Muhasebe

Aynur TUTKUN

aytutkun@gmail.com

Çocukluğumuzda 2000’li yılları hayal etmek bize ne kadar da gizemli gelirdi değil mi? Neler olacak, diye merak etmekten ken¬dimizi alıkoyamaz fakat sanki kor¬kunç şeyler olacakmış gibi de bir hisse kapılırdık.

Yıllar ne de çabuk gelip geçi¬yor… 2000’li yılları yaşıyoruz bile. Fakat nedense çocukluğumuzdaki gizemini kaybetmiş gibi gözüküyor. Alışmışız. Neye mi? 2000’li yılların çirkinliğine, çirkefliğine, pisliğine, acımasızlığına, bencilliğine…

2000’li yıllardayız işte! Bir yılı daha geride bıraktık. Ne yaptık, neler yaptık? Neler yapmamız gerekiyordu da yapmadık, yapamadık? Erteleyip durduklarımızı ne zaman yapacağız? Nerede eksiklik var? Neden yapma¬mız gerekenleri yapamıyoruz?

2000’li yıllardayız işte! Dün¬ya hayatı ebedî değil. Elbet bir gün petrolümüz, doğalgazımız, maden-lerimiz ve nihayet suyumuz bitecek. Her başlangıcın öncesinde bir bitiş varsa bu hayat da bitecek elbet. Bu ebedî olmayan dünya hayatı bite¬cekse bir gün, biz bu bitip tüken¬meden sorumlu olmayacağız. Fakat bu sona yaklaşırken sorumsuzca davranışlarımızdan mes’ul olacağız. Suyu kullandığımız için değil -o za¬ten bize kullanılmak için verilmiş- israf ettiğimiz için hesap vereceğiz. Yemek yediğimiz için değil -insan olarak yaratıldıysak yemek yiyeceğiz elbet- biz yerken yiyemeyenleri dü¬şünmediğimiz için hesap vereceğiz. Bir yetim başı okşamadığımız, bir yoksulu sevindirmediğimiz, birbi¬rimize surat astığımız, ağzımızı açıp «selâmün aleyküm» demediğimiz için hesap vereceğiz.

Birbirimizi kırdığımız için, kırdığımız zaman helâllik isteme¬diğimiz için, maddeten ya da vicda¬nen birimiz acı çekerken diğerimiz umursamaz davrandığımız için he¬sap vereceğiz. İçine riya karıştırdı¬ğımız amel-i sâlihlerin, karşılığında teşekkür beklediğimiz sadakaların hesabını vereceğiz. Başarılarımızla övünüp gurur duyarken, başara¬mayanları küçümsediğimiz, onları tavırlarımızla, duruşumuzla kırdı-ğımız için, sözlerimizle olduğu gibi bakışlarımızla da bir gönül kâbesini yıktığımız için hesap vereceğiz.
Na¬ maz ve oruç mu? Onların hesabını zaten her şeyden önce vereceğiz.

Yıllar ne de çabuk geçiyor değil mi? 2000’li yıllar¬dayız işte! 3000’li yıllar mı? Dünya yaşayacak mı o yılları bilmiyoruz. O yıllar yaşanacak mı bilmemiz çok da önem¬li değil aslında. O -celle celâlühû- takdir ettiyse, gökten suyumuzu kesmeyecekse dünya yaşar elbet o yılları da. Önemli olan bizim ne yaptığımız. Davranışlarımızı neye göre şekillendirdiğimiz.

Hani bir gün Hazret-i Peygamber’e ashâbından bi¬risi gelip soruyor:

“–Yâ Rasûlâllah kıyâmet ne zaman kopacak?” diye. Efendimiz de:

“–O gün için ne hazırladın?” buyuruyor.

“–Çok amelim yok, farzlar dışında nafilelerle dolu değil defterim.” diyor adamcağız mahcup bir şekilde. Fakat arkasından ekliyor:

“Allah ve Rasûlü’nü çok seviyorum lâkin…”

Hazret-i Peygamber de buyuruyor:

“–Kişi sevdiği ile beraberdir!” diye.

Ve yine Asr Sûresi’nde Rabbimiz şöyle uyarıyor bizi: “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak îman edenler, sâlih amel işleyenler ve birbirlerine hak¬kı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ!..”

Milâttan öncesini de yaşadı dünya. Sonrasını da yaşıyor işte. Belki yeni bir milât daha yaşayacak; onun da öncesi ve sonrası olacak… Ne önemi var ki tüm bunların? Biz fert olarak her günümüzün, her ânımızın hesabını verecek kadar sorumlu yaşayabildikten, yüre¬ğimize giren sevgilerin farkında olabildikten sonra, ne önemi var ki az ya da çok yaşamanın!