Çarşıları, Medreseleri ve Âşıklarıyla… BÜYÜK AŞKLAR ŞEHRİ

Yard. Doç. Dr. Rıdvan CANIM

ridvancanim@mynet.com

Mecidiye Kapalı Çarşısı’na girdiğimiz anda neredeyse birkaç yüz yıl geriye gidip bir tarih tüneline dalıyoruz. Doğunun bütün bu esrarlı ve büyülü havası içinde teneffüs ettiğimiz baharat kokuları, karabiber, reyhan, kırmızı pul biber, zahter, karanfil, kakule, zencefil, tarçın, kimyon, mahlep, kahve, nane, kekik kokusunun ve daha yüzlercesinin ve de nargile kokusunun harman olduğu bir çarşıda yürüdünüz mü siz hiç?.. Öyleyse buyurun Mecidiye Kapalı Çarşısı’na…

Bin bir renk ipekli şallar, kadife kumaşlar, doğunun ezelî ve ebedî simgesi değil midir şu bin bir desenli yün ve ipek kilimler, göz kamaştıran halılar… Aslında buraya Mecidiye Çarşısı değil, «Nakışçılar Çarşısı» adını vermeliymişler. Altın, gümüş, sedef, ağaç, kumaş, deri ve daha neler neler… Her türden el sanatlarının, el emeği göz nûruyla hayat bulmuş birbirinden kıymetli örneklerini ister durup seyredin, isterseniz satın alın… Rüyada mıyım, Halep’te miyim? Alâaddin’in sihirli lâmbasını Şam’da muazzam bir heykel olarak görmüştüm gerçi ama… Doğrusu aklımdan hiç de içine girip Halep’e seyahat etmek geçmemişti!.. Ama gelin görün ki bu çarşıda adımınızı attığınız her yer; «İşte aradığınız, hayal ettiğiniz doğu burası!» diye bas bas bağırıyor. Gönlünüzce, isteyerek kaybolacağınız bir mekân burası…

Tarih boyunca ürettiği ipeği mi sorarsınız, o meşhur sabunlarından alıp hemen çarşı içindeki tarihî hamamlarında yıkanmak mı? Peki, Halep çevresinde bolca yetişen fıstıklarla yapılmış enfes tatlılarından yemeden nasıl çıkacaksınız bu çarşıdan? Evet, loş havasıyla, zamanın kararttığı simsiyah tavanlarından ve eşyadan görünmeyen duvarlarından başınızın üzerine sarkan örümcekler bile «geçip giden zaman»ların tatlı birer hâtırası burada… Aslında zaman, Mecidiye Kapalı Çarşısı’nın bu gizemli atmosferinde durmuş dinleniyor… Burada zaman mefhumundan anlaşılması gereken de bu olmalı… İyi ki öyle… Ermeni’si, Yahudi’si, Arab’ı, Kürd’ü, Türk’ü hepsi bir çarşının yaşlı dükkânlarında gözlerinden sevgi ışıkları saçarak müşteri bekliyorlar. Hepsinin konuştuğu dil aynı: Sevgi ve samimiyet dili bu…

Bazıları zaten bir metrekarelik dükkânlarını bir de satacakları şeylerle doldurunca âdeta görünmez olmuşlar burada. Yuvalarındaki kuşlar gibi… Sadece seslerini duyuyorsunuz: «Ehlen ve sehlen… Türko Türko… Buyur hacı, buyur!..» Neredeyse her türden esnaf için bir çarşı var burada… Attarlar çarşısı, saraçlar çarşısı, kuyumcular çarşısı, halı ve kilimciler, bezzazlar çarşısı gibi… Asırlarca develerini bu çarşılardan yükleyen kervanlar Suriye’nin çeşitli şehirlerine, Anadolu’ya, Irak’a, İran’a, Hicaz ve Yemen’e, Umman’a, Hindistan’a, Çin’e, Mısır’a ve belki de Kuzey Afrika’nın ulaşılmadık ülkelerine ulaştılar.

Ha, aklınızda bulunsun, Mecidiye Kapalı Çarşısı’nda gezinirken burnunuza kebap kokuları gelecek. Sakın gaflete düşüp; «Kebabın anavatanı acaba Adana mı, Urfa mı yoksa Antep midir?» diye sormayasınız, çünkü bilge Halep şehrinin rûhu bunu sezerse size belli belirsiz gülümseyecektir bunu da bilin.

Kapalı çarşının içindeyseniz eğer çok yakınınızda, akıl hastalarının su sesi ve mûsıkî ile tedavi edildiği Bîmaristan Sokağı’nda Kerîmiye Camii içerisinde İslâm Peygamberi’nin ayak izinin bulunduğu mekânı ziyaret etmeyi ihmal etmeyin derim. Benden söylemesi… Bugün Kapalı çarşı içerisinde kalmış olan Adliyye Camii, Dukakinzâde Mehmed Paşa Külliyesi’nin bir parçası sadece. Gümrük Hanı külliyenin bir başka önemli birimi… Hüsrev Paşa Camii ise büyük usta Sinan’ın Halep’e hediyesi olmuş. Behram Paşa ve İpşir Paşa Külliyeleri, Kurtbey Hanı, Vezir Hanı gibi sayısız Osmanlı eseri birer inci tanesi gibi eski Halep’i süslüyor, saymakla bitmez.

Asırlarca ilim yolunda gecesini gündüzüne katanların rüyalarını süslemiş Halep medreseleri. Hangini sayalım ki… Ahmediyye’sinden tutun da Şuaybiye, Hallâviyye, Zâhiriye, Osman Paşa ve Firdevs Medreselerine kadar… Sözün kısası ilim şehri olmuş ilme susayanlara Halep. Gönüller sultanı, âşıkların pîri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî onlardan sadece biri… Hattâ o kadar ki Arap harfli ilk matbaa İstanbul’dan önce burada kurulmuş. İster inanın ister inanmayın ama size şu kadarını söylemeliyim: Bugün 4 milyona yaklaşan nüfusuyla Şam’dan sonra Suriye’nin ikinci büyük kenti olan Halep, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, İstanbul ve Kahire’den sonra Osmanlı coğrafyasının üçüncü büyük şehri imiş. İşte bu kadar!

Efendim, seyyahların üstadı, pîrimiz İbn-i Batûta’nın Halep’i anlatırken vurguladığı en önemli hususlardan biri de buranın hilâfete en uygun merkez olacağıdır. Yakışırdı bence de… Nitekim bu şehir Hazret-i İbrahim’in de yurdudur. Kimler gelip kimler geçmemiş ki buradan. Tıpta mûsıkî ile tedaviyi bulan İbn-i Sînâ, Osmanlı’nın ilk kanun mecmûası Mültekâ’nın müellifi İbrahim Halebî, büyük Osmanlı tarihçisi Nâimâ ve büyük sûfîlerden Sühreverdî ve yine Rufâî meşâyihinden, Sultan II. Abdülhamid’in de şeyhi olan büyük velî, aynı zamanda Osmanlı kazaskerlerinden Ebu’l-Hüdâ Hazretleri de bu şehrin çarşılarında dolaşmış bir zaman… Sevgilisine;

Gel berû kim savm u salâtın kazâsı var

Lâkin sensiz geçen zamanın kazâsı yok

diyen bütün zamanların en büyük âşıklarından meşhur Seyyid Nesîmî de 1418 yılında Halep Kalesi’nde idam edilerek bu fânî dünyaya; «Elvedâ!» demiş… Kültür ve edebiyat dünyamızın âşina isimleri Refik Halit KARAY, Münevver AYAŞLI, bestekâr Sadi HOŞSES ve Nâzım Hikmet bu şehrin havasını teneffüs edip suyunu içenler arasında yer almış…

Bazı batılı gezginler de Halep için «Doğunun Kraliçesi» unvanını uygun görüp bunu kullanmışlar Halep’i anlatırken… Haksız da sayılmazlar. Yazıma böyle bir başlık koymayı bile aklımdan geçirdim Halep için… Ama «‘Kraliçe’ benim dünyama ait bir terim değil ki!» diye düşündüm, vazgeçtim… Halep olsa olsa «doğunun büyük aşklar şehri» olabilirdi… Emrah’a sorun siz onu bir de!.. Ya da Aslı’nın bağrı yanık Kerem’ine… Onlar anlatsınlar bir de size Halep’i. Aslı’sının uğruna yanıp kül olan âşıkların pîri Kerem, şimdi gördüm ki senin küllerin bu şehrin güzellerine «sürme» olmuş gözün aydın!.. Halep’i 1260’ta Hülâgû yerle bir etmiş ama gel gör ki şimdilerde o güzellerin eline Hülâgû su dökemez!..

Taştan yapılmış şu asırlık devâsâ binalarının Halep’in eğri-büğrü sokaklarında kaç asırdır gece-gündüz neler söyleştiklerini bilebilseydik keşke!.. Açık duran şu ceviz renkli pencereden bir ney sesi geldi gelecek derken, bir çift siyah gözün bir peçenin ardında gizlendiğini, o da yetmezmiş gibi meraklıca gözlendiğinizi hiç düşündünüz mü? İşte orası Halep şehridir. Anlamı giderek irtifa kaybeden bir söz var bilirsiniz. Bazı durumlar için; «Anlatılmaz, yaşanır» derler. Bence o söz olsa olsa Halep için söylenmiş olmalıdır efendim. Netice-i kelâm şunu söyleyeyim, siz yine benden duymuş olun, şayet bir gün benim bir şehre «âşık» olduğumu duyarsanız, hiç şüpheniz olmasın ki bu şehir «Halep»tir. Benim öteki güzel şehirlerim alınmasın ne olur!..

Ey Halep!.. Ey şehirlerin güzeli! Ey güzellerin şehri!.. Seni geç buldum, erken kaybettim. Ama bir gün seni görmek için döneceğim… Bir nargile için köz ne ifade ediyorsa, sen de benim yüreğim için öylesin!.. Bu ayrılığın uzunca süreceğini sanmam. Bekle beni Halep! Doğunun büyük aşklar şehri Halep, bekle beni! Bir gün sana döneceğim.