş, dudakları çatlamıştı. Bu duruma daha fazla dayanamayan Hazret-i Sümeyye, elindeki su kabı ile Hazret-i Bilâl’e yanaştı:

“–Ey Bilâl! Su getirdim bak. Hadi iç de rahatla biraz.”

Hazret-i Bilâl tam suyu alacakken nasipsiz bir müşrik sert bir tekme atarak, elindeki su kabı ile yere düşürdü Sümeyye hanımı.

“–Çekil be pis köle! Sen kimsin ki, cezalandırdığımız bir âsîye bizden izinsiz su veriyorsun? Acımak sana mı kaldı?”

“–Şuna bakın, sürüklenmekten dizleri bile parçalanmış. Boynundaki ip boğazını kesiyor. Bir yudumcuk olsun su verin bu garibe.”

“–Ona su içirmek ha! Atalarımızın putlarını terk eden böyle âsî ve pis bir köleye merhamet ha! Ya putlarımıza dönecek, ya da böyle geberip gidecek!”

“–Allah’tan korkun, Allah’tan!”

“–Ne dedin sen, ne dedin? Sen de Müslüman mısın yoksa?”

“–Hamd olsun, ben de Müslümanım!”

“–Şimdi görürsün sen. Şu koca sopayla beynini dağıtayım da gör!”

Elindeki sopayla Sümeyye’ye vurmaya başlayan Ümeyye kâfiri, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

“–Ne duruyorsunuz be! Vurun bu pis köleye. Bu da putlarımızı terk etmiş, duymadınız mı? Vurun hadi, vurup parçalayın ikisini de!”

Hazret-i Bilâl veya Hazret-i Sümeyye değildi sadece. Allah diyen herkes aynı kaderi ve çileyi paylaşıyordu.

Ümeyye kâfirinin, akla-hayale gelmeyecek onca işkence ve eziyetlerine rağmen, Hazret-i Bilâl’de en küçük bir gerileme yoktu. Her geçen gün îman ve amel ile öyle bir kıvama geliyordu ki, şirk karanlığının karanlık müşrikleri, bu îman fedaîsinin destansı direnişi karşısında şaşırıp kalmışlardı.

Kızgın güneş altında yerlere yatırılan Hazret-i Bilâl, kendini bile aşmıştı artık…

“–Nasıl ey Bilâl, aklın başına geldi mi?”

“–Ehad! Ehad! Bir’dir (Allah) Bir’dir!”

“–Yeter artık, beni daha fazla kızdırma. Yoksa canını alır, derini yüzerim senin!”

“–Ehad! Ehad! Bir’dir (Allah) Bir’dir!”

“–Sus, sus! Delirtecek misin beni? Aklını başına al. Bu sözlerden vazgeç. Putlarımıza yemin olsun ki, ya putlara dönersin, ya da hayatı haram ederim sana!”

“–Sonsuz devlete erdim ben! Bunca güzellikten sonra mı eski sapıklığa döneceğim? Hayat ancak âhiret hayatıdır. O da burada kazanılır. Beni karanlığa sürükleyeceğinize, aydınlık ufuklara gelsenize…”

Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-, destansı direnişi ile, İslâm önderlerinin ilklerinden oldu. Öyle bir aşk ile donanmıştı ki, hiçbir şey inancından koparamazdı onu.

Allah ve Rasûlü’nün aşkı…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

.