Bir Osmanlı Fedaîsi… SUDANLI ZENCİ MUSA

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

Zenci Musa Sudanlı idi. Babası Girit’e yerleştiği için 1890’lı yılların başında orada doğdu. Kahire’de yaşayan ve tam bir Osmanlı hayranı olan dedesi, onu İslâmiyet’i iyi öğrenmesi ve Osmanlı’yı yakından tanıması için yanına aldı; yetişmesi için büyük ihtimam gösterdi. Türk mahallesinde büyüyen Musa, çok küçük yaşta Türkçeyi güzel konuşmaya başladı. Mısır Hidivinin kuzeni Prens Tosun’un hizmetine giren Musa, 2 metre 10 santim boyunda, gayet iri yapılı, çok güçlü bir gençti. O kadar kuvvetliydi ki, seksener kiloluk iki çuvalı, iki ayrı koltuğunda aynı anda taşıyabiliyordu. Ayrıca zeki, çok cesur, sadık, o nispette de sessiz bir delikanlıydı.

1911’de, İtalyanlar Trablus-garp’a saldırınca, Mısır’dan Osmanlı kuvvetlerine yardıma koşan bir avuç fedakârın içine o da katıldı. Derne cephesinde gösterdiği üstün cesaret ve kahramanlıklar, Teşkilât-ı Mahsûsa liderlerinden Eşref Sencer Bey’in dikkatini çekince, onu kendisine emir eri yaptı. Bundan sonraki kaderi Eşref Bey’inki ile birleşti ve Musa, Teşkilât-ı Mahsûsa’nın her macerasının içinde yer aldı. Eşref Sencer Bey’in, «Arap Musa» veya «Musa Ağa» dediği bu siyahî yiğit, önce Balkan Harbi’nde, sonra Batı Trakya Hükûmetinin kuruluşunda, ardından Birinci Dünya Savaşı’nda onun hep yanı başındaydı. Ölene kadar Osmanlı idealleri için savaşacaktı.

EŞREF SENCER BEY’İN GÖRÜŞÜ

1916’nın son aylarıydı… Âsî Emîr Şerif Hüseyin, Hicaz bölgesinde giderek güçleniyor, Hicaz demiryoluna sabotajlar düzenliyor, çölde dağınık hâlde bulunan Osmanlı kuvvetlerinin küçük birimlerine baskınlar düzenliyor, Arabistan’ın geleceği için ciddî bir tehlike oluşturuyordu. İngiliz ve Fransız subaylarının idaresindeki âsî Arap kuvvetleri, Yemen yolunu kapatarak, devletin Yemen’de bulunan Yedinci Kolordu ile bağlantısını kesmişlerdi. Arap âsîlerine İngiliz hazinesinden oluk gibi altın akıyordu.

Başkumandan Vekili Enver Paşa, Şerif Hüseyin’in bertaraf edilerek, bu isyan ateşinin söndürülmesi konusunda, bölgenin uzmanlarından Eşref Sencer Bey’in bilgisine başvurdu. Eşref Bey, Yemen bölgesinin güçlü liderlerinden İmam Yahya ile bir takım tavizler karşılığında anlaşıp, onun desteği ve Yedinci Kolordunun da takviyesiyle, Şerif Hüseyin’e güneyden bindirme yaparak, bu işin üstesinden gelinebileceği görüşünü ileri sürdü. Bu işi başarmak için, önce on bin kişilik bir hecinsüvar kuvveti kurulması gerektiğini ifade etti.

Enver Paşa’nın, bu görüşü kabulü üzerine yüz elli bini Yemen’deki Yedinci Kolordu Kumandanı Ahmed Tevfik Paşa’ya aktarılmak, yüz elli bini de kurulması düşünülen hecinsüvar alaylarının kuruluşunda harcanmak üzere, Eşref Bey’e üç yüz bin altın teslim edilmesine karar verildi. Eşref Bey bu önemli görev için, Teşkilât-ı Mahsûsa elemanlarından 40-50 kişilik küçük bir grup oluşturacaktı. Grubun içinde iri bedeni ve aslanpençesini andıran elleriyle; «Eşref’in komandosu» diye anılan Sudanlı Zenci Musa da bulunuyordu.

KIZGIN ARAP ÇÖLLERİNDEKİ SAVAŞ!

Mücahidler, iki kafile hâlinde Medine’den Yemen’e doğru yola çıktılar. Önde gidecek olan küçük kafileye kervan süsü verildi. Grubun lideri Zenci Musa, dört adamı ve on beş devesiyle Medine’den San‘a’ya mal götürüyordu. Üç yüz bin altın onlara verilmişti. Çünkü göz kamaştırıcı büyük bir servetin, böyle küçük bir gruba emanet edileceği kimsenin aklına gelmezdi. İkinci kafile onları arkadan takip edecekti. Şayet kuşatılırlarsa silâh atacaklar, arkadaki kafile yardımlarına koşacaktı. Eğer arkalarında bir çarpışma duyarlarsa, develerini hızla Yemen’e doğru süreceklerdi.

Bu minval üzere günlerce yol aldılar. Takvim 12 Ocak 1917’yi gösteriyordu, Ramazan’ın 23’ü idi. Kendilerinde altın bulunmayan ikinci grup, sabah beş sularında İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylarının emrindeki âsî Şerif Hüseyin’e mensup tahminen yirmi beş bin kişilik bir kuvvet tarafından kuşatıldı. Gün boyunca süren çarpışmalar sonunda Eşref Bey ve beraberindeki üç kişi dışında, diğer mücahidler şehid oldu. Fakat Zenci Musa’nın emrindeki küçük kafile çemberin dışında kalarak, üç yüz bin altınla birlikte Yemen’e ulaşmış, emaneti Ahmed Tevfik Paşa’ya teslim etmeyi başarmıştı.

On gün sonra aynı grup, bir sabah karanlığında develeriyle, açlık ve kıtlığın hüküm sürdüğü Yemen’den, Medine’ye doğru yola çıktılar. Güya ticarete gidiyorlardı.

FAKİR MİLLETTEN TEKĀÜDİYE ALAMAM!

Zenci Musa, bir süre Medine’de kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ise, Millî Mücadele’ye destek vermek amacıyla İstanbul’a geldi.

Savaş yıllarında Aden’deki birliklerimizin kumandanlığını yapan Ali Said Paşa, Beyazıt Camii’nde kıldığı bir ikindi namazı sonrası Musa’ya rastladı. Hâlinden zor durumda olduğu anlaşılıyordu. Bu yürekli zenciye yardım etmek istedi.

“Musa!” dedi. “Tekāütlüğün (emekliliğin) için hemen bir istidâ yaz (dilekçe ver), tasdik edeyim, sana tekāüdiye (emekli maaşı) bağlatalım.”

Zenci Musa’nın yüzünde acı bir tebessüm gezindi, şu ibret dolu cevabı verdi:

“Paşam, ben bu fakir milletten tekāüdiye alamam. Zaten vatan elden gitti, bu fakir millet, hazinesinden bir de bana mı bakacak? Çok şükür, elim-ayağım tutuyor!”

KÂHYALIĞI YAŞLI BİRİNE VERİN!

Ali Said Paşa, aldığı cevap üzerine, İstanbul hamallar kâhyası Ferid Bey’in (Millî Mücadele sonrası İstanbul milletvekili) ziyaretine gitti. Zenci Musa’dan söz ederek, birkaç gün içinde birlikte geleceklerini, ona kâhyalık teklif etmesini istedi; fakat Musa’nın hassas bir rûha sahip olduğunu, bu görüşmeden onun asla haberi olmaması gerektiğini sıkıca tembihledi. Sonraki günlerde Paşa, Musa’yı da yanına alarak gümrüğe uğradı. Kısa bir tanışma faslının ardından; Ferid Bey, Galata gümrüğünde bir kâhyaya ihtiyacı olduğunu, bu iş için Musa’nın çok uygun biri olacağını söyledi.

Zenci Musa’nın cevabı şöyleydi:

“Kâhyalığı yaşlı, eli-ayağı tutmaz bir emektara verin. Çok şükür benim gücüm-kuvvetim var, bana hamallık işi verin, ben onu yapayım.”

Kâhyalık görevini kabul etmeyen büyük kahraman, o günden sonra Galata gümrüğünde hamallığa başladı.

İşte hazineleri kum çöllerinden, İngiliz ve âsî Arap eşkıyasının arasından geçirerek, Yemen’deki kolorduya ulaştıran bu gözü pek kahraman, bu derisi siyah, lâkin vicdanı bembeyaz yiğit, kendisine verilen hamal kâhyalığını, gerçek bir vatanperverlik örneği sergileyip, fedakârlık göstererek, «elim ayağım tutuyor» diye reddediyordu.

BAVULUNDAN KEFENİ ÇIKTI!

Zenci Musa, gündüz Galata gümrüğünde hamallık yaparken, gece de Millî Mücadele için Anadolu’ya cephane taşıyordu. Fakat uykusuzluk, bakımsızlık ve içinde yaşadığı ağır şartlar vücudunu aşırı yıpratmış; hassas rûhuna, ülkenin içinde bulunduğu acılar da eklenince, bedeni daha fazla dayanamamıştı. Sonunda o tarihte adına «ince hastalık» denilen vereme yakalandı. Ali Said Paşa’nın bütün ısrarına rağmen bir sanatoryuma yatmayı kabul etmedi. Eşref Bey’in anlattığına göre, devlete yük olmamak için hastaneye yatmayı kabul etmemiş, bavulunu alıp, Şeyh Atâullah Efendi’nin Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’ne gitmişti. Musa, veremden kurtulamayarak kısa süre sonra (Muhtemelen 1920 yılı içinde) tekkede vefat ettiğinde, bavulundan kefeni, bir Osmanlı haritası, bir de Eşref Bey’in soluk resmi çıktı.

Özbekler Tekkesi hazîresinde yatmakta olan bu aziz kahramanın mezar yeri kesin olarak belli değildir.