Kır Gönlündeki Tabakayı DUHAN

İrfan ÖZTÜRK

Hacı Ali Efendi; ilmiyle, irfanıyla, ahlâk ve faziletiyle tanınan çevresinde çok sevilen bir zât-ı muhterem idi. Köyde yaşamasına rağmen şehir ve kasabalardan ziyaretine gelenlerin haddi-hesabı yoktu. Gelenlere çok feyizli sohbetler yapar, onlara ihsan ve ikramlarda bulunur, feyizli sohbetlerinden herkesi müstefid eylerdi. Hacı Ali Efendi; çok iyi yetişmiş, âlim bir zat idi. Meselelere vukufiyeti sebebiyle anlattığı konuları muhatabına göre anlatır ve her dinleyen dinlediğini anlamış olarak ayrılırdı. Zaten sohbetten istenen de bu değil midir?

Kalabalık bir sohbette, meleklerin sevip-sevmediği şeylerden bahsederken; meleklerin hoşlanmadığı şeylerin başında sigara kokusunun geldiğini söylemişti. Şöyle derdi:

“Kim nûş eder duhan, Alır cehennemden nişan, nass ile men‘ olundu duhan, Lâzımdır emre ittisal.”

Hacı Ali Efendinin çok sevdiği ve; «Canım» diye hitap ettiği Hâfız Şaban Efendi adlı bir dostu vardı. O da Hacı Ali Efendiyi çok sever ve sayardı, hizmette kusur etmemeye azamî gayret gösterirdi.

Şaban Efendi hâfız-ı kurrâ idi. İlm-i kırâate fevkalâde vâkıf olup, Kur’ân-ı Kerîm’i istediği makamla tilâvet edebiliyor ve Kur’ân-ı Kerîm’in her yerini «Elham» okur gibi hiç takılmadan ezbere okuyabiliyordu. Tahsilini tamamladığı sırada babasının vefat etmesi sebebiyle medreseden ayrılıp köydeki işlerinin başına dönmek mecburiyetinde kalmıştı. İstanbul’a alışık olan birisi olarak köye alışması epey zor olmuştu. Hâfız Şaban Efendi, Kur’ân âşığı, Kur’ân bülbülü idi.

Teravih namazlarını hatimle kıldırır, sabahları namazdan evvel köy camisinde mukabele okur, hem kendisi ağlar, hem de dinleyenleri ağlatırdı. Şaban Efendi bir defasında şöyle demişti:

“Ben hâfızlığımı dört ayda bitirdim, hâfızlığa başlamadan önce hâfızlığın zor olduğunu söylerlerdi. Allâh’ın lütfu ile kısa zamanda bitirip hâfız hocalardan kurulmuş bir heyet huzurunda günde 200 sahife ezbere okuyarak 3 günde hâfızlığımı ispat ettim. Ben, hâfız diye buna derim işte. Hâfız, kendini böylece dinlettikten sonra hâfız olur. Hâfız, Kur’ân’ın elfâzını hâmil olacak. (Kur’ân’ı baştanbaşa ezberlemiş olacak.) Ahkâmıyla âmil olacak. (Emir ve yasaklarına uyacak.) Hikmetiyle kâmil olacak. (Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanacak.) Ben hâfız diye işte buna derim.”

İcâzetini hocanın elinden alıp, köyüne dönmek üzere elini öpüp ayrılırken hocası:

“Oğlum, selâmetle git, hayatın boyunca Kur’ân’la öyle bir beraberlik kur ki, sen Kur’ân’da, Kur’ân da sende fânî olsun ve sen sanki canlı bir Kur’ân ol. Hayatının sonuna kadar her gün, önünde kalabalık bir cemaat varmış gibi evinde bile olsan mukābele okumayı ihmal etme! Çünkü hâfızlığın muhafaza edilmesi buna bağlıdır. Hıfzını unutmaman için de hocamın bana öğrettiği şu duayı hayatın boyunca her namazdan sonra yedi defa oku:

«Allâhümmec‘al nefsî mutmainneten tü’minu bi likāike ve takne‘u bi ‘atâike ve terdâ bi kadâike»”

(Yâ Rab, nefsimi Sana kavuşacağına inanan, ihsanınla kanaat eden ve hükmüne râzı olan, mutmain bir hâle getir.)

Şaban Efendi:

“Bana ne oldu bilmem. Kur’ân okumadan duramıyorum. Susuz bir insanın su içmekten zevk duyduğu gibi, Kur’ân okumaktan öylesine zevk alıyorum ki, şahsî ve mecburî işlerim olmasa hiç durmadan Kur’ân okuyacağım. Doyamıyorum Rabbime, doyamıyorum Rabbimin Kelâmı Hazret-i Kur’ân’a…” derdi.

Hafız Şaban Efendiye köylüler; «Hâfız dayı» diye hitap ederdi, çoğu hocanın asıl ismini bilmezdi. Hâfız unvanı, hocanın ismi olmuştu. Cebinde taşıdığı küçük cep Kur’ân’ını yanından hiç eksik etmez, onu hem okur hem öperdi Kur’ân onun en kıymetli hazinesi idi.

Köylerinin arası merkep yürüyüşü ile bir saatlik yol olmasına rağmen Hacı Ali Efendi bu Kur’ân bülbülünün mukābelesini dinlemek ve arkasında namaz kılmak için her sabah Şaban Efendinin köyüne gelip namazı beraber kılarlar ve sohbet ederlerdi.

Bir defasında Hacı Ali Efendi:

“–Şaban Efendi bu yaptığınız hizmet karşılığında ücret alıyor musunuz?” diye sorduğunda cevaben:

“–Ben imam ya da müezzin değilim, bu hizmeti sadece Allah rızâsı için yapıyorum. Hocam icazetimi verirken ömrümün sonuna kadar mukābeleye devam etmemi tavsiye etmişlerdi. Ben de hocamın tavsiyelerine sadık kalmağa çalışıyorum.” demişti.

Bütün bu güzel hâller ve hizmetlere rağmen Hâfız Şaban Efendinin bir kusuru vardı. Küçük yaşta arkadaşlarının etkisiyle alışıp bir türlü vazgeçmeye muvaffak olamadığı sigara tiryakiliği idi. Hacı Ali Efendinin sohbetlerde zaman zaman bu konularda kendisini ikaz ve irşadı, Şaban Efendinin sigaradan vazgeçmesine yetmemişti. Hattâ Şaban Efendi sigarayı saracak kâğıt bulamadığı zaman tütünün kendisini çiğner ve buna dumansız sigara adını verirdi. Bu sebepten Kur’ân mecrası olan ağzındaki dişleri sararmış ve ziftlenmişti. Bir sohbette Hacı Ali Efendi ona dönerek:

“Aziz dostum Şaban Efendi, söyleyeceklerimi not et ve unutma!” diyerek şunları söyledi:

1. Şu içmekle meşgul olup, vazgeçemediğin sigaranın zararı sebebiyle hasta olur ve o hastalık neticesinde ölürsen tedricen intihar etmiş sayılırsın.

2. Seher vakti, gecenin o mübarek saatinde sigara içme, melekleri ve rûhâniyeti huzurundan kovman demektir.

3. Sigara kokusunun vermiş olduğu rahatsızlık sebebiyle, eşiniz hanım hakkını helâl etmezse cennete giremezsiniz çünkü bu bir kul hakkıdır, kul hakkı ile de cennete girilmez…

4. Güzel hâfızım, o içtiğin sigarayı Kur’ân okuduğun dudaklarının arasına koymak Kur’ân’a pislik sürmek gibidir…”

Bu ikazlar üzerine Hafız Şaban Efendinin gözleri yaşarmış, dudakları titremeye başlamıştı. Hiç ses çıkarmadan sohbetin sonunu bekledi. Sohbetten sonra her ikisinin de gözleri yaşla dolu olduğu hâlde ayrıldılar…

O gece Hacı Ali Efendiyi uyku tutmamıştı. Teheccüd namazını kılarken selâmdan sonra «beyne’n-nevm ve’l-yakaza» tabir edilen uyku ile uyanıklık arası bir hâl geldi, o anda ne olduysa oldu ki Ali Efendi heyecanla yerinden kalktı;

“–Hatun huuu!” diyerek hanımını çağırdı. “Acele merkebe yem ver, hazırla, namaza gidiyorum.” dedi. Hanımı:

“–Kurbanın olayım Hacı Efendi daha namaza çok vakit var.” deyince:

“–Bu gece öyle icap ediyor.” cevabını verdi.

Hacı Ali Efendi yola çıkıp çok erken saatte Şaban Efendinin köyüne gelmişti. Bu erken saate rağmen camide ışık vardı. Camiye gelince bir de ne görsün, Hafız Şaban Efendi mihrapta gözyaşları içerisinde mukābele okuyordu, camide rahle başında babalarını dinleyen pırıl pırıl beyaz giyinmiş üç yavrusundan başka kimse yoktu. Hacı Ali Efendinin Şaban Efendiye sigara hakkında yapmış olduğu ikazlar, Şaban Efendiyi üzmüş olacak ki mahzun görünüyordu.

Mukābele ve sabah namazından sonra Hacı Ali Efendi, henüz mihraptan kalkmamış olan Şaban Efendinin yanına yaklaşarak:

“–Şaban Efendi dostum, lehinize söylediğim sözlerle dün sizi üzdüm galiba, çünkü akşam Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âlem-i mânâda evime geldi. Yanıma gelerek:

«Evlâdım Hacı Ali Efendi, Şaban Efendi benim ümmetimdendir, o nasılsa sigarayı bırakacak, onu fazla sıkıştırma, ona selâmımı söyle, sünnetimden ayrılmasın.» buyurdular.” dedi. Bu söz üzerine Şaban Efendi birden yerinden fırlayarak:

“–Ne dedi? Ne dedi? Bir daha tekrar et hocam!” dedi ve ağlamaya başladı. Hacı Ali Efendi, Rasûlullâh’ın sözünü tekrar eder etmez Şaban Efendi, gözlerinden yaşlar boşanarak:

“–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Şaban Efendiye; «Ümmetim» demiş ve ona selâm göndermişse Şaban Efendinin cebinde tabaka, ağzında sigara ne gezer…” diyerek cebindeki tabakayı kırıp fırlattı ve tütünleri, sigaraları çöp sepetine atarak:

“Tevbe yâ Rabbi!” diyerek secdeye kapandı ve bir daha da sigara denilen pisliği ağzına koymadı.

Cenâb-ı Hak bütün sigara tiryakilerine Hâfız Şaban Efendinin âkıbeti gibi güzel bir âkıbet nasip eylesin.

Haydi kardeşim şimdi sıra sende! Sen de ol bir Hâfız Şaban Efendi, at elindeki sigarayı, kır gönlündeki tabakayı, tevbe et, Allâh’a yönel. Sen de Şaban Efendiye; «Ümmetim» diyen ve selâm gönderen Rasûlullâh’ın ümmetisin. Dinle beni, kurtul şu belâdan, ama bu işi sadece ve sadece Allah için yap. Haydi kardeşim vazife başına, en büyük yardımcın Allah ve en büyük şefaatçin Rasûlullahtır.

İçmek için duhanı, bulamadım küllüğü,
Ne muzır nesne imiş buldurmuyor kulluğu!

(Gülzâr-ı İrfan)

Not: Merhum Ahmet CELEP Hocamızın ağzından dinlemiş olduğum gibi kaleme alınmıştır. Hâdise Geyve’nin köylerinde cereyan etmiştir. Yaşanmış bir hâdisedir.