Ârif’in İmtihanı ÇÖP SEPETİ

İrfan ÖZTÜRK

Rivayet olunur ki, Musa -aleyhisselâm- ile Cenâb-ı Hak arasında Tûr-i Sînâ’da şöyle bir konuşma cereyan etmiş:

“–Yâ Musa! Dünyada yakın ve uzak komşuların var. Onlar zaman zaman seni ziyaret eder, hâlini-hatırını sorarlar. Bu güzel davranışlarından memnun olduğunu ifade ile onlara teşekkür eder ve sen de onların ziyaretlerine gidersin. Bu ziyaretleşmelerinizden ben hoşnut olurum. Çünkü bir kulumun, sadece benim rızam için diğer bir kulumu ziyaret etmesi indimde çok kıymetlidir.

Ey Musa! Dünyada böyle komşuların olduğu gibi âhirette de komşuların olacaktır. O komşularından cennette sana en yakın olacak olanı dünyada tanımak ister misin?”

“–İsterim yâ Rabbi, tanıyayım ki ona bu dereceyi kazandıran amelinin ne olduğunu bileyim ve ümmetimin diğer fertlerine de onu örnek göstereyim.”

“–Öyleyse ey Musa, falan şehre git. O şehrin kenar mahallesinde mütevazı bir kasap dükkânı var. O dükkânın sahibi senin cennetteki en yakın komşundur. Şimdi tanışıp beraber olmanın zamanıdır. Git benim de selâmımı söyle, yaptığı amelinden çok memnunum.”

Musa -aleyhisselâm- bahsedilen şehre gitmiş ve tarif edilen kasap dükkânını bulmuş, bir müddet kasabın muamelesini, alışverişini seyretmiş. Muamelesine gerçekten hayran kalmış. Çünkü kasabın terazisi dirhem şaşmıyormuş. Kasap, tartısına olduğu kadar insanların haklarını yememeye de dikkat ediyormuş. Gelen fakir müşterilerine istedikleri kadar et veriyor, paraları yetmezse; «Sadakam olsun.» diyerek gerisini helâl ediyormuş. Herkese güler yüzlü ve tatlı davranıyormuş.

Musa -aleyhisselâm- içeri girerek edeple selâm vermiş. Kasap, hürmetle;

“Buyurun efendim, biraz oturun, sırada müşterilerim var, onların işini bitireyim, sonra sizinle ilgilenirim.” demiş. Musa Nebî, bir kenara oturmuş ve cennetteki komşusunu zevkle seyre dalmış. Besmeleyle kesmiş olduğu etleri; «Bismillâh» deyip müşterilerinin sepetlerine yerleştirip, onlara; «Allah, sizden râzı olsun. Rabbim rızâsına uygun amellerle meşgul eylesin.» diye dua edişi, Cenâb-ı Musa’nın gözlerini yaşartmış. Kasap işini bitirip dönmüş, “Hoş geldiniz!” diyerek Musa -aleyhisselâm-’ı kucaklamış. Akşam evine misafir olursa sevineceğini söyleyince Musa -aleyhisselâm- da kabul etmiş. Evin yolunu tutmuşlar. Kasap, misafirine ikram etmek için dükkânından ve çarşıdan bir şeyler almış, birlikte eve gitmişler. Eve varınca kasap, misafirini evinin en güzel köşesine buyur edip;

“Efendim, benim şimdi çok önemli bir işim var. Önce onu halletmem lâzım. Kusuruma bakmayın.” deyip izin istemiş. Evin duvarında yüksekçe bir yerde asılı bir zembil varmış. Kasap besmeleyle o zembili indirmiş ve odadan dışarıya çıkarıp bir müddet meşgul olduktan sonra getirip tekrar aldığı yere asmış. Musa Peygamber; merakla, ne yaptığını sormuş. Kasap başlamış anlatmaya:

“Efendim, zembilin içinde benim annem yatar. Güçlü iken benimle ilgilenip büyüten annem, şimdi güçsüz kaldı. Beni yedirip içiren annem, şimdi yiyemez ve içemez hâle geldi. Yürümekten âciz iken beni, dokuz ay karnında ve doğduktan sonra da kucağında taşıyan annem, şimdi yürüyemez hâldedir. Temizliğimi yapamadığım zaman beni temizleyen annem, şimdi yıkanıp temizlenemez hâle geldi.

Annemin, üzerimdeki emeklerine, hizmetlerine teşekkür olarak Allah rızâsı için ben de şimdi ona hizmet etmeye çalışıyorum. Benim yaptığım annemin yaptığının binde biri olmaz ama Allah Kerim!..

Yedirdim, içirdim, temizliğini yapıp, altını aldım, güzelce yatırdım ve zembili de yerine astım. Senelerdir, bu hizmeti severek yapıyorum. Allah, anama uzun ömürler versin de hizmet edeyim.”

“–Sen, zembili yerine asarken arı vızıltısına benzer bir ses duydum ama ne dediğini anlayamadım. Bir şeyler mi söylüyordu annen?”

“–Evet efendim. Annem yaşlılık sebebiyle ne dediğini bilemez hâle geldi, olmayacak şeyler söylüyor işte.”

“–Ne diyor acaba?”

“–Diyor ki: «Oğlum, Allah senden râzı olsun, amellerini kabul edip, kusurlarını ve günahlarını affetsin ve Rabbim seni cennette Musa Peygamber’e komşu eylesin!» Ben de her seferinde; «Âmîn!» diyorum ama bu dua benim gibi günahkâr birisi için nasıl kabul olur, hiç mümkün mü? Söylüyor işte anacığım.”

Bunun üzerine Musa -aleyhis-selâm- gözyaşları içinde cennetteki komşusuna:

“–Sana müjdeler olsun, ben buraya Allâh’ın emriyle geldim, ben Musa peygamberim. Allah anneciğinin duasını kabul etti ve seni bana cennette komşu yaptı. Annene yaptığın güzel hizmetlerin için, Rabbim: «Onun amelinden çok râzıyım, işine devam etsin, Ben’im de selâmımı ona söyle diye selâm gönderdi.»” diyerek o bahtiyar kasabı müjdeledi.

Ne mutlu ona ve onun gibi olabilenlere!

Ey kardeş! Anneye hizmet etmenin mükâfatını okudun ve öğrendin; sen de anne ve babanın kıymetini bil. Hizmetinde kusur etme. Etme ki, sen de cennette Rasûlullâh’a komşu olasın.

Allah bu büyük keremi cümlemize nasip eylesin. İnşallah.

1974 yılında, rahmetli hocam Hasan AYDIN’dan dinlediğim, annesine sadakatle bağlı olan bir delikanlının yaşanmış hikâyesini anlatmadan geçemeyeceğim, ibretle okuyalım. Benzer dertleri yaşayanlar için inşallah kendine gelme vesilesi olsun:

Üniversitede okuyan Ârif, babasını kaybetmiş, yetim bir delikanlı idi. Aynı sınıfta okuduğu kız arkadaşı Meltem’e gönlünü kaptırmıştı. Dindar bir aileden yetiştiği hâlde, nefsini yenemedi, fırsatını buldu kendi değerlerine aykırı bir hayat yaşayan bu kızla tanıştı ve ona evlenme teklif etti. Ancak kız, Ârif’i parmağında oynatmaya niyetliydi. Şartlarını sıraladı:

“–Ârif, söyle bakalım; malın, mülkün, evin, işin var mı? Beni mutlu edecek dünyalıktan haber ver. Hem evini de görmek istiyorum.”

Ârif;

“–Peki, hemen eve gidelim, evimi gör, ondan sonra gerisini konuşalım.” dedi.

Beraber eve gittiler. Ârif’in evi denize nâzır bir yerde idi. Kız, evi görünce hayran hayran bakmaya başladı. Âdeta evin ve manzaranın güzelliği onu büyülemişti. Ârif; «Bismillâh» diyerek kapıyı açtı ve apartmanın yedinci katındaki dairesini göstermek üzere asansörle çıktılar, kıza evi tarif etmeye başladı:

“Bak Meltem! Burası yedinci kat. On dördüncü daire bizim oturduğumuz daire. Mülkiyeti bize ait. Rahmetli babam ölmeden beş sene evvel almıştı. Allah ondan râzı olsun. Bak burası, evin salonu; burası, oturma odası; burası, yatak odası; burası, misafir odası; burası da, çocuk odası… diyerek ilerlediler. Burası da mutfak diye mutfağın kapısını açtı.

Mutfakta Ârif’in annesi mis kokulu örtüsü ve elinde tesbihi ile seccadesinin üstünde oturup namazını kılmış, tesbihâtını çekiyordu.

Kız, bunu görünce irkildi, fakat bir şey söylemeden evden ayrıldılar. Asansöre binerken Ârif’in annesi oraya kadar geldi ve;

“Hoş geldiniz! Oğlum, kızım niye acele ettiniz, bir kahvemizi içseydiniz memnun olurdum…” dedi. Gitmeleri gerektiğini söyleyince ısrar etmedi.

“Güle güle!” diyerek onları yolcu etti ve kendisi seccadesinin başına dönüp oturdu. Bir mânâ veremediği bu iş için;

“Allâh’ım oğlumu sen koru, oğlum genç; onu sen korumazsan o kendini koruyamaz. Allâh’ım oğlum Ârif’ten başka kimsem yok. Onu şeytanların şerrinden koru!” diye dua edip, ağladı.

Ârif’le Meltem evden ayrılıp, çay bahçesindeki yerlerine döndüler. Ârif, Meltem’e sordu:

“–Meltem, evi gördün, hakkımızda epey bilgi edindin, şimdi ne diyorsun benimle evlenme konusunda?”

Meltem, gözlerini, Ârif’in cevap bekleyen gözlerine dikerek konuşmaya başladı:

“–Ârif, doğrusu her şeyi çok beğendim. Evin çok güzel, odaları yeterinden fazla ve güzel…”

Genç kız birden sertleşerek acımasız gözler ve şeytânî bir edayla devam etti:

“–Ancaaak! Mutfakta bir çöp sepeti var, onu dışarı atman lâzım!.. Aksi hâlde beni unut!..”

Ârif, beyninden vurulmuşa dönmüştü, çöp sepetiyle kastettiği annesiydi! Bir müddet sessiz kaldı. Ârif’in gözleri yaşarmıştı. Kıza dönerek:

“–Meltem, yeter ki sen bu işe; «Evet!» de. O iş kolay. Sen o eve gelmeden, o çöp sepeti evden çıkmış olacak!” dedi.

Bundan sonra evlilik için lâzım gelen bütün şeyler yapıldı. Söz, nişan… derken nikâh günü tespit edildi, davetiyeler bastırıldı.

Beklenen gün gelmişti. Nikâh memuru, Ârif ve Meltem’i kalabalığın önünde huzuruna alarak sordu:

“–Meltem Hanım! Kimsenin etkisi altında kalmadan kendi hür iradenizle Ârif Bey’le evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

Meltem;

“–Evet, ediyorum.” cevabını verdi.

Nikâh memuru bu defa Ârif’e dönerek:

“–Ârif Bey! Siz de kendi hür iradenizle Meltem Hanımla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” diye sorunca Ârif:

“–Asla, asla, asla! Kabul etmiyorum!” diye haykırdı… Ortalık bir anda dondu kaldı. Herkes şaşkınca birbirine bakmaya başladı. Nikâh memuru hayretle sordu:

“–Ârif Bey! Siz sarhoş musunuz? Ne dediğinizin farkında mısınız?”

“–Memur Bey! Sarhoş falan değilim. Aklım başımda, ne söylediğimin şuurundayım. Bu ahlâksız kızla asla evlenmem. Çünkü bu kız, benim asaletli anneme; «Çöp sepeti» dedi. Anneme bu hakareti yapan biriyle evlenmek bana asla yakışmaz.”

Örtüyü, seccadeyi, hakir görme be kızım!
Örtü, tesbih, seccade; şerefimizdir bizim!

Dikenlere katlan ki, güllere el süresin,
Herkesle hoş geçin ki muradına eresin.

(Gülzâr-ı İrfan)