EDEP, EDEBİYAT VE MİLLET

Dr. Harun ÖĞMÜŞ

harunogmus@yuzaki.com

Edebiyat kelimesi, Arapça «edeb» kökünden türemiştir. «Edeb»in asıl mânâsı, «birini yemeğe davet etmek»tir. Nitekim bu kökten gelen «me’dübe» «düğün yemeği» anlamında ve «me’dûbe» de «şerefine yemek verilen gelin» anlamındadır.1 Cahiliye devrinde «Muallâka» adıyla meşhur olan ve altın suyuyla yazılarak Kâbe’ye asıldığı rivayet edilen yedi, diğer bir görüşe göre de on büyük kasîdenin şairinden biri olan Tarafa bin Abd şöyle demektedir: 2

Kışın da halka ziyâfet verip buyur ederiz
Ayırmayız tanıdık kimselerle elleri biz

İslâm’la birlikte «edeb» kelimesinin mânâsı, «yemeğe davet» anlamını aşarak tüm faziletli davranışları ve ahlâkî erdemleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Nitekim güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Ben’i Rabbim terbiye etmiştir. Ne güzel terbiye etmiştir.” hadîs-i şerîfinde «terbiye etmek» şeklinde tercüme ettiğimiz «edeb» kelimesini böyle geniş bir anlamda kullanmıştır.

Emevîler devrinden itibaren öğretmenlere yine «edeb» kökünden gelen ve «edep öğretici, terbiye edici» anlamında «müeddib» denmeye başlandı. Böylece kelime «bir şeyi öğretme» anlamını kazanarak ikinci bir anlam genişlemesine daha uğramışsa da önceki anlamlarıyla bağını koparmadı. Zira «müeddib» denilen bu öğretmenler, güzel ahlâktan ibaret olan İslâm’ı yaşayan ve onun prensiplerini öğrencilerine de kazandırmaya çalışan kimselerdi.3

Ve nihayet rûhu cezbeden, gönlü çelen, etkileyici manzum veya mensur sözler hakkında da «edeb» kelimesi kullanılır oldu. Bu anlamın da diğer anlamlarla ilişkili olduğu gayet açıktır. Çünkü güzel ahlâk nasıl davranışların düzeltilmesini ve estetik hâle getirilmesini hedefliyorsa, kulak yoluyla gönle hitap eden etkileyici sözler de duyguları inceltmekte, rûhu terbiye etmekte ve estetik hâle getirmektedir.

Türkçemizde «edeb» kelimesi, «insanın hataya düşüp utanılacak şeyler yapmasını önleyen, yerinde ve ölçülü davranmasını sağlayan meleke»4 mânâsında kullanılır. Bu mânâ, kelimenin anlam genişlemesine uğradığı ilk safhada kazandığı «güzel ahlâk» ile eş-anlamlıdır.

Kelimenin son safhada kazandığı anlam ise dilimizde «edebiyyat» şeklinde ifade edilir. «Edeb» kelimesinin «edebe mensup» anlamına gelen nispet eki almış şeklinin çoğulu olan «edebiyyat»ın telâffuzu zamanla «edebiyat» şekline bürünüp kolaylaşırken çoğul anlamı da kaybolmuştur.

Kısacası «edeb» kelimesinin gerek aslî anlamında, gerekse sonradan kazandığı anlamlarda güzel olan bir davranış veya haslete vurgu vardır. Güzel davranışlardan sadece biri olan «yemeğe davet» anlamının tüm güzel davranışları, bunları insanlara kazandırmak için gösterilen çabayı ve söylenen sözleri kapsayacak şekilde genişlemesinde, hayvanı boğazlarken bile ona güzel davranmayı emreden İslâm’ın estetiğe verdiği önem yer almaktadır. Çünkü İslâm, iyi ve doğru olan davranışların güzel bir şekilde sergilenmesini, iyi ve doğru olan sözlerin güzel bir üslûpla ifade edilmesini hedeflemektedir. Zaten aksi nasıl düşünülebilir ki? İyi ve doğrunun uygun olmayan bir şekilde sunulması pis kokulu bir ahırda misk satmak gibidir. İyi ve doğru olmayan şeylerin güzel bir şekilde sunulmaya çalışılması ise misk dükkânında gübre satmaya benzer. Misk satılmaya uygun olan yer ancak misk dükkânı olduğu gibi iyi ve doğrunun sunulmaya lâyık olduğu yegâne şekil de güzel bir üslûptur.

Nitekim İslâm medeniyetinin esası olan Kur’ân-ı Kerim, hem yüce ahlâkî değerlere davet eden muhtevasıyla hem de kültürlerinin en bariz (ve hattâ yegâne) vasfı söz ustalığı olan cahiliye Araplarını âciz bırakan eşsiz üslûp ve belâgatiyle bir edep ve edebiyat şâheseridir. Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî «edeb» redifli gazelinde

Âyet âyet heme-i ma’ni-i Kur’ân edebest5

derken bu hakikate işaret etmektedir.

En yüce mânâ incilerini en can alıcı lâfız sadefleri içerisine koyan Kur’ân-ı Kerim, bu özelliğiyle, mensupları olan Müslümanlara ilham vermiş, böylece onlar da îman ettikleri yüce kitabın bu özelliğinin bir gereği olarak tarih boyunca söz söylemeye önem vermişler, birçok hikemî ve edebî eser ortaya koymuşlardır.

Bu medeniyetin mensubu olan milletimizin edebiyat anlayışı da, genel itibarıyla Kur’ân’dan aldığı rûha sadık kalarak hep güzel hasletlerin cazip bir üslûpla terennümü olmuştur. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, Ahmediyye, Muhammediyye, Gazavât-ı Seyyid Battal ve Kerem ile Aslı gibi eserler tüm halk tarafından çok sevilmiş, camilerde, kahvelerde, köy odalarında ve evlerde yakın zamana kadar okunmuştur. Battal Gazi ve Kerem ile Aslı gibi eserleri rahmetli dedemin okuduğuna bizzat şahit olmuşumdur. Muhammed Hanefî Cengi adındaki gazavat-nâmenin;

Râviler böyle rivâyêt eylemiş
Ali’nin cengin hikâyêt eylemiş
Ali gitti Kayser-i Rûm üstüne
Cümlesini dîne dâvet kastine…

şeklinde başlayan mısralarının basit ama esrarengiz ve yanık bir nağmeyle değişmeyen bir tempoda akıp gidişi hâlâ kulaklarımdadır.

Bu eserler, toplumun ortak değerlerini ve duygularını dile getiriyor, böylece onların ruhlarını aynı potada eritiyordu. Muhammediyye’nin mısralarında Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vasıflarını okuyup dinleyen herkes, o vasıfları kazanmaya çalışıyor ve bunun iştiyakı içerisinde oluyordu.

Milletimizin birlik ve beraberlik duygularını güçlendirmek, yeni yetişen nesle güzel hasletleri kazandırmak, aile fertleri arasındaki diyalogu bile engelleyen televizyonun zararlı yönlerinden korunmak için vaktiyle tüm toplum tarafından okunan bu eserlerin özlerine sâdık kalarak günümüze uyarlanması, kısacası doğru ve iyinin güzellikle dile getirildiği bu geleneğin yeniden ihya edilmesi son derece elzemdir. Unutmayalım ki, insanlık medeniyetinin esasını dil, yani söz oluşturduğu gibi, bir milleti millet yapan değerlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan da sözdür. Değerlerini yeni yetişen nesillere aktaramayan milletler yok olur gider. Yok olup gitmemek için söze sahip çıkmamız lâzım. Çünkü;

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş!

1 Bkz. İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, edb md.
2 Bkz. Öğmüş, Hârun, Kur’ân Yorumunda Şiirin Yeri (Basılmamış doktora tezi),
M. Ü. S. B. E. s. 44.
3 Bkz. Bağdatlı Mehmed Fehmi, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, İst: Âmire, 1917, s. 198
4 Ayverdi, İlhan, Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, I-III, 2. Baskı, İst: Kubbealtı,
2006, I, 801 «edeb» md.
5 «Âyet âyet tüm Kur’ân’ın mânâsı edeptir.»