Harama El Sürmeyen Bir Nesil Yetiştirmek TEVAFUKLAR ZİNCİRİ

Ahmet ZİYLAN

1994 senesi idi. Hayır işleriyle ilgili bir vakfın kuruluşu çalışmalarına davet edilmiştik. Fatih’te bir talebe evinde sabah namazından sonra on beş-yirmi arkadaş kahvaltıda toplanacak, vakıf kurma işini gerçekleştirecektik.

Sabah namazından sonra Erol arkadaşım, beni evden aldı. Kurulacak vakfa vermek üzere yanıma on bin dolar aldım. Ceketin iç cebine koydum. Hava sıcak olduğu için ceketi giymedim, koluma aldım. Fatih’teki evin önünde indik, yukarı çıktık.

Yirmi-yirmi beş dakika sonra parayı almak için elimi cebime attım, bir de baktım ki para yok. Erol’a işaret ettim. Arabanın yanına gittik, etrafına, içine iyice baktık, fakat bulamadık. Acaba binerken mi düşürdük diye bindiğimiz yere de gittik fakat orada da yoktu. Sabahın erken saatleri olduğu için henüz sokaklarda kimse yoktu, düşmüşse buluruz, diye ümitlenmiştik. Fakat maalesef bulamadık. Etrafta soracak bir dükkân bile yoktu.

Dönüp de buluştuğumuz arkadaşlara bu durumu söylesek onlar da bizim gibi üzüleceklerdi. Kahvaltı boğazlarından geçmeyecekti. Bu sebeple arkadaşlara hiçbir şey söylememe kararı aldık. Hepsi sevdiğimiz insanlardı. Üzülmelerine gönlümüz râzı olmadı. Söylesek de üzülmekten başka yapacakları bir şey yoktu. Biz; «can sağ olsun!» diye kendimizi teselli ettik. O gün öyle geçti.

Üç ay sonra…

Ümidimizi çoktan kesmiştik. O sabah buluştuğumuz arkadaşlardan birinden telefon geldi:

“–Ben, doktor Süreyya, Ahmet Bey, siz on bin dolar kaybettiniz mi?”

“–Evet!” dedim ama şaşırdım. Kimsenin haberi yoktu, kim söylemişti? Nereden biliyordu? Söyledikleri adrese hemen gittik, buluştuk.

Karşımızda beni arayan doktor beyden başka bir yaşlı adam ve on altı-on yedi yaşlarında bir talebe vardı. Bize sordular:

“–Nerede kaybettiniz?”

“–Şu kapının önünde…”

“–Ne kadardı?”

“–Şu kadar…”

“–Tamam. Bu para sizin!” Biz sorduk:

“–Teşekkür ederiz de, siz bizi nasıl buldunuz?” Genç adam söze girdi:

“–Ben o gün küçük kardeşimle erken saatte ders almaya gidiyordum. Kaldırımın üzerinde baktık ki bir deste dolar! Soracak kimsecikler yoktu, aldık eve götürdük. Annem-babam: «Bu paraya dokunamayız. Dedene soralım.» dediler. Dedem Erzurum’da idi. Onun gelmesini bekledik. Nihayet dedem geldi…” Sözü dedesi aldı:

“–Ben geldim, bana durumu anlattılar:

«–Oğlum, bu kadar bekletilir mi, bulduğunuz yerin sağında-solunda hiç dükkân yok muydu? Kaybeden her kimse oradaki esnafa sormuştur.» dedim.

«–Maalesef dede, hiç dükkân yoktu.» dediler.

«–Kalkın, bakalım, oraya gidiyoruz.» dedim. Geldik. Sağında-solunda yüz metre mesafede hiç dükkân yok. İlerledik iki yüz metre sonra bir bakkal dükkânı bulduk. İçeri girdim:

«–Bakkal kardeş, üç gün önce buralarda beş bin mark kaybettim. Bulan olmuş mudur? Hiç böyle bir şeyden haberin var mı?» diye sordum. Bakkal:

«–Hayda! On bin dolar kaybeden bana geliyor, beş bin mark kaybeden bana geliyor!..» dedi.

«–Tamam işte, biz o on bin doları kaybeden adamı arıyoruz.» dedim. Bakkal:

«–Doğrusu tanımıyorum, benden kahvaltılık bir şeyler aldı. ‘Bunu ileride bir talebe evi var, onlara alıyorum. Bir de yaralıyız, on bin dolar kaybettik, biraz iskonto yap.’ dedi. Ben de biraz indirim yaptım, aldı, gitti.» dedi.”

Velhâsıl bakkalın gösterdiği yönde talebe evini arıyorlar. Birisi bu eve gidip gelen bir doktor tanıdığım var diyor. Doktor Süreyya Beyi buluyorlar. Doktor paranın kaybolduğundan habersiz. Düşünüyor, iki-üç arkadaştan biridir, diye. Bize telefon açıyor. Böylece ibret dolu bir dizi tevafuk ile bize ulaşıyorlar. Kahvaltılık alırken meseleden bahseden de benim arkadaşım, Erol.

Biz, arkadaşlar üzülmesin diye kimseye haber vermediğimiz hâlde, böyle sır gibi saklı tutulduğu hâlde; hayır işine ayrılmış para dönüyor, adresini buluyor. Bu elbette tesadüf değil. İnsanları tedirgin etmemek, üzmemek gayesiyle hareket ettiğimiz için, Allah yardım ediyor, dürüst insanlarla karşılaştırıyor, sebepleri halk ediyor.

Elbette hâdisenin diğer ucunda da milletimizin kaybolmamış değerleri var. Sabahın erken saatinde yolda bulduğu bir deste paraya, sahibini bulmak da bu kadar zorken, elini sürmeyen bir genç ve onu böyle bir vasıfta yetiştiren bir aile… Bu öğrenci Kartal İmam-Hatip’te okuyan Ömer AKGÜL idi. Ailesi de mükemmel bir aileydi. Allah selâmet versin.

Hayır için ayırmış olduğumuz bu paradan; okuluna iki bin, o gence de bin dolar hediye ettik. Bu asil genç, kendisine verilen paranın yarısını da ihtiyaç sahibi bir arkadaşıyla paylaştı.

Nesillerimizin bu ahlâk, dürüstlük, iffet ve diğerkâmlık duyguları içerisinde yetiştirilmesi çok mühim. Aile büyüklerinin güzel sözlerini, nasihatlerini dinleyecek, onlara kulak verecek nesiller yetiştirmek… Ailelerde bu kıvamı muhafaza etmek çok önemli.

Eğer ailede, okulda, dükkânda… her yerde ve her imkânla insanımıza ahlâk eğitimi verilirse, bizim kayıp para destesi gibi, ülkemizin, milletimizin kaybolan izzeti, kuvveti de ortaya çıkar ve mâzîmizdeki her açıdan yüksek mevkiimize yeniden ulaşırız.