Emevîler Dönemi-VI ENDÜLÜS EMEVÎLERİ

Ahmet MERAL

756 yılına kadar Şam ve Bağdat merkezli büyük İslâm Devletine bağlı olarak yönetilen Endülüs, Emevî ailesine mensup I. Abdurrahman tarafından ana devletten ayrılarak yeni bir devlete dönüştürüldü.

Avrupa’da kurulan bu ilk İslâm devleti, tarihe «Endülüs Emevî Devleti» olarak geçti.

Kuzeyde Frenklerle ve küçük Hıristiyan devletleriyle mücadele eden Endülüs Emevî Devletinin en parlak dönemi III. Abdurrahman dönemidir. Bu dönemde ülkenin her yanında medreseler açıldı. Bu medreselerde Müslüman öğrenciler yanında, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen öğrenciler de eğitim görüyordu.

Böylece Avrupalılar hem İslâm kültürünü hem de eski Yunan ve Helenistik medeniyet eserlerini tanıma fırsatı bularak Rönesans yolunda köklü bir etkileşim içine girmişlerdir.

Müslümanlar İspanya’yı fethettiklerinde yerli halk tam bir cehalet içerisindeydi. İslâm kaynaklarında bu konu ile ilgili enteresan bilgiler kayıtlıdır. Meselâ Müslümanların fetih yıllarında Hıristiyan İspanyalılardan ilk tanıdıkları düşman olan Galicia halkı için, şöyle denilmektedir:

“Onlar zalim ve kötü ahlâklıdır, temizlenmezler ve yılda ancak bir-iki kez soğuk suyla yıkanırlar. Üzerlerinde parçalanıncaya kadar elbiselerini yıkamazlar, vücutlarındaki terden oluşan kir tabakasının, bedenlerine yarayışlı olduğuna inanırlar. Giydikleri elbiseleri çok dardır ve yırtmaçlarından vücutlarının ekserîsi görünür. Güçlüdürler ve çarpışma ânında kaçmazlar.”1

Müslümanlar Endülüs’te çok büyük şehirler kurdular. Yalnız Kurtuba şehri iki yüz bin hane idi. Kurtuba’da 600 cami, 500 hastane, 800 medrese, 9 hamam bulunuyordu.

Pirinç, şeker kamışı ve pamuğu Avrupa’ya Endülüs yoluyla Müslümanlar soktular. Buharlaşarak azalmasını önlemek için suyu yeraltından kanallarla nakletmeyi, kâğıt imalini, palamut ve hurma ağaçlarından katran elde etmeyi Avrupa’ya öğreten yine Endülüslülerdir.

Müslüman Endülüs’ün etkisi bunlarla da sınırlı değildir. Özellikle mimarîde Avrupa’yı köklü bir şekilde etkilediler.

El-Hamrâ sarayını, Medinetü’z-Zehrâ adlı meşhur şehri, milyonlarca eserle dolu Kurtuba kütüphanelerini oluşturarak dünya kültürüne katkı sağladılar.

1031 yılında iç çekişmeler, zevk ve sefahate dalma yüzünden zayıflayan Endülüs Emevî Devleti dağıldı. Birbirleriyle mücadele eden 14 beylik ortaya çıktı. Bu durumdan yararlanan Kastilya Krallığı Endülüs’e saldırılarını artırdı.

Endülüslüler çok sayıda şehir ve kasabayı Hıristiyan devletlere kaptırdıktan sonra Kuzey Afrika’dan yardım istemek zorunda kaldılar. Murâbıtlar Endülüs’e geçerek Kastilya Krallığını yenilgiye uğrattı. Yusuf bin Taşfîn, Endülüs’teki beylikleri Murâbıt Devletine bağlayarak Hıristiyan krallıklarla mücadele etti.

1147’de Murâbıt yönetiminin Endülüs’te çözülmesi üzerine yeni bir güç olarak kuzey Afrika’dan doğan Muvahhidler 1212’ye kadar Endülüs Müslümanlarını himaye altına aldılar.

Bu dönemde papa liderliğinde Müslümanları İspanya’dan atma mücadelesi hız kazandı.

Aragon kralı IV. Ramon Berenguer ve papalık arasında yapılan bir anlaşmayla; “Tapınak Şövalyeleri” diye bilinen ve amacı Müslümanları yok etmek olan bir Hıristiyan tarikatı (Templier, Aziz Yakup Cemaati) desteklenmeye başlandı. Bu tarikata muayyen bazı vergileri toplama yetkisi verildi ve kendilerine bazı kaleler tahsis edildi.

Kurtuba’nın 1236’da kaybedilmesi üzerine Müslümanların İspanya’daki varlıkları ülkenin güneyindeki dar bir alana sıkışmış oldu.

Artık güneydeki İslâm hâkimiyeti ancak kuzeydeki Hıristiyan devletlere çeşitli tavizler vererek varlığını devam ettirebiliyordu.

Benî Ahmer Devleti (1232-1492) siyasî bir güç olmaktan çok, kültür ve medeniyet alanında büyük bir ilerleme gösterdi.

Kastilya kraliçesi İsabella ve Aragonya kralı Ferdinand evlenerek beraberce İspanya birliğini sağlamaya yöneldiler. Benî Ahmer Devletini ağır askerî baskı altına alarak Gırnata’yı teslim olmaya zorladılar. Nihayet 1492’de son İslâm şehri de düştü.

Böylece İspanya’daki 781 yıllık İslâm hâkimiyeti sona ermiş oldu. Barbar İspanyollar, İslâm kültür ve medeniyetinin en gözde eserlerini harabeye çevirdiler. Büyük katliamlar yaptılar. Camileri ve sanat eserlerini yakıp yıktılar.

İspanya’da kalan Müslümanlar engizisyon ve sürgün cezaları yanında ayırt edici kıyafetler giymek, belirli semtlerde yaşama mecburiyeti ve ağır vergiler ödemek gibi insanlık dışı uygulamalarla sindirildiler.

Bu süreçte, dünyada bir ilk olarak Müslümanlara başörtüsü yasağı getirildi. Bir ara bu yasak 30 yıllık bir süreyle ertelendiyse de baskıların artması üzerine tekrar yürürlüğe kondu.

Ayrıca zorla Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verildi. Nihayet 1609 tarihinde son Müslümanlar da İspanya’dan sürgün edildi. Böylelikle dünya tarihinde Müslümanlara ait altın bir sayfa kapanmış oldu.

İslâmiyet’in Avrupa ile ilk temâsı İspanya’nın fethiyle olmuştur. Bu fetihten itibaren İslâm, yüzyıllar boyunca Bizans’a ve Lâtin batıya hem gözdağı, hem de ticaret ve medeniyet alanında bir ufuk kaynağı olmuştur.2

1 Lütfi Şeyban, Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, s. 372
2 Lütfi Şeyban, Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, s. 43