İsa Nefesli FASL-I BAHAR

H. Kübra ERGİN
hkubraergin@hotmail.com

Ilık sabâ rüzgârı ağacın kulağına hangi müjdeyi fısıldamış ki, kuru dalların ucunda neşeli tomurcuklar kıpırdamaya başlamış? Kara toprağın bağrına aşk cemresi mi düşmüş ki, böyle kabına sığamaz olmuş, kabarmış, yarılmış? Yoksa nisan yağmurlarından başı mı dönmüş de böyle aşka gelmiş, yaprak yaprak açmış, çiçek çiçek coşmuş?

«Ol!» emrini duyar duymaz yokluk siyahından varlık perdesine çıkan âlemler misali, kara toprağın bağrında gizli tohumlar yeryüzüne başlarını çıkarmışlar. Her biri kana kana içtikleri bahar şarabıyla kendilerinden geçmiş, cemalin hüsnüne ayna olmanın zevkine dalmışlar.

Acaba Hazret-i Meryem’in edebine bürünüp kışa sabreden arzın bâtınına Cebrâil nefesi mi değmiş, yoksa ölü misali teslim olmasının şerefine Hazret-i İsa’nın nefesi mi onu böyle, haşir sabahı gibi diriltmiş?

Damarlarına can yürüyen ağaçlar, cennet bahçelerinin birer numunesi olma hazırlığına girişirken ne kadar da aceleci davranıyorlar! Hasat zamanında sunacakları lezzetli meyvelerinden tatmak isteyenlere şimdiden pembeli, beyazlı davetiyeler saçıyorlar.

Beyaz örtüleri eriyip akan yamaçlar, çıplak kalmaya dayanamayıp, hemencecik sarı ve mor benekli yeşil kürklerini giyiyorlar.

Rüzgâr, dere kenarlarından dolaşırken sazlıkların saçlarını şefkatle okşuyor. Yetim bir çocuk ürkekliğinde başını yana eğen sazlık ise, dibinde yuva yapan kuşları merhametle kucaklıyor.

Dereler, kendilerini bekleyen pek çok yanık bağra yetişemeyeceklerinden korkarak telâşla koşuşturuyorlar. Önlerine çıkan düşüncesiz taşlara gâh söylenerek, gâh öfkeyle çarpıp köpürerek homurdana homurdana seğirtiyorlar.

Herkesin acelesi var, çünkü yetişecek çok iş var. Yazın nimetlerinden istifade ederek kolayca büyümeleri için yavruların bir an önce doğması gerek. Kuşların yuvalarını, arıların ballarını, kelebeklerin kozalarını tamamlamaları için ellerini çabuk tutması lâzım.

Bunca telâşın arasında bir tek havaî meşrep salkım söğüdün umurunda değil dünya… O; dibinde akıp giden dereye eğilmiş, çene çalıyor, esen rüzgârla oynaşıp, eğleniyor.

Bayırlarda çiçek orduları saf saf dizilmiş, kış düşmanını yenip kaçırmalarını kutlamak için resmigeçit hazırlığı yapıyorlar. Boru çiçekleri hizaya girsinler diye sümbüller ve lâleleri yerlerine çağırıyor. Altın topuzlu papatyalar biraz haşarılık ediyor diye altın miğferli zambaklar onları azarlıyor.

Padişahları Gül, geldi gelecek; kırmızı kadifeden hil’atine bürünüp, gümüşten dikenli zırhını giyip, tahtının başına kuruldu kurulacak…

Müjdeler olsun, Güller Padi-şahı’nın askeri olmaya cesaret edenlere!

«Hiç çiçekten asker olur mu?» demeyip, her baharda çiçeklerin, kış hastalıklarını ve korkularını nasıl sürüp çıkardığını görebilenlere…

İşte yine bir kış daha geçti gitti rûy-i zeminden, tıpkı şeytanın cennetten sürülüp çıkarılması gibi recmedilip kovuldu…

Öyle olmaması mümkün mü? Ne de olsa Güller Padişahı’nın Hak katında büyük hatırı vardır…

İşte o vesveseli, hastalıklı, solgun günlerden sonra, gül mevsimi, muhabbet zamanı geldi. Artık sevgiliyle buluşma vaktidir. Kışla gelen kabz ve zahmetlere sabredilmiş, zorlu imtihan kazanılmıştır. Artık bast ve fetih mevsimi, zafer zamanıdır.

Yeryüzüne her hazan ve kıştan sonra nasıl bahar ve yaz gelirse, dünya hazanından ve ölüm kışından sonra haşir baharı da öyle gelecektir. Nefsi şu dünya hasadından, zorlu kabir ve mahşer kışına hazırlık yapmaya râzı edersen, bu zorlu geçitleri geçtikten sonra cennet baharına kavuşmak mümkün olabilecektir.

Çünkü daima zorluklara sabrın mükâfatı, inşirah ve letafet mevsimine kavuşmaktır.

Müjdeler olsun sabredenlere… Müjdeler olsun, çünkü kara toprak misali edep ve teslimiyetle her sabrediciye, diriltici nefesli bir imdat edici yetişir…

Mürşidin nefesi, bâd-ı sabâ gibi, mahzun gönüllere müjdeler verir. Nisan yağmurları misali, ölmüş sîneleri dirilten âb-ı hayat olur. Mevlânâ’nın dediği gibi;

“Velîlerin pak, temiz nefesleri bahar gibidir. Yaprakların, filizlerin hayatıdır. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dinine destek olur. Sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler onları hoş gör; o sözleri tut. Tut da şu dünya hâdiselerinin çeşitli etkilerinden, sıcağından, soğuğundan, yakıp kavuran cehennem azabından kurtul.

O mübarek sözlerin sıcağı da, soğuğu da ilkbahardır, hayattır. O sözler gerçekliğin, tam inancın, kulluğun özüdür, mayasıdır. O nefeslerle can bahçeleri dirilir, gerçek hayata kavuşulur. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar.” (Mevlânâ; Mesnevî c. I, 2546-2555)

Nice baharlara…