«Malta Yok» Deyimi, BİZDE NEDEN YOK?

Doç. Dr. Ahmet KAVAS

akavas@istanbul.edu.tr

İnsanlar gibi kullandıkları kelimeleri de farklı coğrafyaları dolaşır. Hattâ bazı kelimeler ilk sahiplerinden ayrı kalsalar bile kendilerini daha sonra sahiplenenler sayesinde varlıklarını sürdürürler. Dillere yeni kelimelerin kazandırılması önemli toplumlararası etkileşimlerden biridir. Bu mânâda dünyada çok sayıda dilden etkilenen ve onları etkileyen lisanlardan birisinin de Türkçe olduğu bilinmektedir.

Türkçenin en fazla etkilendiği ve çok sayıda kelime aldığı lisanlardan birisi Arapçadır. Belki aynı oranda olmasa bile konuşulan Arapçada hayli Türkçe kelime bulunmaktadır. Bunlarla ilgili akademik mânâda sayıları az da olsa bazı çalışmalara rastlanmaktadır.

Başta Lübnan olmak üzere bazı Arap ülkelerinde konuşulan Arapçada Türkçe «yok» kelimesinin kullanıldığı görülür. Meselâ bir Lübnanlı, Türk asıllı ninesinin zamaneyi tenkit ederken şöyle dediğini naklediyor:

«Edeb yûk ihtirâm yûk küllühû yûk!» (Edep yok, ihtiram yok, hiçbiri yok!)

Özellikle Lübnan Arapları «yok» kelimesini çok kullanmaktadırlar. Onlar için ulaşılması ve görülmesi son derece kolay bir şeyin farkına varılamamasını bu kelimeyle ifade etmekten başka çare yok gibidir:

«Enne’l-Arab mevcûdun ve leysû yûk!» (Araplar var, yok değiller!)

Bundan başka günümüz Arapçasında «yok» kelimesi, Akdeniz’deki Malta Adası’yla ilgili gelişmiş bir deyimle de yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Araplar bulunması kolay olan bir şeyin bulunamaması durumunda; «Malta yûk»: «Malta yok» demektedirler.

Bugün kullandığımız Türkçede Osmanlı’nın eski coğrafî bölgelerine yaptığı seferleriyle ve oralardaki idarî varlığıyla ilgili deyimler bulunmaktadır. Bunların içinde «Fîzan’a gitsen bulurum.» gibi olanlar hâlâ kullanılagelmektedir. Ancak Malta Adası ile ilgili kullanılan bazı deyimler varsa da bunlar içinde «Malta yok» bulunmamaktadır.

Oysaki Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan sözlükte Malta ile ilgili deyimler mevcuttur. Öncelikle bir meyve olan yenidünyaya aynı zamanda «Malta eriği» denilmesi; ikincisi Akdeniz ülkelerinde görülen ve en çok keçi sütü ile bulaşan ateşli hastalığa «Akdeniz humması» veya «Malta humması» isminin verilmesidir. Diğer bir örnek olarak uskumrugillerden bir balık türüne «Malta palamudu» adı verilmektedir. Ayrıca inşaat malzemesi olarak bahçe, avlu, mutfak ve sofa gibi kısımları döşerken kullanılan, dört köşeli, yassı, kolay kırılan taş türünün «Malta taşı», bununla yapılmış mekânın da «Maltalık» olarak tanınmasıdır. Öyle ki bu deyim Necati CUMALI’nın: «Malta taşı döşeli avlunun sonunda başlayan bahçeye geçerdim.»; veya Hüseyin Rahmi GÜRPINAR’ın: «Bu üç kadın loşça bir maltalığa girdiler.» gibi ifadelerinde geçmekte. Yine Mehmed Âkif ERSOY’un;

Zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş,
«İmiş»le söylüyorum, çünkü anlamak uzun iş…

veya Necip Fazıl KISAKÜREK’in;

Sayım var, maltada hizâya dizil
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil

gibi mısralarında yerini bulmaktadır. Hattâ «Malta» İstanbul Fatih’te bir semte ve Yıldız Parkı’nda bir köşke isim olmuştur. Ama «Malta yok» deyimi Türkçemizde yer almamıştır. Hem de Arapçada Türkçe söylenişiyle bugünlere kadar geldiği hâlde.

Bu tabirin Türkçede bulunmaması, tabirin doğuşuyla ilgili anlatılan hâdisenin bizim tarihî gerçeklerimizle uyuşmamasının bir sonucu olabilir.

Bu sözün söylemesine sebep olan hâdise bazı kaynaklarda 16. yüzyıl, bazılarında ise 19. yüzyılda meydana gelmiş olarak anlatılır.

Birincisi özetle şöyledir: 1565 yılında Osmanlı Devleti Malta Adası’na bir sefer düzenlemeye karar verir. Ancak donanma kaptanı Akdeniz’deki bu koskoca adayı bulamaz ve İstanbul’a «Malta yok» ifadesini ihtiva eden bir mektup gönderir.

27 Haziran 2007 günü 99 yaşında ölen meşhur Arap tarihçisi Nicola Ziyadeh de yazdığı son eserleri arasındaki «Eyyâm fî Malta» isimli makalesinde «Malta yok» tabirine temas etmişti. Onun ifadesine göre Bâb-ı Âlî’ye Akdeniz’de Malta isminde bir ada olduğu ve ele geçirilmediği takdirde bu adanın Osmanlı Devleti için tehlike arz edeceği haberi gelir. Bunun üzerine donanma komutanından derhâl harekete geçerek bu adayı devletin idaresine alması istenir. Fakat komutan kuzey, güney, doğu ve batı istikametinde Akdeniz’de dolaşırsa da dürbünlerine takılmayan bu adayı bulamaz. İstanbul’daki vezîr-i âzama; «Malta yok» diye bir mektup yazar.

Bir başka kaynak ise, kaptanın «Malta yok» sözünü, adayı bulamadığından değil, ele geçiremediğinden dolayı sarf ettiğini iddia eder:

Farmasonluk üzerine kitaplar yazan Estonya asıllı tarihçi Juri Lina «Les Architectes de la déception – l’histoire secrète de la franc-maçonnerie» (Architects of Deception-Secret History of Freemasonry/Hilebazlığın Mimarları-Farmasonluğun Gizli Tarihi) isimli kitabındaki bir bölüme «Malta yok» ifadesiyle başlıyor.2 Yazara göre 1565 yılında gelişen olayın teferruatı ve yorumu şöyle: Padişah, donanmasına Hıristiyan Malta Adası’na saldırmalarını emreder. Fırtına ve kötü hava şartları, donanmanın adaya ulaşmasını engeller. Umutsuz kaptan, eline aldığı mumu eriterek akan balmumu ile harita üzerindeki Malta Adası’nı tamamen kapatır. Ardından zafer kazanmış bir edayla ikinci kaptana dönerek; «Malta yok» der ve donanmanın yönünü Girit Adası’na doğru çevirir.

O gün bugündür bu tabir, üzerine aldığı herhangi bir işi başaramayınca, bir şeyi bulmak istemeyince bahsi geçen şeyin varlığını inkâr etme yoluna gidenlerin hâlini tasvir için kullanılır. Bugün bağımsız tarihçiler bu tabiri kullanmakta ve iktidarı elinde bulunduranların daha önceki kabul edilemez olayları ve hassas tarihî verileri inkâr etmelerini veya gizlemelerini keşfettiklerinde; «Malta yok» demektedirler. Gerçeğe pek çok yalan karıştırılmakta böylece insanlar şaşırtılmış olmaktadırlar. Resmî gerçeğin bir alternatifinin bulunduğu açıktır ve genelde bu tür şeyler ilk andaki görüldükleri gibi değillerdir.

Eğer herhangi bir olay olduğunda medya organları tarafından işaret edilmemişse o hiç olmamış gibidir. Son derece acayip olan bu kural Farmasonlar tarafından kontrol edilen toplumda açıkça uygulanabilmektedir. Buna karşılık bir olay olmadığı hâlde medya organları tarafından olmuş gibi takdim edilmektedir. Biz resmî gerçekten şüphelenmeyi öğrenmek zorundayız.

«Malta yok» deyimi ile ilgili benzeri bir rivayet de 1997 yılında bu ada devletine başkonsolos tayin edilen Dr. Oğuz TEOMAN’ın hâtırasında geçmektedir. Onun anlattığına göre bu adaya varıp kendisini Türk olarak tanıttığında ilk duyduğu tabirlerden birisi «Malta yok» olmuş. Bu sözün neden söylendiğine dair kendisine anlatılan hikâye ise şöyle:

1530 yılında Malta Adası’na sığınan ve buradan Osmanlı gemilerini topa tutan Saint Jean Şövalyeleri’ni bertaraf etmek üzere Kanunî Sultan Süleyman buraya bir donanma gönderir ve «Malta’yı vurun!» emrini iletir. Ne var ki ilk giden keşif ekibi adayı bulamadan geri döner ve Kanunî’ye; «Malta yok» diye bir ifade kullanırlar. Adayı bulamamalarının sebebi ise önlerine serdikleri haritanın üzerine koydukları silginin tam adanın olduğu yeri kapatmasından kaynaklanmıştır.3 Osmanlı denizcilerinin bu kadar basit bir hataya düşmeyecekleri daha sonra yapılan seferlerin büyüklüğünden de anlaşılmaktadır. Ne var ki Maltalılar bile böyle bir hikâyeyi ciddiye alabiliyorlar demektir.

Dünya tarihinde çok önemli bir konumu olan ve beşeriyetin en yoğun kitlelerine ev sahipliği yapan Akdeniz havzası, asırlarca Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet ve nüfuzundaydı. Hâliyle Türklerin «Malta yok» demesi geçmişteki şanlı deniz tarihlerine sürülmek istenen hak etmedikleri bir lekeyi ifade edeceği için bu tabir hiç benimsenmemiş olabilir. Ancak böylesine güçlü bir devletin denizlerdeki gücünü küçük görmek isteyenler onun kaptanlarının Malta gibi koskoca adayı bulmakta acze düşeceği kanaatini taşıyabilirler.

İkinci rivayete göre ise olay 19. yüzyılda gerçekleşmiştir ve Trablusgarp şehrinden bir kaptan, donanmasıyla Malta Adası’na gitmek üzere denize açılmış ancak bir müddet denizde dolaşmasına rağmen böyle bir adaya rastlayamamış ve geri dönmüştür. Şayet bir adanın Osmanlı kaptanı tarafından bulunmaması söz konusu ise bu rivayet o hâdisenin ancak 19. yüzyılda olduğuna işaret edebilir. Çünkü 1847 yılında vefat eden Çengeloğlu Tahir Paşa’dan sonra Akdeniz’i avucunun içi gibi bilip donanma idare eden kaptan-ı derya yetişmediği bilinmektedir.

Georges Clartie isimli bir Fransız yazar De Syracuse à Tripoli. Une mission en Tunisie adlı eserinde şöyle bir olaydan bahsetmektedir: Bir İtalyan istilâsından korkan Türkiye (Osmanlı Devleti) Trablusgarp’a çok sayıda garnizon yerleştirdi, kaleleri topla donattı ve savaş gemileri gönderdi. Fakat donanma, ordunun sahip olduğu güce ulaşacak seviyede değildi. Trablusgarp önünde eski model iki savaş gemisi bulunuyordu. Sekiz sene önce, -hattâ bazılarının bana dediğine göre on sekiz sene önce-, bu gemilerden birisi İstanbul’dan gelmişti. Trablusarp’a gelir gelmez de makine dairesinde ârıza meydana geldi. Bir müddet sonra İstanbul’dan gelen emre uyarak kazanını yaptırmak üzere Malta’ya gitmesi gerekti. Gemi kararlaştırıldığı üzere yola çıktıysa da iki gün sonra Trablusgarp önüne geri geldiği görüldü. Durum hakkında kendisine sorulan kaptan: «Malta’yı bulamadım, Malta yok» diye cevap verdi. Malta’yı bulamayan gemi yıllardır Trablusgarp önünde yatıyordu ve kendisini İstanbul’a götürmeyi bekleyen bir çekiciyi bekliyordu. Bundan böyle Trablusgarp halkı için bu geminin adı, Malta’yı bulamayan gemi olarak kaldı.3

Osmanlı Devleti Malta Adası’nı almak için 16. yüzyılda epeyce uğraştı. Hattâ 1565 yılı Haziran ayında başlayan kuşatma esnasında Turgut Reis yaralanmış ve ardından şehid düşmüş, bu savaşa katılan 35 bin Osmanlı askerinden de 20 bin kadarı şehid olmuştu. İlerleyen asırlarda bu ada birkaç defa fethedilmek istenmişse de Osmanlı idaresi altına alınamadı. Sultan Abdülaziz 1873 yılında bu adaya bir Müslüman Mezarlığı yaptırdığı gibi Yıldız Parkı’na da Malta Köşkü’nü inşa ettirdi.4

İster gerçek olsun, ister uydurma bir fıkra, ister şark kurnazlığının bir tezahürü olsun, ister talihsiz bir hatanın dile düşmesi, ister Osmanlı aleyhtarı propagandanın bir parçası olsun, ister son devrimizin acı bir tablosu; «Malta yok» ifadesi, günümüze kadar bir başka dilde Türkçe olarak var olagelmiş bir deyimimizdir. Malta’yı hiç fethedememiş olsak bile!..

1 Georges Clartie, De Syracuse à Tripoli. Une mission en Tunisie, Paris: Librairie Molière, 1902, s. 406-407.
2 http://www.yogaesoteric.net/content.aspx?lang=FR&item=3534
3 http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2003/09/08/yasam/yasam5.html
4 İdris BOSTAN, «Malta», TDV-İslâm Ansiklopedisi, XVII, 539-542.