Manzum Tarihî Tiyatro DEVE Mİ, DOMUZ MU? 12

Dr. Harun ÖĞMÜŞ

[Endülüs’te Emevî Hilâfeti çökmüş, her il müstakil bir devlet hâline gelmiştir. Hâdise, 466/1074-488/1095 yılları arasında Endülüs ve Mağrip’te geçmektedir.]

Kuzeydeki Katolik krallıkları tehdit oluşturmaya başlamış, bunun üzerine Kuzey Afrika’daki Murâbıt İmparatorluğu’nun kurucusu Yusuf bin Taşfîn’den yardım istenmiştir.]

ONUNCU SAHNE

(Yıl: 481 / 1088)

Sahnedekiler:

Yusuf, kumandanı Dâvud bin Âişe, Mûtemid.

Şahıslar:

YUSUF BİN TAŞFÎN: Kuzey Afrika’da Murâbıt İmparatorluğunun kurucusu dindar bir hükümdar.

DÂVUD BİN ÂİŞE: Yusuf’un kumandanlarından.

MÛTEMİD: Âlim ve sanatkârları seven şair ruhlu cömert bir emir. İşbîliye emiri.

(Lebit Kalesi1 önünde Yusuf bin Taşfîn’in otağı. Yusuf ve Dâvud kaleyi tetkik etmektedirler.)

DÂVUD: (Bilgi verir.)

Kale oldukça yamaç bir yerde!

Üstelik askeri hem çok, hem zinde!

Sırf on üç bin kişi var Kastil’den,2

Yerli küfr ehli de çok, yardım eden!

YUSUF:

Azalır gitgide bir gün o adet,

Mahveder onları açlık elbet!

(Ciğerlerine derin bir nefes doldurur.)

Endülüs hayli güzel bir belde!

Vâkıâ ülke çok ammâ bende;

Buranın hiçbiri olmaz dengi,

Toplamaz bunca güzel âhengi:

Hava, toprak, su, tabîat, iklim…

Var mı Mağrip’te bu servet, bu verim?

(Hayretle)

Ama insanları bir hayli tuhaf.

Dâimâ işleri hır-gür ve hilâf.

Müttefik olduğumuz tüm ümerâ,

Birbirinden ediyorlar şekvâ.

Dün Temim, kardeşi Abdullah’tan

O kadar etti şikâyet ki aman:

Malka’daymış gözü hep kardeşinin,

Gün ararmış onu zapt etmek için…

Buna olmam gerekirmiş mânî,

Adlin îcâbı da buymuş yâni!

O gidip, kardeşi gelmez mi hemen?

O da şekvâcı diğer kardeşten:

O imiş tahta hakîkî vâris,

Ölmeden böyle buyurmuş Bâdis3

Ama dik başlılık etmiş de Temîm,

Güzelim Malka’ya olmuş hâkim!

Hiç kulak asmaz imiş Gırnata’ya,

Yok imiş saygısı aslā ataya!

Ona vermem gerekirmiş bir ders!

Ters imiş Malka’yı gasp etmesi, ters!

Ne olurmuş onu alsam ondan,

Yeniden kendine etsem ihsan?

(Mânidar bir gülümsemeyle)

Çünkü birlikten olurmuş kuvvet!

İkiliktense doğarmış nekbet!

Didişen sanma ki yalnız ikisi!

Birbirinden yaka silker hepsi!

Mu‘tasım, İbn-i Reşik, Mûtemid’e;

Mûtemid onlara buğz eylemede.

Mûtemid hep yeni yerler alıyor,

Bu, diğer beylere dehşet salıyor.

Gam değildir ne muhâfız, ne hisar!

Hakk’ın izniyle olur hepsi buhar!

Ama birlik gerekir bunlar için,

Birlik olmazsa hezîmet de kesin!

Ümerâ etse didişmekte devâm;

Ne olur ülkede artık encâm?

Dâimâ verdim öğüt onlara ben,

Nehyedip böyle hilâf etmekten!

Vâkıâ hep bana baş salladılar,

Ama bilmem, ne kadar anladılar?

Beni ürkütmede gerçekten hâl.

Böyle sürdükçe fütûhat da muhâl!

DÂVUD: (Sözüne mümkün oldukça samimî bir edâ vermeye çalışarak)

Endülüs birliğinin te’mîni,

Bekliyor sanki Fas’ın himmetini!

YUSUF: (Bu sözden aldığı hazzı mümkün oldukça gizlemeye çalışıp kurnazca gülümseyerek)

Ben cihâd etmeye geldim buraya.

Yanılıp hırsımı sokmam araya!

(Akşamın olması sahnenin karartılmasıyla verilir. Muhasara dört ay sürer. Günlerin geçmesi sahnenin birkaç kez karartılıp aydınlatılmasıyla verilir. Sonra yine Yusuf’un otağının önünde Yusuf ve Mûtemid görünür.)

MÛTEMİD: (Bir sır verir gibi Yusuf’a iyice yaklaşmıştır.)

Bu hisar bilmedi aslā düşmek,

Bunda bir gizli sebep olsa gerek!

YUSUF:

Yâni?

MÛTEMİD:

Hâinlik eden var, sanırım.

Bin Reşik4 böyle bir alçak, tanırım!

YUSUF:

Dediğin hayli büyük bir töhmet;

Deme, yâhut der isen ispât et!

MÛTEMİD:

Gördüm akşam gidiyorken kaleye;

Zannım anlaşmalı!

YUSUF:

Bak hergeleye!

Oysa erzak veriyor ordumuza!

MÛTEMİD:

Bakmayın siz o riyâkâr uyuza!

Vermiş Alfons’a5 bu yıl yüklü haraç!

YUSUF: (El işaretiyle emir subayını çağırır.)

Bin Reşik tez gele!

(Emir subayı hızla çıkar.)

Vermiş hâ baç?

Ne acâyiptir, İlâhî, bu diyâr!

Gülünüp ağlanacak hâlleri var!

Kastımız hırsızı tutmak, lâkin

Hırsız-ev sâhibi ortak! Ne şirin!

MÛTEMİD:

Bin Reşik bir ezelî hırsızdır!

Sâde hırsız da değil, arsızdır!

Gasp edip çıkmadı hiç Mürsiye’den.

Versem -uygunsa- cezâsın ona ben?

YUSUF: (Aldırış etmeden)

Yargılansın da verirsin cânım

MÛTEMİD:

Çok teşekkür ederim sultânım!

(Mûtemid sevinçle çıkar. Biraz sonra panik içinde Dâvud girer.)

YUSUF:

N’oldu Dâvud? Yeni bir vak’a mı var?

DÂVUD:

Evet! Aldık biraz evvel ihbâr:

«Kurup Alfonso büyük bir ordu,

Çok yakınlarda karargâh kurdu!»

Belli artık, yine şenlik olacak!

Ama birçokları mahrum kalacak!

YUSUF: (Merakla)

O nasipsiz kişiler kimdir acep?

DÂVUD:

Kaçıyor İbn-i Reşik çevresi hep!

Oldu fâş İbn-i Reşîk’in hapsi,

O sebepten gidiyorlar hepsi!

YUSUF: (Kararlı)

Toplayın ordumu derhâl gidelim!

DÂVUD: (Hayretle)

Düşmek üzreydi şehir…

YUSUF: (Kızgın)

Yâ, n’idelim?

Çıkamam ben bu adamlarla yola!

Bilemem çünkü nihâyette n’ola?

İflâh olmazları dindaş bildik,

Tâ denizler ötesinden geldik,

İhtilâftan yine vazgeçmediler!

Bulsa fırsat, biri yek-dîğeri yer!

Alamam onlar için risk aslā!

Atamam ordumu bir nâra daha!

Çünkü dört aydır epey düştü harap!

Nasıl Alfonso’yu yensin bîtap?

Hem bugünden tezi yok, vermeyecek,

Kahpe Mürsiyyeliler hiç yiyecek.

Bir düşün eldeki kaç hafta yeter?

Aç dururlar mı bu nâzik beyler?

Bunlar ancak bağ olurlar adama!

Sakın iflâh olacaklar sanma!

Endülüs, bulmak için râh-ı necât

Yok edilmek gerekir tüm haşarât!

Kemiren bünyeyi, onlar zîrâ!

Haklarından geliriz biz ammâ

Evvelâ gitmeliyim Mağrib’e ben.

Karşı dur küfre Belensiyye’de sen!

Çekmedik boş yere aslā zahmet;

Yıkacak kal‘ayı düşman, seyret!

Ebediyyen tutamaz elde onu.

Feth-i İslâm onun elbette sonu!

Bunu baştan görüp Alfonso yıkar,

Bu hazır kal‘ayı etmez bize yâr!6

(Devam edecek.)

1 O zamanki Endülüs’ün doğusunda Müslüman hududuna çok yakın bir yerde kurulan ve Müslümanlara yapılan saldırılarda üs olarak kullanılan olan Katolik Kastilyalılara ait muhkem kale.
2 Kastil: Kastilya. Bir önceki dipnota bkz.
3 Bâdis: Gırnata emîri Abdullah ve Malaka emîri Temîm’in dedeleri ve selefleri.
4 Bin Reşik: İbnü’r-Reşik. Mürsiye şehrinin emiri.
5 Alfonso: Kastilya ülkesinin kralı. Kastilya için ilk dipnota bkz.
6 Vezni: feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)