NAKIŞ NAKIŞ İSTANBUL Eyüp Sultan Türbesi’ndeki GÜMÜŞ ŞEBEKE

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hicret yolculuğunu tamamladığı sırada bir mesele ortaya çıktı. Kime misafir olacaktı? Aslında Medineli Müslümanların hepsi O’nu misafir etmeye hazırdı. Ne var ki O, devesi Kusvâ’nın yularına yapışıp kendisini davet edenlere şöyle buyurdu:

“Hayvanı serbest bırakın, yolundan çekilin, o yedilmektedir.”

Kusvâ kimin kapısının önünde çökerse, onun misafiri olacağını duyurdu. Sevgili Rasûl’ün devesi bir-iki çöküp kalktıktan sonra, sonunda Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin evi önündeki araziye çöktü. Böylece mübarek Rasûl, Ebû Eyyûb’un evinin alt katına yerleşti.

Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî, ülkemizde «Eyüp Sultan» diye bilinir. Onun evindeki bu misafirlik, Mescid-i Nebevî yapılıncaya kadar, yani yedi ay sürmüştür. Böylece Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nü evinde misafir etme şerefine ve Mihmandâr-ı Rasûlullah unvanına kavuşmuştur.

YAŞI SEKSENİN ÜZERİNDE!

Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-; Süfyan bin Avf kumandasındaki bir ordunun Konstantiniyye’nin fethi için sefere çıkmasından kısa süre sonra, Halîfe Muâviye -radıyallâhu anh- tarafından yeni bir ordunun, öncekini takviye için yola çıkacağı haberini alınca yerinden kalkar, kılıcını kuşanır ve sefer hazırlığını tamamlayarak halîfenin yanına koşar. O sırada yaşı seksenin üzerindedir. Hazırlanan ordu, vakit geçirmeden Konstantiniyye’ye doğru yola çıkar, uzun ve yorucu bir yolculuğun sonunda İstanbul surları önüne gelerek önceki orduya katılır. Birkaç gün sonra, İstanbul surları önünde, Müslümanlarla Rumlar arasında şiddetli bir savaş başlamıştır. Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-, her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği bu savaşta, kahramanca savaşır. Hiç yılmadan ön saflara atılarak, askerin mâneviyatını kuvvetlendirir, onlara cesaret verir.

Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-, savaşın şiddetlendiği bir gün, yine sabahtan akşama kadar çarpıştı ve bitkin düşerek hastalandı. Çevresini saran arkadaşları hastalığı ile yakından ilgilendiler. Aralarından biri şöyle dua etti:

“–Allâh’ım! Ona âfiyet ve şifa ihsan eyle!” Ebû Eyyûb başını ondan tarafa çevirip şöyle buyurdular:

“–Öyle deme, bana dua edeceksen şöyle dua et: «Allâh’ım! Eğer bu kulunun eceli yakınsa, ona mağfiret et, rahmetini ondan esirgeme! Eğer eceli gelmemişse, ona şifalar ihsan eyle!”1

ŞİRK KOŞMADAN ÖLEN, CENNETE GİRER!

Ebû Eyyûb’un durumu günden güne ağırlaştı. Bunun üzerine Başkumandan Yezid ziyaretine geldi, hâlini görünce çok müteessir oldu.

“–Benden bir isteğin var mı?” diyerek, kendisinden bir vasiyeti olup olmadığını sordu. Peygamberimiz’in sancaktarı büyük sahâbî şunları söyledi:

“–Sizler için önem ifade eden meselelerin, benim için artık bir değeri yoktur. Ancak şu var ki; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den, İstanbul surlarının yakınına sâlih bir kimsenin defnolunacağını işitmiştim; umarım o sâlih kimse ben olayım. Bunun için, öldükten sonra beni yıkayıp, naaşımı İslâm ordularının ilerleyebileceği en ileri noktaya defnedin.”

Ebû Eyyûb, bu vasiyetini dile getirdikten sonra bir müddet sustu, sonra da şöyle dedi:

“–Rasûlullâh’ın şöyle buyurduğunu işittim: «Kim Lâilâhe illâllah, der ve Allâh’a şirk koşmadan ölürse cennete girer.»”

Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî, sabaha karşı rûhunu Allâh’a teslim etti. Vasiyeti yerine getirildi; yıkandıktan sonra, naaşı bugün kendi ismiyle bilinen türbesinin bulunduğu yere defnedildi.

BURASI EBÛ EYYÛB’UN KABRİDİR!

Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra hocası Akşemseddin’den, Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-’ın kabrini keşfetmesini istirham etti. Bu amaçla araziyi gezen şeyh:

“–Sultanım, gece bir yerde, bir nur müşahede ettim. Umarım o mübarek sahâbînin kabri oradadır!” dedi. Şimdi türbenin bulunduğu yere gidildiğinde, Akşeyh müjdeyi verdi:

“–Saadetli padişahım! Kabrin yerini keşfettik, Onun temiz ve pak rûhu bizleri fetihle müjdeleyerek, şöyle dedi: «Bu gayretinizden dolayı, Allâh’a sonsuz şükürler olsun ki, bizi küfrün karanlığından kurtardınız!»”

Akşemseddin Hazretleri daha sonra, mezarın yanı başındakilere bulundukları yeri kazmalarını söyledi. İşaret edilen yer henüz bir metre kazılmıştı ki, kûfî harflerle yazılı bir mezar taşına rastlandı. Mermer taşın üzerindeki kitâbede şu ibare okunuyordu:

Burası Ebû Eyyûb’un kabridir!

Sultan; ilgililere, bu mübarek sahâbînin kabrinin bulunduğu yere hemen bir türbe yapılmasını emretti. Sonra da ilâveten bir cami ve bir de medrese inşası için talimat verdi. (1458-59) Muhasaranın başlarından İstanbul’un fethine kadar, Cuma namazları topluca, şimdi Eyüp Sultan Camii’nin bulunduğu yerde kılındı.

SANAT ŞÂHESERİ ŞEBEKE

Türbe kubbeli ve sekizgen plânlıdır. Klâsik dönem türbe mimarîsinde inşa edilmiş olup kesme taştandır. Kemerli kapısı mermerdir; üzerine Allah -celle celâlühû- ve Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- isimleri, bunun altına da kelime-i tevhid kazınmıştır. Türbenin içi, alt pencerelerin üst silmesine kadar bütün duvarlar, mavi ve beyaz rengin hâkim olduğu desenli çinilerle örtülüdür. Bu çinilerin üst tarafında türbeyi, lâcivert zemin üzerine beyaz celî yazılarla çepeçevre donatan bir çini kuşağı dolaşır.

***

Türbenin ortasında etrafı gümüş şebekeli bir parmaklık içinde Hazret-i Hâlid bin Zeyd’in sandukası yer alır. Sandukanın üzerini, siyah atlastan yapılmış ve sarı simle işlenmiş güzel bir yazı ile «Kisve-i şerif» örter. Sultan II. Mahmud’un yaptırmış olduğu bu kisvenin üzerindeki yazıların büyük kısmı devrin tanınmış hattatı Mustafa Rakım Efendi’ye aittir.

Sandukanın çevresini kuşatan gümüş şebeke, 1611 yılında «Hâcet penceresi» duvarı yaptırılırken Sultanahmet Camii’nin bânîsi Sultan I. Ahmed tarafından gümüş telden ördürülür. Bu gümüş telle örülü şebeke, sonraki yıllarda Sultan III. Ahmed’in damadı Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından onarılır. Fakat Sultan III. Selim, eskiyen ve tamiri mümkün olmayan örme şebekeyi kaldırtarak, onun yerine şimdiki şebekeyi, yani barok stildeki gümüş dökme şebekeyi koydurur.2

Arka cephesinde (hicrî 1207/milâdî 1792)’de yapıldığına dair tarih bulunan bu gümüşten dökme şebeke, maden işçiliği bakımından bir sanat harikası, bir sanat şâheseridir!

Şebekenin ön kısmında, yukarıdan aşağıya doğru, Hazret-i Hâlid’in alemdarlığına işaret olmak üzere, sembolik bir sancak-ı şerif mahfazası, önünde istiridye kabuğu şeklinde ve tuğravarî bir süs; onun ortasında da güzel yazı yazmanın önemine işaret eden bir hadîs-i şerif göze çarpar. Az aşağısında ise, gümüş oyma bir besmele-i şerif yer alır. Şebekenin ön cephesinde, ortaya yakın, simetrik ve oyma olarak Hazret-i Hâlid’in ismi görülür.

Gümüş şebekenin sağ ve sol taraflarında daire içinde Besmele-i şerif ve onun etrafında Fâtiha Sûresi oyma olarak işlenmiştir.

SAVAŞ SIRASINDA NİĞDE’YE KAÇIRILDI!

Şebekenin üst kısmını meydana getiren inişli-çıkışlı çerçevenin üzerinde dövme hâlinde ve sağdan-sola doğru, Bakara Sûresi’yle Âl-i İmran Sûresi’nin âyetleri yer alır. Bu şebekenin arka kısmında kalan yerde Osmanlı sultanları kılıç kuşanma merasimi yaparlardı.

Hem sanat değeri, hem de tarihî kıymet açısından büyük ehemmiyet taşıyan bu gümüş şebeke, II. Dünya Savaşı sırasında diğer kıymetli müze eşyası ile birlikte Niğde’ye götürüldü, savaş sonunda getirilerek, tekrar yerine konuldu.

1 R. IŞIK, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII, s. 275-276

2 M. Nermi HASKAN, Eyüp Tarihi c. 2, s. 182