Facialarıyla, EMEVÎLER DÖNEMİ II (661-750)

Ahmet MERAL

YEZİD BİN MUÂVİYE

Muâviye’nin vefatından sonra (680) yerine daha önceden veliaht olarak ilân ettiği oğlu Yezid geçti. Bu durum Suriye hariç İslâm âleminin her tarafında hoşnutsuzlukla karşılandı. Bu hoşnutsuzluk özellikle Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr -radıyallâhu anhüm- çevresinde ortaya çıkan bir muhalefet hareketine dönüştü.

Yezid’in halîfeliği İslâmî açıdan tam bir yozlaşma dönemi olmuştur. Yönetim anlayışlarındaki baskıcı eğilimler Emevî ailesinin ahlâkî yapısına da sirayet etmiş ve halîfe unvanlı Emevî kralları dinî bakımdan pek çok sınırı zorlamaktan kaçınmamışlardır. Halîfe Yezid bu bakımdan bir zirveyi temsil etmektedir. Belâzûrî’nin kaydına göre, şarap içmeyi, şarkılarla eğlenmeyi, avcılık yapmayı, şarkıcı cariyeler ve köleler edinmeyi, maymun ve horozlarla eğlence tertip etmeyi ilk başlatan Yezid olmuştur. Hayatını fısk ve fücur içerisinde sürdürmekteyken bu tavır ve davranışları kardeşi Mesleme bin Muâviye tarafından bile eleştirilmiştir.

İdarecilerin sefahat ve dünyevî kaygılarla halkın mallarına göz dikmeleri, haksızlıkları, zorbalıkları, Müslüman halktan bile cizye alacak kadar sapmaya uğramaları normal bir durum olarak kabul görmekteydi. Oysa Hazret-i Ömer döneminde âdil bir vergilendirme düzeni kurulmuş, bazı durumlarda Hıristiyanlardan bile vergi alınmamıştır. Ebû Yusuf, el-Harac adlı kitabında Hazret-i Ömer ile ilgili şöyle bir olay nakleder:

“Hazret-i Ömer bir evin önünden geçerken yaşlı, gözleri görmez, dilenen bir adamcağız görür. İhtiyarın koluna girerek:

«–Sen hangi ehl-i kitaptansın?» diye sorar. Adam Yahudi olduğunu söyleyince, Hazret-i Ömer:

«–Peki, niçin böyle dileniyorsun?» diye üsteler. Bunun üzerine yaşlı adam:

«–Benden cizye isteniyor. Yaşımı ve ihtiyaç içinde olduğumu görüyorsun.» şeklinde cevap verir. Hazret-i Ömer, adamı elinden tutarak kendi evine götürür ve bir şeyler verdikten sonra hazine görevlisine:

«–Bu ve benzerlerine dikkat et!» der. «Vallahi eğer bunun gibilerden gençliğinde faydalanıp ihtiyarlayınca onları perişan edersek adaletli davranmış olmayız. Şüphesiz ki zekât fakir ve miskinlere verilir. Fakirler Müslümanlardan olur. Bu gibiler ise miskinlerden, yani ehl-i kitaptandırlar.» diye ekler. Böylece hem o ihtiyardan, hem de benzerlerinden cizye kaldırılmış olur.”

Halîfe Yezid, şahsî malı gibi kullandığı devlet hazinesinden yüklü ulûfeler ile toplumun ileri gelenlerinin çoğunu kendine bağlamış, yönetimine karşı gelenleri ise en acımasız yöntemlerle sindirmiştir.

KERBELÂ FACİASI (680)

Hazret-i Hüseyin Yezid’in halîfeliğini kabul etmemiş, bu konudaki tehdit ve baskılara da boyun eğmemişti. Hazret-i Ali taraftarı kabul edilen Kûfe halkından 150 kişi kendisine mektup yazarak bağlılıklarını bildirmiş, iktidara karşı harekete geçmesi hâlinde Emevî valisi Nu’man bin Bişr’i kentlerinden sürüp çıkaracaklarına dair kendisine söz vermişlerdi. Bu davet üzerine Hazret-i Hüseyin, amcasının oğlu Müslim bin Akîl’i Kûfe’ye yolladı. O sırada Yezid de beceriksiz bulduğu Kûfe valisini görevden alarak onun yerine Basra valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı atamıştı. Vali Ubeydullah Kûfe’ye gelir gelmez Yezid adına biat almaya ve muhaliflere gözdağı vermeye başladı. Nitekim Kerbelâ faciasının biraz öncesinde, Hazret-i Hüseyin’in Kûfe’ye gelmekte olduğunu haber vermekle görevli Kays bin Misher, aynı zamanda Ziyad bin Ebih’in de oğlu olan Kûfe valisi Ubeydullah tarafından yakalatıldı. Ubeydullah bin Ziyad, Kays’ı huzurunda azarladıktan sonra onu:

“–Şu sarayın üzerine çık ve yalancı oğlu yalancı Hüseyin bin Ali’ye hakaret et!’’ diye tazyik etti. Sarayın üzerine çıkan Kays, Allâh’a hamd ve senâ ettikten sonra halka:

“–İşte bu, Allâh’ın kullarının hayırlısı Hüseyin bin Ali, Rasûlullâh’ın kızı Fâtıma’nın oğlu! Ben onun elçisiyim. Onun geleceğini size haber veriyorum. Ona tâbî olun!” dedi. Sonra da Ubeydullâh’a ve babasına lânet etti, Hazret-i Ali için de istiğfarda bulundu. Bunun üzerine Ubeydullah bin Ziyad onun oradan aşağı atılmasını emretmiş, Kays bin Mihser sarayın üzerinden aşağı atılarak öldürülmüştür.

Tarihçi Mesûdî de babası Ziyad’ın Kûfe’de insanları sarayının önünde toplayıp Hazret-i Ali’ye lânet etmeye zorladığını, itiraz edenleri ise kılıçla tehdit ettiğini belirtmektedir. Ayrıca muhalefeti kırmak için açıkça rüşvet dağıttığı da nakledilenler arasındadır.

Taberî, Kûfe’den gelen Mücemma bin Abdullah el-Âmirî’nin Hazret-i Hüseyin’e şehrin ileri gelen eşrafının çok rüşvet aldığı, kasalarını doldurdukları ve karşı tarafa geçtikleri yönünde bilgi verdiğini kaydetmektedir.

Hazret-i Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru bu şartlar altında yola çıkmıştır. Hazret-i Hüseyin’i yolundan çevirmek için başta Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbas Kûfelilere güvenmemesi yönünde ona görüş bildirmişler, Kûfe halkının dönekliğini hatırlattıkları hâlde onu yolundan döndürememişlerdir.

Hazret-i Hüseyin, ço-luk-çocuğu, hısım ve akrabasıyla kafile hâlinde Kûfe yolunu tuttu. Yolda ünlü şair Ferazdak’a rastladı. Ferazdak Hazret-i Hüseyin’e; “Halkın yüreği seninledir ama kılıçları Ümeyyeoğullarıyla birliktedir. Kaza gökten iner ve Allah dilediği gibi yapar.” dedi. Hazret-i Hüseyin acı kaderine doğru akarken biraz daha ilerleyince Kûfe’ye gönderdiği elçisinin öldürüldüğünü ve kendisine bağlı olanların dağıldığını haber aldı. Bunun üzerine yanındakilerden isteyenlerin geri dönebileceklerini söyledi. Böylece sonradan katılan bir kısım taraftarı daha kendisinden ayrılmış oldu.

Kûfe valisi Ubeydullah bin Ziyad, Yezid’den aldığı talimatla Kerbelâ’ya kadar yaklaşan Hazret-i Hüseyin’in üzerine Ömer bin Sa’d’ı görevlendirmek istedi. Ömer’in Hazret-i Hüseyin’in üzerine gitmek istememesi üzerine Genel Vali Ubeydullah:

“Dediğimi yapmazsan Rey valiliğine atanman emrini geri ver!” diyerek onu bu alçak ve şenî işe azmettirdi. Ömer bin Sa’d geceleyin derin düşüncelere daldı, vicdanının sesi ile dünyevî ikbal arasında bir süre tereddüt ettikten sonra tercihini ikincisinden yana yaptı. Oysa bütün yakınları, Hazret-i Hüseyin’in üzerine gitmesi ve bu yüzkarası işi gerçekleştirmesi hâlinde âhiretini tümden kaybedeceği yönünde kendisini uyarmışlardı.

Nihayet Ömer’in 5 bin kişilik ordusu Fırat Nehri kıyısında mevzilenerek Hazret-i Hüseyin’i bir avuç taraftarıyla sıkıştırdı. Hazret-i Hüseyin ve kafilesinin su almalarına bile müsaade edilmedi. Sırf bu amaçla 500 atlı su yollarını denetim altına almıştı. Çok geçmeden katliam başladı. Ehl-i beytten oluşan kafile, başta Hazret-i Hüseyin olmak üzere çoluk-çocuk 72 kişiydi.

Gerek Hazret-i Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbelâ’da susuz bırakılarak fecî bir şekilde öldürülmeleri, gerekse Peygamber soyu hakkındaki akıl almaz söz ve davranışları bütün Müslümanları Emevî iktidarına karşı derin bir nefrete sevk etmiştir. Bu menfur olayın ardından Emevî saltanatı kökünden sarsıldı. Baştan beri Emevî saltanatının merkezi olan Suriye hariç, Hicaz’da ve diğer İslâm beldelerinde Emevîler aleyhine şiddetli rüzgârlar esmeye başladı. Kerbelâ’daki trajik olay İslâm dünyasındaki ayrılıkları daha da keskinleştirmiş ve Şiî-Sünnî ayrımını iyice kökleştirmiştir. Yüreklerde derin yaralar oluşturan bu talihsiz cinayette Hazret-i Hüseyin’i 18 bin biatle (bağlılık bildirerek) Kûfe’ye davet eden Iraklı ikiyüzlü topluluğun da önemli bir payı olmuştur. Nitekim Iraklı birinin İbn Ömer’e ihramlı birinin sinek öldürmesi hakkındaki düşüncesini sorduğunda Hazret-i Ömer’in oğlu ona:

“Şu Irak halkına bakın! Hazret-i Peygamber’in kızının oğlunu öldürdüler, bana sinek öldürmenin hükmünü soruyorlar. Hâlbuki Rasûlullah: «O ikisi [Hasan ve Hüseyin] Benim dünyada iki reyhanımdır.» buyurmuştur” diyerek karşılık vermiştir. Hazret-i Hüseyin’in Emevî hanedanının baskıcı ve kibirli iktidarına karşı cesurca meydan okuması, onu tarih boyunca haksızlıklara, zulme karşı başkaldırının bir sembolü hâline getirmiştir.

Hazret-i Hüseyin, dedesinin tebliğ ettiği risaletin gerektirdiği ahlâkî sorumluluğu temel kalkış noktası yaparak zulme karşı gelmiş, güç hesabı yapmadan, sonucu ne olursa olsun hakkın üstün gelmesi konusunda canını ve cânânını feda ederek sonraki nesillere mümtaz bir örneklik bırakmıştır. “Zalimlerle birlikte yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim.” diyerek bütün insanlığa nasıl dik durulacağını öğretmiş, mü’minlerin izzet ve şerefinin başarıdan daha önemli olduğunu bizzat hayatını vererek göstermiştir.