DERİNLEMESİNE KAVRAMAK

Ali Rıza BUL

İnci ve mercan, denizlerin derinliklerindedir. Karada da madenler derinliklerde kendilerini ele geçirecek gayret sahiplerini beklerler.

İnsanın eğitiminde de bu derinlik büyük önem arz eder. Eğittiğiniz kişinin derûnuna, kalbinin derinliklerine inmez, oraya muhabbet tohumları atmazsanız sadece zahiren formasyon verebilirsiniz fakat köklü bir eğitim elde edemezsiniz.

Derinlemesine kavramak önce eğiticinin kendisini yetiştirmesinde başlar. Cehaletin en ileri derecesi, kişinin cehaletini bilmeyip, kendisini âlim zannetmesidir. Eskiler ne güzel söylemiş:

“Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder!”

Dinin mânâ derinliğinden, rûhânî hayatından anlamayan bir hoca, muhatabını dine ısındırıyorum zannederek soğutur. Tıp ilminde hazâkatten mahrum, hastasının tabiatından habersiz yarım bir doktor da iyileştireceğim zannederken mevcut dengeyi de bozar, candan eder.

Eğitimciler için durum farklı mıdır?

Hayır. Başta kendi eğitiminde derinliği yakalayamamış, sonra öğretmenlik vazifesini derinlemesine kavrayamamış, sonunda da öğrencilerinin gönül derinliğine nüfuz edememiş eğitimciler, eğitiyorum zannıyla nesilleri âdeta öğütürler!

Eğitim işinde derinliği yakalamak kısa yoldan elde edilecek bir şey değildir. Çünkü insan hattâ her bir fert ayrı birer muammâdır. Bir-iki adım yol almakla; «Oldum, piştim!» havasına girmek en büyük başarısızlık sebebidir.

Bu sebeple medeniyetimizin mimarı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- eğitimin süresini «beşikten mezara kadar» şeklinde tayin etmiştir. Emanet sırrına talip olan insanoğlu; omuzlarına yüklenen görevin hakkını verebilmek için, ömrü boyunca Allâh’ın kendisine verdiği kabiliyetler harmanında kendi istidatlarını bilme ve ona göre kendi payına düşen emanetin taşıyıcısı olma arayışında olmalıdır.

Bir ömür eğitim harmanı içinde olmak da tek başına yeterli değildir. Bir ömrü verdiği gibi kişinin, vazifesine bütün varlığını da koyması gerekir. Meslek icabı, alışkanlık icabı bir ömür belirli bir faaliyeti sürdüren fakat hiçbir netice elde edemeyen insanlar çoktur.

Öğretmenliğin mânâsını derinden kavrayamamış nice öğretmen, dinin rûhunu derinden idrak edememiş nice vaiz, bağlı olduğu cihazın sesini aktaran cızırtılı bir hoparlör olmaktan öteye geçememiş, öğrencileri, dinleyicileri üzerinde zerre tesir uyandırmamıştır.

Görüyoruz. Senelerce bedenini sınıfa, mabede götürüp getirdiği hâlde, gönlünün derinliğiyle maksadının derinliğini buluşturamayanlar, yol alamıyorlar.

Kitaplar devirip, isminin önüne unvanlar ekleyen fakat değil bütün ilimde, kendi ihtisas sahasında bile derinliği, vukufiyeti yakalayamayanlar irfan denizinden bir damla olsun istifade edemiyorlar.

Sathîlikle muvaffakiyet mümkün değildir.

O hâlde her ne yolda olursa olsun, bir işin içine derinlemesine girmeli, kendini o gaye içinde âdeta kaybetmeli, tasavvufî tabirle fânî olmalıdır.

Bunun eğitim dilindeki ifadesi şudur: İstidatlarının peşindeki talip, sahip olacağı vasıfları kazanırken, bütün alıcılarını açık tutmalı ve her şeyiyle bütün dikkatini dâvâsına teksif etmelidir. Öyle ki gözlerin gördüğü, kulakların duyduğu şeyleri beyin kaydetmeli, kalp özümsemeli, kaydedilenleri kalem satırlara dökmeli, satırlar sadırları işlemeli, şekillendirmeli böylece tam anlamıyla bir olgunlaşma sağlanmalıdır.

Böyle ciddî bir şekilde, derinlemesine sarılmadıkça, kişi daima el ucuyla tutmuş bir kişi olarak kalacak, asla muvaffak olamayacaktır.

Alnı terlemeden, benimsemeden, özümsemeden, «kopyala-yapıştır» mantığıyla iğreti bir şekilde bir şeyleri dağarcığa, geçici hâfızaya doldurmakla, insan, karakterini inşa edecek hasletlere sahip olamaz.

Derinleşmenin bir yönü de alınan ham bilgileri hazmetmedir. Günümüzde bakıyoruz, muhtelif kesimlerden bazı nasipli kişiler mazbut bir hayata dönüş yapıyorlar. Böyle kişilere karşı, tebrik ile başlayan teveccüh giderek aşırı bir rağbete dönüşüyor. Daha kendi dönüşümünü tam olarak başaramamış bu kişilerden dönüştürmeyi beklemeye başlıyorlar. Böylesi için ne güzel söylemişler:

Kendisi himmete muhtaç bir dede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede

İnsan denilen ummanın derinliklerindeki inci ve mercanı çıkarmak, insanın derûnunda saklı kalan «eşref-i mahlûkat»ı diriltmek ve uyandırmak, bahar nefesli, vukufiyetli eğitimcilerin işidir.

Onların nüfuzuyla, gençler, özlerindeki cevheri fark edecek, kendileri de engin ufuklara açılacaklardır.

Bütün iş, bu sırrı derinliğine kavramakta.