Muhabbette Derin Bir Üslûp: SEVGİ JESTLERİ

Dr. Abdullah Hikmet ATAN

hikmetatan@hotmail.com

İnsan sevdiği için neler neler yapmaz ki… En akla-hayale gelmedik şeyler sergiler insanoğlu, sevgisini ispat etmek için. Bunlar kimi zaman akla-mantığa sığan şeylerdir; şiir gibi satırlara, şarkı gibi nağmelere dökülen veya bir gül gibi yârin eline verilen. Kimi zaman da düz mantıkla anlaşılamayacak oldukça uçarı şeyler olur; Kerem gibi dağları delmek, Mecnun olup çöllere düşmek gibi. İşte âşığın mâşuku için yaptığı akla-hayale sığmayan bu tür davranışlara «sevgi jestleri» adı vermek herhâlde yanlış olmaz.

«Sevgide jest», muhabbette derin bir üslûptur. Onun her zerresinde; incelik, zarafet, tatlılık, letafet sezilir. Onda, sevginin uçsuz-bucaksızlığı hissedilir. «Seni seviyorum!» ifadesi oldukça yavan kaçar sevenin dilinde ki, o sevgisini ispat etmek için daha deli-dolu şeyler yapmak ister.

Sevgide jest; bir bakıma hitap edilen makama bir nazın, bir cilvenin ifadesidir. «İşte ben seni öylesine değil, böylesine seviyorum.» demenin şekle, biçime bürünmüş hâlidir ki, çoğu zaman māşuku kendine cezbeder.

Bir de bu noktada; «her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.» kabîlinden sevgide jestin derin anlamlar ifade edebilmesi ve beslenen sevginin en güzel bir biçimde ortaya konabilmesi için yapılan davranışların taklidî olmaması, aslî, yani orijinal olması söz konusudur. Onun için âşık, akla-hayale gelmedik şeyleri yapmaya kendini zorlar. Zira sevgilisini herkesten daha çok kıskanmaktadır ve ona karşı beslediği o yüce duyguyu ispat için, yapılmamış şeyleri yapması gerekmektedir.

Meselâ sevgiliye ait bir hâtırayı yanında taşımak bunlardan biridir. Cepte götürmek alelâde olacaktır. O, onu sarığının içine itinayla yerleştirir. Savaş meydanlarında arslanlar gibi dövüşürken fırlayan sarığının peşinde görürsünüz onu. O; «Seyfullah=Allâh’ın kılıcı» lâkabıyla meşhur Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh-’tir. Çünkü o sarığın kıvrımları arasında sevgili efendisi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübarek sakal-ı şerîfinden bir parça vardır.

Yine O Peygamberler Sultanı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgisinden dolayı, mübarek bedenlerini örtmüş bir hırka için bir cami yaptıran Sultan Abdülmecid’i bu hareketiyle sevgide jeste güzel bir örnek olarak gösterebiliriz. İstanbul’da aynı zamanda bir semtin de adı olan Hırka-i şerif adındaki bu zarif cami, böyle bir nezaketin güzel bir numunesi olarak yıllardır Peygamber sevgisini temsil vazifesini başarıyla yürütmekte, her yıl binlerce ziyaretçisiyle o sevgiyi mü’min gönüllere dalga dalga yaymaktadır.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi dönüşü beraberinde getirdiği «Mukaddes Emanetler» için kendi sarayında hazırlatmış olduğu «Mukaddes Emanetler Dairesi», böyle sevgi jestlerinin şâhikalarından biridir. Sultan I. Selim bununla da yetinmemiş, 40 hâfız tayin ederek bu mekânda aralıksız Kur’ân-ı Kerim okutmuş, rivayete göre 40’ıncı hâfız da bizzat kendisi olmuştur. İşte o da kendisini hedeflediği yüce muhabbete ulaştıracak lâtif, zarif bir yol bulmuştur. Ondaki bu incelik, Hazret-i Peygamber’e olan derin sevgisini ispata kâfîdir.

Bu misalleri çoğaltmak mümkün. Ancak biri var ki eşyayı da aradan kaldırarak doğrudan mânâyı yudumlaması bakımından diğerlerinden ayrı bir anlam ifade eder. O da büyük Peygamber âşığı Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’dir. Öyle ki yaşı 63’e ulaştığında Rasûlullâh -aleyhisselâm-’a karşı beslediği derin muhabbetten dolayı geri kalan ömrünü toprak altında kazdırdığı bir odada geçirmeyi tercih etmiştir. Bunu da Dîvan-ı Hikmet’inde şöyle dile getirmiştir:

Sabah erken Pazartesi günü yere girdim
Mustafâ’ya matem tutup girdim ben işte
Altmış üçte «sünnet» dedi işitip bildim
Mustafâ’ya matem tutup girdim ben işte.

Tıpkı bir sahâbî gibi «Hazret-i Peygamber’i yaşamak» onda iptilâ hâlini almıştı, mısralarından öyle anlıyoruz. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefat yaşına geldiğinde o kederli ânı bizzat tüm benliğinde yaşamıştır Hoca Ahmed Yesevî. Hayatını hayatına uydurmak için azamî gayret gösteren büyük Allah dostunun, 63 sene birlikte yaşadığı rehberini kaybetmiş olmasından dolayı duyduğu elemi bir de siz tahayyül ediniz. Bir Hazret-i Ebûbekir, bir Hazret-i Ömer, bir Hazret-i Bilâl gibi, dünya artık boşalmıştır onun için. O şimdi koskoca Türkistan’ın küçük bir kasabası Yesi’de yapayalnızdır. Beraber dolaştıkları yollar, gezdikleri Pazar yerleri, mescid hepsi derin bir sükûta bürünmüştür. Veda edip gitmiştir O Sevgili. Hazret-i Peygamber’in tek bir sünneti kalmıştır, hayatında tatbik etmediği. Bakınız nasıl ifade ediyor bu durumu:

Kabre girmek Rasûlullah sünnetleri
İbadet eylemek Hak Rasûlû’nün âdetleri
Gariplere rahmet eylemek şefkatleri
O sebepten Hak’tan korkup kabre girdim.

Hoca Ahmed Yesevî, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgisini bu şekilde izhar etmiştir. Ki o sevginin nasıl olması gerektiğini, gönüller sultanı Peygamber Efendimiz’in hadislerinden öğreniyoruz. O hadislerin birinde;

“Ben’i, ananızdan-babanızdan, çoluğunuzdan-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam îman etmiş sayılmazsınız.” buyuruyor Hazret-i Peygamber.

İşte o sevgiyi yakalamıştır Hazret-i Pîr. Her şey bir yana O bir yana. Önceliğini O’na vermiş, bunu da ispat için yerin altına girmiştir. Normal şartlar altında bir insanın birkaç dakika da olsa kalmaya tahammül edemeyeceği bir mekânda vuslatı aramıştır:

Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim;
Ondan sonra cânânımı arayıp buldum;
Ölmeden önce can vermenin derdini çektim
Bir ve Var’ım, cemalini görür müyüm?

Çok değil sadece bir kere gelinen bu dünyada, âhirette de işe yarayacak sevgide jest yapmak, o sevgiyi daha da anlamlandıracaktır sanırım. Sevgide küçük de olsa bir jest, taşıdığı büyük mânâ ile ulvî makamlarda akis bulacaktır, hele de Allah aşkı, Peygamber sevgisiyle yapılmışsa.