Yesrib’den Medine’ye… CENNET MÜJDESİ 2 SÂBİT BİN KAYS’IN MÜSLÜMAN OLUŞU

Ali HÜSREVOĞLU

Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, Medine olmaya yüz tutan Yesrib’de Neccâroğullarından Es‘ad bin Zürâre’nin evine konuk olmuş, yanında kalıyordu. Es‘ad, Mekke’ye ilk gelen altı kişiden biri olup Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İslâm’ı ilk tanıttığı gün Müslüman olanlardan biri idi. Hem birinci, hem ikinci Akabe Bey‘atı’nda bulunmuştu.

Mus‘ab, yaptığı çağrıyı yerinde, zamanında ve usûlüyle yapan, taşı gediğine ne zaman ve nasıl koyacağını bilen zeki bir davet adamı idi. Allâh’ın yoluna hikmetle/hangi bilgiyi kime yönlendireceğini bilerek ve güzel öğütle çağırmayı biliyordu. Rasûlullâh’ın onu seçmekle ne kadar isabetli davrandığını bütün davranışlarında göstermişti. Bu güzel insanın tek derdi ve tek işi insanları İslâm diniyle tanıştırmak idi. Bütün hayatını buna göre programlamıştı. Allah; bu güzel insana yumuşaklık, sabır, zamanlama zekâsı ve bütün güzel hasletleri ihsan etmişti. O, bu sayede İslâm’ı Yesrib’de yaymayı başarmıştı.

Mus‘ab’ın Yesrib’e geldiği ilk günlerden birinde Sâbit, Hazrecli Es‘ad bin Zürâre’nin evine konuk olan bu Mekkeli davetçiyi duymuş; onun, âyetlerin anlam vurgularını yerinde yaparak tane tane okuduğu Kur’ân’ı duyar-duymaz büyük ölçüde etkilenmiş, kulakları ve kalbi Kur’ân’la dolmuş, o muazzam ifadeler Sâbit’in bütün gönlünü ve aklını esir almıştı. İlk dinlemede Allah onun göğsünü İslâm’a açmış, vakit kaybetmeden şahadet getirerek hemen İslâm sancağı altına girivermişti. Ondan hemen sonra annesi Kebşe bint-i Vākıd Müslüman olmuş, Rasûlullâh’a bey‘at etmişti.

SÂBİT BİN KAYS’IN ANNESİ

Bu sıra dışı ana; akıl, hikmet ve görüş sahibi bir kadın olup Sâbit’in yetişmesine çok özen göstermiş, onu okuma ve yazma öğrenmeye daima teşvik etmiş, toplum içinde «kâmil» diye anılanlardan olması için bütün gayretini sarf etmişti. O dönem toplumunda okuma-yazma bilen oranı çok düşüktü. Sâbit bu iki özelliğini güçlendirdi ve zaman içinde vahiy kâtiplerinden biri olma şerefini kazandı. Bu müstesnâ kadının bir başka büyük hizmeti de diğer oğlu Abdullah bin Revāha’nın yetişmesine büyük özen gösterip onu da Müslüman toplumuna okur-yazar, şair ve süvari olarak kazandırmış olmasıdır.

SÂBİT’İN EŞİ

Bu arada Habîbe bint-i Sehl hanımefendi Müslüman olmuş, Sâbit de onunla evlenmiştir.

RASÛLULLÂH’IN HİCRETLE GELİŞİ

Sâbit bin Kays, Yesrib’de sabırsızlıkla Hak Elçisi’nin Mekke’den şehirlerine hicretini beklemeye başladı. Yesrib halkı, Rasûl-i Ekrem’in çağrısını açık gönüllerle ve feda edilmeyi bekleyen canlarla karşılamışlardı. Evs ve Hazrec beraberce Rasûlullâh’a ve arkadaşlarına yardım için hazır bekliyorlardı. Sâbit bin Kays da kılıcını ve Allâh’ın ona bahşettiği hitabet ve söz gücünü kullanmak için sabırsızlanıyordu.

Gelişi özlenen Allah Rasûlü, bir gün Yesrib’in hicret yolu bitimindeki Veda Tepesi’nden görünmüştü. İşte oralı Müslümanlar yürekleri uçuşarak O’nu karşılamaya çıkmışlardı. O’nun gelişiyle bütün yüzler gülüyor, neşeden parlıyordu. Hazret-i Peygamber hangi evin önünden geçse yolu kesilerek:

“–Yâ Rasûlâllah, gücün, güvenliğin ve bolluğun bulunduğu yere buyurun!” ifadeleriyle davet ediliyor, O ise bu davetlere tebessüm ve hayır dua ile mukabele ediyordu.

Sâbit bin Kays da, kardeşi Abdullah bin Revāha ile beraber kendi toplumları adına Rasûlullâh’ı evlerine davet etmişlerdi. Abdullah bin Revāha öne çıkıp devesinin yularını tutarak:

“–Bize buyurunuz yâ Rasû-lâllah, güce ve güvenliğe!..” diyerek davet etmişti. Rasûl-i Ekrem -aleyhissalâtü vesselâm- bütün davetlere teşekkür etmiş ve:

“–Devenin yolunu açıp kendi hâline bırakın, çünkü o bir emirle hareket etmektedir.” buyurmuştu. Sonra Sâbit bin Kays, Nebiyyullâh’ın Medine’ye gelişinden duyduğu sevinci dile getirdiği bir hutbe arz etmiş, sonunda:

“–Kendimizi ve çocuklarımızı koruduğumuz bütün tehlikelerden Sen’i de koruyacağız. Bunun karşılığında bize ne var ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sormuş, Rasûlullah da:

“–Cennet var.” buyurunca:

“–Bununla hoşnut olduk…” demişti.

Canlar Cânı Efendimiz, Sâbit’i ve kabilesini cennetle müjdeleyince yüzleri gülmüş, gönülleri ferahlamıştı. Bu hitabesinden itibaren Sâbit; «Rasûlullâh’ın hatibi» diye anılır olmuştu. O, Allah Rasûlü’nü ve İslâm’ı diliyle savunmanın yanında kılıcıyla da savunuyordu.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Yesrib toprağına ayak basar basmaz kabileler arası istikrarı sağlamaya yöneldi. İlk iş olarak Evs ve Hazrec’in aralarını düzeltip birbirlerine karşı yüz yıldır süren düşmanlıklarını hatırlatacak ne varsa ortadan kaldırmayı hedefledi. Önce onları «Ensar» ortak adı altında birleştirdi. Bu isim, onlardaki kabilecilik rûhunu devre dışı bıraktı. Artık onlardan biri bir Evsli veya Hazrecli değil, İslâm’ın yardımcılarından biri idi. Aynı zamanda bu ismin bereketi, kalplerinde kökleşmiş, kin ve cahiliye pençelerinin izlerini silip temizledi. Hiçbir şey olmasa, bu ismin iki kabileye dostluğu ve İslâm’a yardımı şiar edindirmesi yeterdi.

İkinci adım olarak muhacirlerle ensarı birbirine ısındırdı. Mekkeli Müslümanlardan her birini Medinelilerden biriyle kardeş yaptı. Sâbit bin Kays’ın nasibine ‘Âmir bin Ebi’l-Bükeyr düştü.

Bu hâdise, Rasûlullâh’ın Evs ve Hazrec arasında yüz yıldır durup dinlenmeden devam eden ve Yahudiler tarafından körüklenen anlamsız savaşlarına son vermiş, Yahudi’nin oyununu bozmuş ve bu güzel şehri «Yesrib» yani «perişanlık yurdu» olmaktan kurtarmış, onu «Medine» olma şerefine kavuşturmuştur. Böylece, Canlar Cânı Efendimiz; can ve mal güvenliğinin bulunmadığı, ahlâkî çöküntünün dibe vurduğu, birçok hastalığın sayısız can aldığı bir perişanlık ortamını dünyanın ikinci kutsî şehri hâline getirmiştir ki artık «Yesrib» devri geçmiş ve «Medine» dönemi başlamıştır. Bu sebeple Efendimiz:

“Bundan sonra hiç kimse bu şehir için «Yesrib» demesin, kim yanlışlıkla bir defa «Yesrib» derse on defa «Medine» desin.” buyurmuştur.

Bu devreden sonra Sâbit bin Kays, Rasûlullâh’ın sohbetlerine, Kur’ân ve hadis dinlemeye daha fazla özen gösterdi. Dini anlamaya, inceliklerini fark etmeye çalıştı.

Bu durum Sâbit’in kalbinde ve rûhunda Peygamber sevgisinin daha fazla kök salmasını sağladı. İlk oğlu doğunca onu kucağına alıp doğruca Rasûlullâh’a götürdü. Fahr-i Kâinat Efendimiz, acve hurmasını biraz çiğnedikten sonra onun ağzına verdi ve adını «Muhammed» koydu. Sâbit’in duyduğu iftihar sonsuzdu. Artık bundan sonra «Ebû Muhammed» diye künyelenecek, böyle anılacaktı.

Sâbit bir ara rahatsızlandı. Evinden çıkamadı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber olamıyor, buna fevkalâde üzülüyordu. Efendimiz bunu duyunca Sâbit’in ziyaretine geldi ve o hasta iken: “Ey insanları terbiye eden, Sâbit bin Kays bin Şemmâs’ın hastalığını gider.” diye dua etti.

(Devam edecek.)