KALBİMİZ KİMDEN YANA?

Bünyamin ÇİL

buncilson@hotmail.com

Yoksulluk Yangınında

Rivayete göre Nemrut, Hazret-i İbrahim’in ateşe atılması emrini verip de şehirde dev bir ateş hazırlandığında, bir karınca; ağzında bir damla su ile yollara düşer. Bunu gören başka bir karınca sorar:

“–Ağzında bir damla su ile acele acele nereye gidiyorsun?” Karınca suyu kollarına alıp şöyle cevap verir:

“–Nemrut, Hazret-i İbrahim’i ateşe atacakmış, ben de bu suyla ateşi söndürmeye gidiyorum.” Bu cevap üzerine diğer karınca kahkaha ile güler ve:

“–Sen deli misin? Şu dev ateşe senin bir damla suyun ne yapabilir ki?” der. Fakat fedakâr karıncanın cevabı çok mânidardır:

“–Olsun, hiç olmazsa kalbimin kiminle beraber olduğu anlaşılır.”

Hızla akıp giden bu hayat ırmağında insan, hâdiseler karşısında sürekli küçük-büyük fedakârlık imtihanlarıyla karşı karşıyadır. Çok büyük dertler karşısında bir şey ifade etmiyor gibi gözükse de birin yüz bini geride bıraktığı, kemiyetin değil keyfiyetin, rakamların değil niyetlerin ağır bastığı mânevî sahada küçük bir gayret aslında çok şey demektir.

Büyük matem tablolarıyla karşılaştığımızda ne kadar az da olsa elimizden geleni ortaya koymak, gönlümüzle kalbi kırıkların yanında olduğumuzu onlara ve rûhumuza hissettirmek demektir. Bir gönül dostunun dediği gibi;

“«Acıyın bize!» feryatlarının mânâsını anlamayan ve duymayanlar, hayatın şaşkın yolcularıdır. Merhamet ve hizmet aşkını bütün fânî sevdaların üzerine yükseltemez isek, kendimize yazık etmiş oluruz.”

İşte, dünyanın dört bir tarafındaki fakir ve muhtaçlara IBS vasıtasıyla insanımızın ulaştırdığı hayırlar, dev matemler karşısında karıncanın taşıdığı su misali az ve etkisiz görünse de, ilâhî mizanda inşallah çok kıymetlidir.

Geçtiğimiz kurbanda, yardımların en kapsamlı yapıldığı bölgelerden biri olan Afrika’da o karıncanın hissiyatını yaşadık. Afrika, fakirliğin büyük bir yangın gibi insanları çepeçevre sardığı koskoca bir kıta. Nemrut’un ateşi misali yangın o kadar büyük ki, yapılan yardımlar bazen karıncanın ağzındaki su damlası mesabesinde kalıyor.

Afrika’ya kurban organizasyonu için giden arkadaşlarımız etin yetmediği yerlerde insanların sakatatları paylaştıklarını görünce, ümitsizliğe düşmek yerine daha fazla çalışma azmiyle doldular. Aylardır ilk kez yiyebilecekleri ete kavuşabilmek için uzak köylerden saatlerce yalınayak yürüyerek gelen, sıcakta kuyrukta bekleyen bu insanlara ulaştırılan birkaç lokma et dev bir ateşe atılan bir damla su nispetindeydi. Fakat onların bu bayram sevinci, ettikleri dualar inşallah bu damlaları ummana dönüştürecektir. Uzaklarda bizi düşünen kardeşlerimiz var fikrinin sıcaklığı bile onlar için bir yaşama sevinci olacaktır.

Nitekim Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurmuştur:

“Fakr u zarûret içinde boğulan gönüller, dumanlı bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek sûretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakikleşip rûhun incelsin.”

Evet, o karıncanın; «Nasıl olsa Allah, peygamberini korur!» diyerek boş vermediği gibi biz de; «Nasıl olsa Allah herkesin rızkına kefil…» diyerek geri durmadık.

O karınca nasıl; «Daha bana sıra gelinceye kadar nice büyük ve güçlü canlılar var!» demeden ateşe atıldıysa, biz de sağımıza-solumuza bakmadan koyulduk hizmete.

Neticede karınca, anlatılan bu fedakârca davranışıyla halkımızın gönlüne taht kurmuş… Bizler de matemlerin ıstırabını paylaşmış, elinden geleni yapmakla en azından payına düşen vazifesini yerine getirmiş âciz kullar olarak inşallah Hakk’ın nazarında değer kazandık. Tabiî ki bütün bunlar Anadolu’muzun siz vefakâr insanlarının yardımları, teveccühleriyle oldu.

Afrika’daki manzaralar, hizmet götürdüğümüz Aceh’te, Orta Asya’da, Kafkaslar’da, Rusya’da, Balkanlar’da, Pakistan’da, Brezilya ve diğer isimlerini sayamadığımız dünyanın dört bir tarafındaki yaklaşık 25 ülkede de benzer durumdaydı.

Bu sene ilk olarak, ülkemizde de acılı bölgelere el uzattık. IBS büyük bir heyecanla hazırladığı gıda paketlerini Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan on bin aileye dağıtarak onların unutulmuşluk hissi yaşayan yüreklerine su serpti.

İnsanlar; farklı iklimlerde, farklı ırklar ve dillerde yaratılmış. Kimi zengin iken kimi fakir kılınmış. İnancımız gereği biliyoruz ki, bütün bu farklılıklar imtihan gereği. Biz de Afrika’da kıtlıkla mücadele eden bir zenci olarak doğabilirdik, onlardan biri de şimdiki yerimizde olabilirdi. Üzerimizdeki bütün bu nimetleri düşünerek şükretmeliyiz. Ama bu şükür sözde kalmamalı, az-çok demeden hareketlerimizle, amellerimizle de şükrümüzü göstermeliyiz. Fânî dünyanın yalancı güzelliğine aldanmamalıyız. Yunus Emre bu duyguyu ne güzel ifade eder:

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!

Bir şeyin tamamının elde edilememesi; onun büsbütün terk edilmesine sebep teşkil etmez. Gelin, elimizden geldiğince, karınca kararınca ama samimiyetle bu ateşe su taşıyalım. Ateşi söndüremesek de sönmesini isteyenlerden, bunun için çabalayanlardan sayılmamız için, bir vicdan taşıdığımızı ispatlayabilmemiz için bu şart…

Bu sebeple hiçbir şey yapamasak da dualarımızla onların yanında olmalıyız. Sık sık sormalıyız kendimize: Kalplerimiz kiminle beraber?..