Yüzakı Dördüncü Yılına Girdi. BAHARIN HABERCİSİ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI

tali@yuzaki.com

Buyurun bir bilmeceyle başlayalım yazımıza:

Ol nedir kim üç birâder her zaman,
Birbiri ardınca olmuştur revan?

Yılda bir kerre gelirler âleme,
Makdemiyle kesb-i feyz eyler cihan…

Kimseler görmüş değildir yüzlerin,
İsmi vardır, cismi ammâ ki nihan!..

Birisi oldu havâya münkalib,
Birisi âb içre tuttu âşiyan!..

Gördü bulmuş her birisi yerlerin,
Biri dahi eyledi hâki mekân.

Serleri üç, pâları beş anların,
Kıl tefekkür, eyledim sana beyan!..

Fıtnat Hanım’ın bu meşhur lügazinde, yani manzum bilmecesinde gizlenen cevap cemredir. Baharın müjdecisi, tabiatı dirilişe ısındıran bu üç kardeş, âlemin temel dört unsurundan biri olan ateştendir. Düştükleri «yerler» de diğer üç unsur olan hava, su ve topraktır. Böylece âleme sıcaklık hâkim olmaya başlar. Zira kadim hikmet tasavvuruna göre âlemde ne varsa hepsi bu dört unsura/elemente/yapıtaşına dayanır.

Biraz meteoroloji, biraz ilm-i nücum kokan bu kadim takvimde düştüğünden bahsolunan «cemre,» Arapça asıllı kelimelerimizdendir. Cemre, kor ateş, çakıl taşı gibi mânâlara gelir.

Cemre, hac ibadeti içinde şeytan taşlama dediğimiz vazifelerin yerine getirildiği yerlerin ve taşlamada atılan taşların da adıdır. Halkımızın büyük şeytan, orta şeytan, küçük şeytan dediği, (bugün duvara çevrilen) dikili taşlara, akabe cemresi, orta cemre ve küçük cemre denilir. Malûm olduğu üzere şeytan, imtihan gereği oğlunu kesmek üzere yola çıkan Hazret-i İbrahim’in içine bir ateş düşürmeye çalışmış, Hazret-i İbrahim de şeytanı bu mevkilerde taşlarla kovalamış, içindeki tereddütleri atmıştır.

Cemre, bazı hadîs-i şeriflerde de kor ateş mânâsıyla yer alır. Öfkenin, insanın kalbine düşen bir kor ateş olduğunu haber veren Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, öfkelenen kişinin boyun damarlarının şişip, gözlerinin kızarmasını da bunu destekler mahiyette zikreder. Eğer çaresine bakılmaz, öfkeyle kalkılırsa, yüz kızartacak işler yapmış olarak zararla oturakalır insan. Efendimiz çare olarak, öfkelenen kimsenin ayakta ise oturmasını, oturuyorsa içindeki o ateşi toprağa aktarmasını yahut abdest ile söndürmesini tavsiye buyuruyorlar.

Gazabıyla, celâllenmesiyle meşhur olan Hazret-i Musa -aleyhisselâm-’ın hayatında cemre, yani kor parçaları mühim rol oynarlar. Biri bir bebekken Firavun’un imtihanında ağzına götürdüğü kor parçası, diğeri Medyen dönüşü ilk vahye mazhar olacağı Tûr’a yaklaşırken gördüğü ve ailesine; “Belki bir kor getiririm!” diyerek koştuğu ateş… Hayatında, isminde hep su ile haşır neşir olan Hazret-i Musa, belki de Hazret-i Ahmed baharının müjdecisi olarak suya düşmüş bir cemredir! Hakikaten Efendimiz, kelime anlamı ilkbahar olan «Rebîulevvel» ayında ve hesaplara göre bir Nisan ayında cihanı teşrif etmişlerdir:

Ne nasipli bir bahardır, o güzel Rebîulevvel!

Cemre, Araplarda erkek ve kadın ismi olarak da kullanılmış. Fakat isimlerin güzel, müspet, hayırlı mânâ ifade edenlerini seven Efendimiz’in, neticede yakıcı olan bu cemre ismine mesafeli durduğuna dair rivayet vardır.

İlki 20 Şubat’ta havaya, ikincisi 27 Şubat’ta suya, üçüncü ve sonuncusu 6 Mart’ta toprağa düşen cemreler edebiyatçılara, şairlere ilham kaynağı olmuştur. Şitâiyelerde, bahariyelerde, kasîdelerin nesib bölümlerinde yer yer ele alınmışlardır. Ayrıca teşbih vadisinde bu mücerret kor parçaları çeşitli hayallerle gönle, hayata düşürülmüştür. Meselâ Sâbit sevgi cemresi kalplere düşsün ister:

Düşsün kulûba cemre-i mihr ü mahabbeti,
Bu vakt-i pür-safâda bu hâhiş savâb olur.

Fakat cemrenin sıcaklığı son dönem şiirine daha çok yayılmış gibidir. Meselâ Ârif Nihat ASYA, Kadir Gecesi tasvirinde yer verir cemreye. Zâhiri ve bâtını ısıtan, ılıtan bu geceye mânevî bir cemre düşmüştür âdeta:

Dışlar gibi içler de ılık, cemre kadar…

Elazığlı şairlerimizden Hadi ÖNAL ise cemrenin kış bağına düşüp bahara çevirmesini «bir imdat eli» olarak insana taşır. İnsanlığı dertlilerin bağına sımsıcak, gülen bakışlarla bir cemre gibi konmaya davet eder:

Yâkut yap gövdeyi, dalları gümüş,
Eksilmesin hiç gözlerden gülüş,
Dertlinin bağına cemre olup düş;
Yaralar bir başka sarılamaz ki!

Yüzakı mektebinde yetişen şair Hanoğlu (Abdülaziz DUMAN) için, ömrünün hazanından, özlerin özlerine, bahara erişin habercisi, cemresi; derûnunun hârında, kalbinin sıcaklığında sevdasını pişirmesi olmuştur. Gönlün baharı için aşk cemresinin gönle düşmesi gerektir:

Hanoğlu der ömrümün hazanlı baharında,
Pişirmişim sevdâmı derûnumun hârında,
Hayata böyle erdim, ölümün civarında,
Erdim bu cemre ile özlerin özlerine…

Cemre mazmununa şiirlerinde en çok yer veren ise Yüzakı şairlerinden Mahmut TOPBAŞLI’dır. Yüreğine dördüncü bir cemre bekler Günbeyli:

Yüreğe dördüncü cemre düşünce,
Rahmet olan her damlaya sığarım.
Vuslat deryasında aşkla pişince,
Bir şeb-i arûsta yine doğarım,
Yüreğe dördüncü cemre düşünce…

Aşk ile pişiren bu cemreyi gönülde misafir etmenin bedeli yanmaya sabretmektir, sabretmek bir tarafa umursamaz bile şair:

Cemre beni nasıl yakar bilirim,
Bilirim bahçede kırık camları…
Gül için kan-revan olup gelirim,
Kıştan çıkartırım insicamları,
Yüreğe dördüncü cemre düşünce…
(…)
Can evim yanarken hiç umursamam,
Sevda sepkenleri ıslatır canı,
Yüreğe dördüncü cemre düşünce…

Bir yâd-ı cemil içinde yüzlerden yayılan ve sohbeti ısıtan samimî sıcaklık cemre ile şifrelenir:

Soylu çehrelerden süzülen cemre,
Dillerde meneviş dualar vardı.

Hüznü, neşe; gözyaşını, ferahlama izleyecektir. Rahmet gözyaşları bu baharı, bu sevinçli günleri müjdeleyen bir cemredir:

Kalplerde yaşayan ayrı bir dünya,
Sessizce dökülen gözyaşı, rahmet…
Susuz günlerime bereket olan,
Bu yağış, ilk yaza cemredir elbet…

Bunun belki de tam tersi, âh u zârın izlediği yersiz, taşkın sevinçlerdir ki vakitsiz cemrelere benzetir Günbeyli onları:

Gönlüme tuğyan olan vakitsiz cemrelerde,
Şu garip şarkılarla bıçaklanır yıldızlar,

Vakitsiz cemrenin bir başka şekli, «yersiz cemre» mazmunu şairlerimizden Olcay YAZICI’da karşımıza çıkar. Zaten ateş hâlinde olan çöle cemre düşürmek, yaraya tuz basmak, derde dert katmaktır. Ama netice ölmeden ölme şuuruna ermek olacaksa varsın düşsün korlar, yansın gönüller!..

Kırk yıl ne geçti elime?
Cemre düşürdün çölüme…
Aşkın şerh oldu ölüme:
Zamanı böldüm Hüdâyî,
Ölmeden öldüm Hüdâyî!

Vakitsiz cemrenin zıttı, vakti geldiği hâlde düşmeyen cemredir. Şairlerimizden Lâtif MAHMAT, yârinin gelmeyişinden cemreyi sorumlu tutmuş, günahına girmiştir. Böylece zarif bir şekilde yâre, bahar denmiş olur. Fakat kışta değil de çölde olduğunu söylemesi cemre hayaline aykırı duruyor:

Dertli dolabıyım Yunus Emre’nin,
Günahına girdim yüz kez cemrenin,
Çöle düşmüş şu çıkası can senin;
Boynuna vebalim, geleceksen gel.

Seyrî ise son nefes saadetini benzetir cemreye. O en büyük müjdenin kime, kimlere düştüğü, kimin ezel defterinde said yazıldığı insanoğlunca önceden bilinmez. O, Hakk’ın iradesine bağlı bir büyük nasiptir. Fakat şairin ikazı, nefsin baharı için, kalbi, kış şartlarına mahkûm etmemektir. Gerekli olan tam tersidir: Kalbin baharı için nefsi kış mektebine tâbî tutmak. Zira çekilen zahmetlerin rahmetle sarılacağı günlere doğru akıp gitmektedir mevsimler:

Her zahmeti rahmetle saran günlere doğru,
Kör nefse bahâr uğruna kış kalbime düştü!..
En müjdeli son cemre bilinmez, kime düştü?

Cemrenin köklerine temas edip Yüzakı şairlerinin cemre teşbih ve istiarelerinde attığımız bu turdan sonra dergimizi bir cemreye, bir bahar müjdesine benzetmenin yeri sizce de gelmedi mi?

Yüzakı, bu bahar dördüncü yaşına girdi. 2005 yılının Mart’ında, edebiyatta gürül gürül bir baharın habercisi olarak edebiyat âlemine, okuyucusunun gönlüne bir muhabbet cemresi gibi düştü Yüzakı.

Bu vesileyle Yüzakı’nın doğduğu bahara, bir tarih düşürmek arzusu da benim gönlüme düşmüştü. Malûm olduğu üzere, edebiyatımızda mühim hâdiselere tarih düşürmek, o doğum, vefat veya kuruluş hâdisesini; sözün, harfin, rakamın ve şiirin tılsımıyla, tarihe sırlamak âdeti vardır. Doğrusu tarih düşürmek kolay değildir. Hem mânâyı hem rakamı tutturacak arayış bazen hayli yorucu olur. Fakat Yüzakı için tarih düşürmek hiç de zor olmadı. Çünkü âdeta tarihiyle doğmuştu Yüzakı!..

Yazımıza bu tarih gazeliyle son verelim. Cenâb-ı Hak, dergimize nice yıllar Türk kültür ve edebiyatına hizmet etme imkânını bahşeylesin, niyazıyla…

Seherde uykuyu savmak, fecirde yüz akıdır,
Bu nurlu noktaya varmak, seyirde yüz akıdır.

Bahârı başlatacak bir çiçek açılmasıdır;
Bu kardelen, çekilen zemherirde yüz akıdır.

Karakteriyle mükemmel ve târihiyle asil,
Ufuk nesillere rehber fikirde yüz akıdır!

Açık ve sadra şifâ bir sanat ve özlü lisan,
İnançlı, güçlü kalemler, nesirde yüz akıdır.

İmâlesiz ve zihafsız aruz ve köklü hece…
«Kırık nesir»lere kalmış devirde yüz akıdır.

Demet demet derilir gül, buket buket sunulur,
Özenli, tam ve mükemmel neşirde yüz akıdır.

Şu kubbe duyduğu hiçbir sadâyı kaybetmez!
Kalan yarınlara bir nam ve bir de yüz akıdır.

Edepli bir edebiyyat ve mânevî heyecan…
Ümîdimiz bu emekler kabirde yüz akıdır.

Düşünmeden iki kez söylesen yeter, Tâlî,
«Şiirde yüz akı» târih: «Şiirde Yüzakı»dır!

(1426=Mart 2005)