Yürekleri Parçalayan Manzara YOK EDİLEN OSMANLI MİRASI

Yard. Doç. Dr. Rıdvan CANIM

ridvancanim@mynet.com

Bir zamanlar Osmanlı’nın serhad şehri unvanını elinde bulunduran Belgrad ilk defa II. Murad zamanında kuşatılır. Tarihler 1441 yılını gösterdiğinde karadan ve Tuna Nehri’nden başlayan ve tam altı ay süren kuşatma, inanılmaz bir direniş ve orduda baş gösteren salgın hastalık sebebiyle başarısız olur. Belgrad’ın ikinci kez kuşatılması büyük asker Fatih Sultan Mehmed’e nasip olur. İstanbul’un bu eşsiz kumandanı, kuşatma esnasında yaralanarak «gāzîlik» unvanını elde edecek ama inatçı Belgrad yine kendini teslim etmeyecektir. Tâ ki Osmanlı’nın efsane hükümdarı, Batılıların «Muhteşem Süleyman»ı, Kanunî Sultan Süleyman’ın Macaristan Seferi sonrasında Belgrad’ı almaya niyetlenmesine kadar… 1521 yılında Belgrad artık bir Osmanlı şehridir. Yıkılanlar eskisinden daha güzel bir şekilde yapılır, şehir; cami, han, hamam, imaret ve kervansaraylarla tam bir Osmanlı şehir kimliğine kavuşturulur. Belgrad, artık Budin eyaletine bağlı bir sancaktır. Kaynaklar, 1536 yılında şehirde inşa edilen dört cami çevresinde oluşan dört Müslüman mahallesinin bulunduğunu yazıyorlar. 16. asırdan itibaren Müslüman mahallelerinin sayısı 16’yı bulur. Zigetvar Seferi’nde dünya saltanatına veda edip âhirete intikal eden Belgrad fatihi Kanunî Sultan Süleyman’ın naaşı önce buraya, Belgrad’a getirilir. Cenaze namazı, adı bugün hâlâ saklanan Hünkâr Tepesi’nde kılınır büyük hükümdarın… Kendisinden sonra yerine geçecek olan Sultan II. Selim’e de işte burada bey’at edilir. Bu kadar değil tabiî Osmanlı ile ülfeti Belgrad’ın… Meselâ Sultan III. Murad, Macaristan Seferinde Belgrad’a gelmiş ve Eğri üzerine buradan hareket etmiştir.

Üstad Evliya Çelebi’nin söylediğine göre daha o zamanlar Belgrad’ın 100 bine yakın nüfusu vardı ve Belgrad, asker için inşa edilmiş zahîre ambarları, tophane, baruthane gibi binalarla muhteşem bir serhad şehriydi… Tuna’nın donanma kumandanı da Belgrad’da otururdu. Şehrin Osmanlı asırlarındaki ihtişamını göstermesi açısından Çelebi’nin verdiği bilgiler son derece dikkate değer… O günlerin tamı tamına 217 cami, 13 mescid, 17 tekke, 9 dârülhadis, 8 medrese, 7 hamam, 6 kervansaray, 21 han ve içinde 3.700 dükkânı barındıran «Sûk-ı Sultânî» yani Sultan Çarşısı’na sahip Belgrad’ından bugüne ne kalmış mı diyorsunuz?.. Evet, kala kala bir tek şehir merkezindeki Bayraklı Camii kalmış… Bu mahzun hâtırayı da görmeseydik keşke… Kısa bir süre önce Sırplar tarafından kundaklanan cami yeniden derlenip-toplanıp ibadete açılmış ama hemen yanı başındaki yangın enkazı yüreklerimizi parçalamaya yetiyor. Bir yığın yanmış-yakılmış Ahmediyeler, Muhammediyeler ve Kur’ân-ı Keri mushafları… Bosna’da ve Kosova’da, asırlarca beraber yaşadıkları, bir zamanlar birbirlerinden kız alıp verdikleri, bir coğrafyanın kaderini birlikte yaşadıkları Boşnaklara, sırf Müslüman oldukları için asrın trajedisini yaşatan Sırplara da bu yakışırdı zaten!.. Enkazdan yarısı yanmış bir Kur’ân-ı Kerîm’i acı bir hâtıra olarak saklamak üzere alıyorum yanıma… O muhteşem mâzîden geride kalan bu mu olmalıydı Belgrad? Sen benim dedelerimden böyle mi gördün ki, bize bunları gösterdin ey eski sevgili!?.

Belgrad, 17. asırdan sonra hiç rahat yüzü görmedi… Avusturyalılar bu şehirde inşa edilen Osmanlı medeniyetini acımasızca yok ettiler… Onları izleyen Sırplar da ne yazıktır ki bu şehirdeki Osmanlı kültür mirasını insafsızca talan ettiler… Ve yaklaşık 300 sene Osmanlı medeniyetinin en güzel serhad şehirlerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini alan güzel Belgrad’da gün geldi Osmanlı’nın bu şehirde inşa edip ruh verdiği yüzlerce mimarî eserden geriye kalan koskocaman bir «HİÇ» oldu… Aslında kaybeden Osmanlı değil, Belgrad idi…

Bugün 2 milyona yaklaşan nüfusuyla modern batı kentlerini aratmayan Belgrad, şehircilik açısından da birinci sınıf batı şehirleri arasında sayılmalı herhâlde… Belgrad’ın sakinlerini bugün daha ziyade Sırplar, Hırvatlar ve Karadağlılar oluşturuyor. Trafiğe kapalı, halkın rahatça gezip dolaşmasına, alışveriş yapmasına imkân sağlayan Knez Mihailova Caddesi, Belgrad’ın görülmesi gereken yerlerinin başında geliyor… Bunların yanı sıra elbette Kralja Milana ve Dragoslava Javanoiea caddelerinin köşesinde yer alan, 1882-84 yılları arasında Mimar Aleksandır Bugarski tarafından yapılan ve bugün Parlamento Binası olarak kullanılan, hanedanlığa ait Eski Saray’ı yani bir zamanlar verdikleri insanlık dışı, adına savaş bile denemeyecek kararlarla bu «beyaz şehrin» yüzünü karartanların oturduğu yeri; şehrin en eski bulvarlarından olup çok sayıda ülkenin konsolosluklarının yer aldığı ve 1999 yılındaki ABD bombardımanına maruz kalan Prens Miloş Bulvarı’nı; hele hele verdiği üç asırlık nefesle Osmanlı’yı özleten Skadarlija ve Terazije’yi; Belgrad’a hâkim bir noktada kurulmuş bulunan dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olan Saint Sava Tapınağı’nı ve Tuna üzerinde «Splavovi» adı verilen yüzen lokantalarına uğrayıp Balkan yemeklerinin tadına bakmayı asla ihmal etmemelisiniz… Benden hatırlatması…

Belgrad’ı dünya gözüyle yeniden bir kez daha görmek, acı verse de eski günlerin hâtırasını yâd etmek nasip olur mu acaba? Yâ kısmet… Yolu Belgrad’a düşenler bu şehir için; «Belgrad bir geçit şehridir. Orada durulmaz, oraya uğranılır! Orada durulmaz, oradan geçilir!» diyorlar. El-hak doğrudur. Bizim için de aynen öyle oldu… Tıpkı Sava gibi, tıpkı eski sevgili Tuna gibi…