Teslim ol, İBRAHİM GİBİ!..

Prof. Dr. Ömer ÇELİK

omercelik08@hotmail.com

İnsanın mücadeleci bir yapısı vardır. Olur olmaz her şeyde mücadeleye soyunur. Her dâim kendisini haklı görür. İnattır. Acelecidir. Hattâ haksız olduğunu hissettiği yerlerde bile, tutunacak bir mesnet arayarak kendini savunmaya çalışır. Onun bu uslanmaz hâli dünyada böyle olduğu gibi, âhirette de devam edecektir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulur:

“O gün, herkes kendi nefsi adına mücadele eder ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.” (Nahl 16/111)

“Türlü türlü mazeretler öne sürse de, artık insan, kendisi hakkında şahit olur.” (Kıyâme 75/14-15)

Hâlbuki bu sağlıklı bir yol değildir. Sağlıklı yol: Hayrı şerden ayıran, daha iyisini iyiden tefrik eden akl-ı selîmi çalıştırarak, onunla kalb-i selîme ulaşmaktır. Kalb-i selim, kitap ve sünnet çizgisinde tezkiye olmuş bir nefsin burcunda parlayan nurdur. Ebedî âlemde geçerli tek akçedir, kıymet biçilmez bir sermayedir. Rabbimiz buyurur:

“O gün ki, mal da oğullar da fayda vermez. Ancak Allâh’a kalb-i selim (sağlam ve temiz kalp) ile gelen (fayda görür).” (Şuarâ 26/88-89)

İnsan; nefis tezkiyesi, kalp tasfiyesi yolunda mesafe aldıkça, nefsin ârızaları tamir edilmeye, mücadeleci yapısı yatışmaya ve ilâhî saltanat karşısında teslimiyet duyguları harekete geçip gelişmeye başlayacaktır.

Teslimiyet, Allah tarafından haber verilen bilgilerle ilgili şüphelerden, ilâhî emirlere ters düşen nefsanî arzulardan, ihlâsla bağdaşmayan isteklerden, ilâhî takdire ve şer‘-i şerîfe itiraz illetinden kurtulmak demektir.

Teslimiyet hâli, ancak itmi‘nan derecesindeki bir güven duygusu sayesinde gerçekleşebilir. Bu ise güven duyulan varlığın, her yönden kendisine güvenilebilecek bir hususiyette olmasını gerektirir. Dolayısıyla teslimiyeti yalnız Allâh’a hasredebilmek için, öncelikle tüm güç ve kudretin sadece Allah’ta olduğuna, O’nun izni olmadan hiçbir varlığın fayda ya da zarara güç yetiremeyeceğine, her şeyin fânî, ancak O’nun bâkî olduğuna, her şeyin O’na muhtaç, O’nun ise hiçbir şeye muhtaç olmadığına ve bir benzerinin de bulunmadığına kalben îman etmek ve bu îmanı itmi‘nan derecesine ulaştırmak gerekmektedir.

Teslimiyet bir hâldir, bir makamdır. İnsanın kalp âlemini derinden ilgilendiren bir durumdur. Bu bakımdan büyükler hep: «Âh teslimiyet!» demişlerdir. O, en yüksek mânâda ancak peygamberlerin başarabildiği zor bir ahlâkî zirvedir.

Meselâ: Allah Teâlâ Hazret-i İbrahim’e: “(Ey İbrahim!) «Teslim ol!» buyurdu. O da: «Âlemlerin Rabbine teslim oldum.» dedi.” (Bakara 2/131) Yalnız bu teslim oluş birden ve kendiliğinden olmadı. Cenâb-ı Hak onu bir kısım imtihanlardan geçirdi. İbrahim -aleyhisselâm- da onları bir bir kazandı. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Rabbi İbrahim’i bir kısım kelimelerle imtihan etmiş, o da onları tam olarak yerine getirmiştir.” (Bakara 2/124)

Her şeyin temeli mârifettir, bilgidir. Bilgi olmadan ve işin hakikatini kavramadan teslimiyet olmaz. Bu sebeple teslim olabilmek için kalbin Allâh’ı tanıması atılacak ilk adım, ilk yöneliştir. Bu yöneliş îmanla başlar, mârifetullah arttıkça o da artarak devam eder. Sonra bu mârifet doğrultusunda kalpte üç kalenin fethedilmesi, nefsin direnç kaynağı olan üç dayanağın çökertilmesi zarûreti vardır. Bunlar:

Can kalesi,
Mal kalesi,
Evlât kalesi.

İbrahim gibi teslim olabilmek için, bu yollardan İbrahim gibi geçmek gerektiğini bilmem söylemeye gerek var mı?

Şimdi mademki yüce Rabbimiz teslimiyette Hazret-i İbrahim’i örnek veriyor. Biz de onun yolunu takip ederek teslimiyet basamaklarını tırmanabiliriz. Tabiî ki gücümüz yettiği nispette.

Hazret-i İbrahim:

1. Canından imtihan oldu. Ateşlere atıldı. “Benim Rabbim işitir, bilir.” dedi. Korkmadan ateşlere girdi. Eğer ateş, Allâh’ın fermanıyla serin ve selâmet olmasaydı, mutlaka İbrahim’i yakacaktı. Fakat İbrahim’in Allâh’a olan tevekkül ve teslimiyeti ateşleri bir gülistana çevirdi. (bkz. Enbiyâ 21/68-70) Biz de canımızı Allâh’a, O’nun yoluna böyle feda edeceğiz.

2. Malını zikrullah aşkına verdi, vakfetti. Allâh’ın sevgisi, zikri ve rızâsı her şeyin başında ve önünde olacaktı. Teslimiyet sırrının gerçekleşmeye başlaması için tıpkı İbrahim’de olduğu gibi. Hazret-i İbrahim, gelen misafirlerine Allah için en kıymetli mallarını keser infak ederdi. Kur’ân bunu sitâyişle zikreder. (bkz. Hud 11/69-70) Misafirsiz yemeğe oturmazdı, hattâ sahralara çıkıp günlerce misafir beklediği olurdu. Nasıl bir aşk, muhabbet, teslimiyet ve yüksek şahsiyet!..

3. Verdiği söz ve gördüğü rüya üzere oğlunu kurban etmeye yüzde yüz teşebbüs etti. Şaka yapmadı, işe bir formül bulmaya kalkışmadı. Şeytanın bütün saldırılarını, vesveselerini elinin tersiyle defedip attı. Azmetti. Neticede ilâhî rızâya teslimiyet cennetten bir koçun inmesine vesile oldu. (bkz. Saffat 37/102-107)

Şüphesiz bizim peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’de bu teslimiyet hâli daha kâmil noktada tahakkuk etmiştir. Allah O’nu diğerlerinden her türlü ahlâkî kemâlatta derecelerle zirve noktalara yükseltmiştir. “Şüphesiz Sen, en yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 68/4) medhi ve iltifatı onun hakkında nâzil oldu.

“Teslim ol, İbrahim gibi!” tavsiyesi kolaydır. Geliniz birlikte üsve-i hasene olan o kutlu insanlardan güzel örnekler alarak, onların izlerini karda yürüyen birinin izini takip edercesine takip ederek teslimiyet basamaklarını tırmanmaya, ömür sermayemizi bu yolda kullanmaya çalışalım. Şair, teslimiyet sırrına eren kimselerin sahip oldukları kalbî kıvam ve hâlet-i rûhiyeyi ne güzel dile getirir:

Girenler nakd-i cân îsâr ederler bâb-ı teslîme
Erenler bezmine bir başka türlü armağan olmaz
(Nâbî)

“Teslimiyet kapısına girenler, bu yola canlarını feda ederler. Zira erenler meclisine bundan başka bir hediye takdim edilmez.”

İbrahimî bir dille,

Muhammedî bir gönülle,

“Âlemlerin Rabbine teslim oldum!” diyebilmek için gayret bizden, tevfik Allah’tan!..