Bâb-ı Âlî’nin YÜKSEK KAPISI!

Can ALPGÜVENÇ
alpguvenc@gmail.com

«Yüksek ya da yüce kapı» mânâlarına gelen Bâb-ı Âlî isminin resmî bir kuruma, idarî ve siyasî kuvvetin toplandığı bir daireye verilmesi görüşü, kadîm «doğu» geleneklerine dayanır. Doğu milletleri, hükûmeti bir ev, daha doğrusu bir çadır gibi düşünür, onlara bu görüşe uygun isimler verirlerdi. Japonya’da imparator için kullanılan Mikado (yüksek kapı) sıfatı da aynı mânâdadır.

Osmanlı Devleti’nde İstanbul’un fethine kadar devlet işleri, padişah sarayında görülür, vezirlerle sair erkân, padişahın riyaseti altında Dîvân-ı Hümâyun’da toplanır, halkın işlerine orada bakarlardı. Fetihten sonra da devlet idaresinin beyni yine «Dîvan» olmuş, bu durum 17. asrın ikinci yarısına kadar devam etmişti.

Bu döneme kadar sadrazamların ikametleri ve devlet işlerini görmeleri için resmî yerleri bulunmadığından, -Topkapı Sarayı’na yakınlığı sebebiyle- bugünkü Bâb-ı Âlî denilen bölgedeki çeşitli konak ve binaları resmî daire ve ikametgâh olarak kullanırlardı. Yaz dönemlerinde ise sultanlar, yazlık saray kabul edilen Üsküdar Sarayı’na göç ettiklerinde sadrazamlar da bu sarayın civarındaki konaklarına gelir, devleti bir süre buradan idare ederlerdi. Üsküdar’daki bir semtin hâlâ «Paşakapısı» adıyla anılması bu yüzdendir.

«SUBLIME PORTE»

Bugün «İstanbul Valiliği» olarak kullanılan binanın «Paşa Kapısı (sadrazamlık binası)» olarak istihdamı 17. asrın ikinci yarısından sonradır. Sultan mührünü alıp, onun vekâletini yüklenen sadrazamlar, ancak bu tarihten sonra, kendi konakları dışında hususî bir makama, sadrazamlık sarayına kavuştular. Birçoğu bu binalar içinde evine de (harem) yer ayırıp, ailesiyle birlikte orada ikamet etti. Paşa Kapısı’nın harem dairesi Akşemseddin soyundan Ali Efendi’nin yaptırdığı Bâb-ı Âlî Mescidi (Nallı Mescid) tarafındaydı.

Bâb-ı Âlî denilen bu alandaki bilinen ilk yapı, Sultan I. İbrahim’in sadrazamı Kemankeş Kara Mustafa Paşa’ya ait olan saraydır. Paşa’nın idamından sonra (1644) bu saray mîrîye (devlete) intikâl etmiş, bir-iki kesintiden sonra sadrazamlar, devleti artık buradan yönetmeye başlamışlardı. 18. asır sonlarında ise, başta sadrazam olmak üzere devleti idare eden bürokrasiye «Bâb-ı Âlî» denildi. Bu tabir, Avrupalı tarihçi ve seyyahların eserlerinde de aynı mânâda, «Sublime Porte (Yüce Kapı)» şeklinde kullanılarak zamanımıza kadar geldi.1

19. asrın ikinci yarısındaki sal-nâmelerde de «Bâb-ı Âlî Heyeti» adı altında Sadâret Dairesi, Şûrâ-yı Devlet, Dâhiliye ve Hâriciye Nezaretlerinin adı zikredilir.

BÂB-I ÂLİ’NİN YÜKSEK KAPILARI!

«Bâb-ı Âlî’nin yüksek kapısından yek bir atlı süvari, berk vurup yıldırım gibi gelip geçti.» şeklinde söylenen ve eş anlamlı kelimelerin art arda tekrarlandığı hoş bir tekerleme vardır; burada Bâb-ı Âlî’nin yüksek kapı anlamına geldiği, bu yüzden yan yana kullanılmasının yanlışlığı vurgulanır. Fakat, Sûr- i Sultanî’nin (Topkapı Sarayı duvarları) Soğukçeşme (Gülhane Parkı) kapısının hemen bitişiğindeki Alay Köşkü’nün karşısına isabet eden yerde gerçekten yüksek, Devlet-i Aliyye’ye yakışır bir kapı vardır ki, bu kapı Bâb-ı Âlî’nindir.

19. asrın sonlarına kadar Bâb-ı Âlî’ye, ampir üslûbunda inşa edilmiş, geniş saçaklı ve iki yanında zarif çeşmeleri bulunan bu âbidevî kapıdan girilirdi; devlet binalarının ana girişi burasıydı.

Bâb-ı Ekber de denilen bu âbide kapının üzerinde sivri bir kubbe vardır, geniş saçağının hemen altında ise Sultan Abdülmecid’in sembolü olan kabartma defne dalı ile tuğra görülür. Bu gösterişli kapı şimdiki şeklini Sultan Abdülmecid (1843) devrinde aldı. Kapı üzerinde yer alan ve manzûmesi şair Ziver Paşa tarafından yazılıp beş sıra hâlinde tertip edilen kitâbede, binaların 1843’ten birkaç yıl önce yandığı ve Sultan Abdülmecid tarafından yanmamak üzere kâgir olarak yeniden yaptırıldığı anlatılır:

Hazret-i Abdülmecid Han, zıll-i Rabb-i Müstean
Saltanat bünyânının, olmuş imâdî himmeti

Yanmamak üzre binâsı kârgir olsun deyû
Eyleyüp fermân, kıldı dehre, ihsânın beyan2

Son yıllarda birkaç defa temizlettirilip tamir edilen mermer giriş, yuvarlak bir kemer şeklindedir. Girişin iki yanında nöbetçilerin beklemesi için birer niş (oyuk), ayrıca üzerleri saçaklı ampir üslûbunda bir çift çeşme yer alır. Bâb-ı Âlî’nin sarayla olan bağlantısını sağlayan ana giriş kapısı fevkalâde gösterişli bir mimarîye sahiptir.

***

Bâb-ı Âlî’nin (İstanbul Valiliği) günümüzde kullanılan kapısı ise, Ankara Caddesi tarafındaki mermer merdivenli giriştir ki, buraya on üç basamakla çıkılır. Kapının önünde dört ayağın taşıdığı üç yuvarlak kemerli bir revak, onun alnında üç sıra hâlinde yazılmış zarif bir kitâbe göze çarpar. Kitâbenin üstündeki madalyonun içinde «Türkiye Cumhuriyeti» yazısı okunur ki, Kur’ân harfleri ile yazılmıştır. Kitâbe, 1849’da vefat ederek Fatih Camii haziresine defnedilen meşhur hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’ye aittir.

Bâb-ı Âlî’yi çevreleyen duvarlar üzerinde başka kapılar da bulunmaktadır. Bunlar, Nallı Mescid’in sol tarafındaki Nallı Mescid kapısı, Ebussuud Caddesi tarafına açılan Şâh Hubân kapısı, şimdiki vilâyet kapısının yerinde bulunan Bâb-ı Âsâfî kapısı ve Beşir Ağa sebilinin karşısındaki Tomruk ya da Harem kapısıdır.

DÖRT BUÇUK TONLUK HALI!

Günümüzde valiliğin ana girişi olarak kullanılan bu kapıdan, uzunluğu 35, eni 17 adım olan büyük bir hol-salona girilir. 420 metrekare olan salonun tabanı, 4,5 ton ağırlığında olduğu söylenen, yekpare Hereke halısı ile kaplıdır. Alt kattaki bir odada, Londra yapısı, battal boyda, demir ve üç kanatlı antika bir kasa görünür. Holün dip sol tarafındaki bir kapıdan iç sofaya geçildiğinde ise, sizi gayet süslü, geniş ve yüksek bir çini soba karşılar. Mâhut Bâb-ı Âlî baskını sırasında Nâzım Paşa bu sofada şehid edilmiştir.

Birbirine açılan üç büyük oda şeklindeki Sadâret Dairesi, günümüzde «Valilik Özel Kalemi» olarak hizmet vermekte, Hey’et-i Vükelâ salonu ise «Valilik Makam Odası» olarak kullanılmaktadır.3

SON YANGIN 1911’DE OLDU

Tarihî Bâb-ı Âlî binaları, Alay Köşkü tarafındaki muhteşem kapıdan girildiğinde sol koldan başlamak üzere, Sirkeci yönündeki yokuş başı girişine kadar art arda sıralanmış binalardan meydana gelirdi, sağ taraf ise ağaçlık ve bahçelikti. Solda Hâriciye Nezâreti olarak kullanılan ilk bina, cumhuriyetle birlikte defterdarlık olarak istihdam edilmiş, daha sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğüne verilmişti. Bu sırada ayrıca Adliye ve Dâhiliye Nezâretleriyle Şûrâ-yı Devlet de yer alıyordu.

Tarih boyunca birçok defa yangın felâketine uğrayan Bâb-ı Âlî, bazıları kendi içinden, bazıları çevre mahallelerden çıkan ateş sonucunda harap olmuş; fakat kısa zaman içinde yeniden inşa edilmişti. 6 Şubat 1911’de çıkan son yangında Şûrâ-yı Devlet ve Dâhiliye Nezâreti daireleri tamamen yanmış, Sadâret dairesinin ise bazı kısımları tahrip olmuştu.

1 TDV İslâm Ansiklopedisi, İst. 1991, c. 4, s. 378.
2 Hükümet Kapısı Bâb-ı Âlî, M. Nermi HASKAN, İst. 2000, s. 309-310.
3 Haskan, a.g.e., s.311.