Biri Pervane, Biri Bülbül… RİND VE ZÂHİD

Yılmaz KISA

kisayilmaz@hotmail.com

Klâsik Türk şiirinde dünya ve âhiret telâkkisi açısından iki tarzdan söz etmek mümkündür: Rind ve Zâhid. Bu konuda şöyle bir hikâye anlatılır:

Mısır’a gitmek üzere yola çıkan Endülüslü bir seyyah; sahilde güneşten korunmak için kargıdan yaptığı basit bir kulübede belirli yerlerini örtecek kadar hasırdan örülmüş bir giyecek olduğu hâlde gece-gündüz ibadetle meşgul bir zâhide rastlar. Seyyah, ilgisini çeken bu adamla bir müddet sohbet eder. Ayrılık saati gelince zâhid:

“–Mısır’a vardığında orada falan isimle anılan bir aziz var, lütfen selâmımı ilet ve kendisinden bir nasihat talep ettiğimi söyle.” der.

Seyyah Mısır’a varır, elindeki ismi sorar ve tarif edilen yere gider. Bir de bakar ki kapıda yüzlerce hizmetçinin bulunduğu büyük bir saray… Meğerse söz konusu aziz, Mısır sultanıymış. Bir müddet bekledikten sonra sultanın huzuruna çıkar, zâhidin selâmını iletir ve talebini arz eder. Sohbet ederler. Çıkışta sultan:

“–Zâhide bizden selam söyle, muhabbet-i dünyayı gönlünden çıkarsın.” der.

Seyyah Endülüs’e döndüğünde durumu zâhide anlatır. Bir anda şaşkına dönen zâhid:

“–Kalbimden muhabbet-i dünyayı izâle edebilmek için otuz yıldır uzlet hayatı yaşıyorum, henüz başarabilmiş değilim. Fakat gördüğün gibi hem zengin olan hem de müreffeh bir hayat süren Mısır Azizi’nin kalbinde zerre miktarı dünyaya rağbet yok. Çünkü o, mazlumların elinden tutmak ve âcizlere yardım etmek için orada bulunuyor.” der.

Yukarıda anlatılan hikâyede de görüldüğü gibi rind, olgun insanı, zâhid de kaba sofuyu temsil etmektedir.

Rind; şekil kaygılarından uzak, hoşgörü ve müsamaha sahibi, ne dine ne de dünyaya sırt çeviren, «Allah affedicidir, elbette beni de bağışlayacaktır.» şeklinde düşünen, dış görünüşüne bakınca dinin emir ve yasaklarına aldırış etmeyen bir sapık ve günahkâr; fakat içinden dinin getirdiği yolda olan ve emirlerine uyan, yasaklarını işlemekten sakınan bir anlayışı;

Zâhid ise; aklı ve hesabı kendine rehber edinen, kendi nefsini ön plânda tutan, dünyada işlediği amellerin karşılığında âhirette cenneti gözleyen, bu yönden bakıldığında menfaatçi ve şekilperest, dünya menfaatleri yüzünden dindar geçinen, fırsat buldukça günah işlemekten çekinmeyen dindar kıyafetine bürünmüş münafık bir anlayışı temsil eder.

Rind «ibn-i vakt»tir. Yani ânı yaşayıp; «Dün geçmiştir, yarın ise bilinmiyor; biz, bize düşeni bugün yapmalıyız.» görüşünü kendisine düstur edinmiştir. Gam-ı ferdâ yani «gelecek endişesi» taşımaz, kendisini cehennem azabıyla korkutmaya çalışan zâhide cüretkâr cevaplar verir:

Harâbât ehline dûzâh azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
[Hayâlî]

Madde ve mânâ, akıl ve aşk, dünya ve âhiret… İşte rind ve zâhidin özellikleri… Rindin aşkı «şem ü pervane», zâhidin aşkı ise «gül ü bülbül»dür. Sevgilisinin etrafında dönüp duran bülbül, feryâd u figān ederek aşkını herkese duyurur. Rind ise sevgilisinin etrafında dönerken yanar, kül olur; ama âh u figān etmez. Biri diğerini yakar diğeri de onun etrafında dönerken yanar. Neticede yok olurlar. Zaten «hâl ehline izhâr-ı muhabbet lâzım değildir.»