Süslü Dünya… Hedef Ukbâ…

Prof. Dr. Ömer ÇELİK

omercelik08@hotmail.com

«Sevgi ve ilgi» insanın fıtrat özellikleri içinde çok mühim bir yere sahiptir. İnsan, nefis cihetiyle gözünü dünyaya açar açmaz gördüğü şeylere muhabbet duyduğu gibi, ruh cihetiyle de muhabbetini ulvî âlemlere yönlendirecek güce sahiptir. Şu âyet-i kerîme, insanın iç dünyasını, gönül yapısını ve en derin hislerini tahlil ederek, onun fıtrat olarak nelere karşı zâfiyeti, düşkünlüğü ve muhabbeti olduğunu haber verir:

“Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük ve muhabbet insanlara cazip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici (birer) metâından ibarettir. Hâlbuki varılacak en güzel yer, Allah katındadır.” (Âl-i İmran, 3/14)

Görüldüğü üzere bunların başında; karşı cinse alâka, nesli devam ettirmek, zengin olmak, makam, mevki ve şöhret sahibi olmak, neşeli ve keyifli bir hayat sürmek, hayvanî ve nebatî her türlü nimetlerden istediği gibi istifade etmek gelir. Gerçekten de topraktan yaratılan, gözünü sayısız dünya nimetleri içinde açan ve dâimî bir sûrette o nimetlerle perverde olan insan, bu nimetlere gönlünü bağlar ve nefsanî arzuların da desteğiyle aralarında kuvvetli bir muhabbet bağı oluşur. Yüce Rabbimiz, insanı bu fıtrat üzere yaratmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın iradesi istikametinde insan hayatının devamı ve neslin bekası için dinin koyduğu belirli ölçülere göre bu nimetlerden istifade etmek insanın en tabiî hakkıdır. Helâl ve temiz olmak şartıyla dünya nimetlerinden istifade etmeyi emreden (bkz. Bakara 2/172) ve Allâh’ın helâl kıldığı şeyleri haram kılmayı yasaklayan âyet-i kerîmeler bize bu gerçeği öğretmektedir (bkz. Mâide 5/87; Tahrîm 66/1). Bunlar içinde özellikle şu âyet-i kerime, dünyaâhiret dengesinin sağlanabilmesi açısından mevzunun nirengi noktasını ortaya koyar:

“(Rasûlüm!) De ki: «Allâh’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılmıştır? » Yine de ki: «Bunlar, dünya hayatında îman edenler içindir, kıyâmet günü ise yalnızca onlara mahsustur.» İşte Biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklarız.” (A‘râf, 7/32)

Buna karşılık dünya hayatının kısa bir süre sonra sona erecek bir ziynet, görüntü ve oyalanmadan ibaret olduğunu beyan eden şu âyet-i kerîme ise terazinin diğer kefesini dengelemektedir:

“Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, ziynet, kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. Tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çer-çöp olur. Âhirette ise (kâfirlere) çetin bir azap; (mü’minlere ise) Allah’tan mağfiret ve rızâ vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metâdan başka bir şey değildir. (Hadid, 57/20)

Dolayısıyla burada en mühim husus, bu nimetleri Allah ve Rasûlü’nün tarif ettiği şekilde helâl ve temiz yollardan elde etmek ve yine helâl ve temiz olarak bunlardan istifade etmektir. Bu hususta harama düşmemek ve aşırıya gitmemektir. Tefsir edilen âyet-i kerîme fıtrî bir hakikate işaret etmekte, sayılan fânî nimetlere normalin ötesinde gönül bağlamanın âhiret saadetini tehlikeye düşürebileceğine dikkat çekmektedir. Nitekim; “Bunlar, dünya hayatının geçici (birer) metâından ibarettir. Hâlbuki varılacak en güzel yer, Allah katındadır.” ifadesi, bu gerçeği açıkça göstermekte; değeri oldukça sınırlı olan dünya nimetlerine aşırı arzu duymaktan ziyade, Allah katında yüce bir mertebeye erişmek için gayret göstermenin daha hayırlı olacağı vurgulanmaktadır. Nitekim devam eden âyetler aynı vurguyu daha da derinleştirmektedir:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Size (sevdiğiniz) bu şeylerden daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz zevceler ve Allâh’ın rızâsı vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir. (O takvâ sahipleri): «Rabbimiz! Şüphesiz biz îman ettik, o hâlde günahlarımızı bağışla ve ateşin azabından bizi koru!» derler. (Onlar), sabredenler, sâdık olanlar, itaat edenler, (Allah yolunda) infak edenler ve seherlerde istiğfar edenlerdir (Âl-i İmran, 3/15-17)

Âhiret hayatı, dünya hayatından daha değerlidir. Dünya hayatı bir oyun ve eğlence olduğu hâlde esas hayat âhiret hayatıdır. O, ebedîdir, sonu gelmeyecek bir hayattır. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın muttakî kullarına hazırladığı cennet nimetleri de dünya nimetleriyle kıyas edilemeyecek derecede kıymetli ve güzeldir. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir dilin tatmadığı ve hiçbir aklın düşünemediği mûtena ve müstesna nimetler vardır. Aklını kullanabilen insanlar, fânîlere, gel-geç sevdalara değil, aslında bu nimetlere gönül bağlamalıdır. Burada bu nimetlerin üçünden haber verilir:

Altlarından ırmaklar çağıldayan bağlar, bahçeler,

 Maddeten ve mânen tertemiz zevceler,

 Yüce Allah’ın rızâsı: Cennette ulaşılabilecek ve rûhun en çok haz alacağı makam, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğu olacaktır. Rivayete göre Allah Teâlâ cennet ehline:

“–Râzı oldunuz mu? Hoşnut musunuz?” buyuracak, onlar da:

“–Ey Rabbimiz, nasıl râzı olmayız ki! Bize başka kullarından hiç birine vermediğin nimeti verdin.” diyecekler. Bunun üzerine Allah Teâlâ buyuracak ki:

“–Size bundan da büyüğünü vereceğim.”

“–Bundan daha üstün ne olabilir yâ Rabbî?” diyecekler. İşte o zaman Allah Teâlâ:

“–Size rıdvânımı helâl kılacağım ve artık size sonsuza kadar hiç gazap etmeyeceğim.” buyuracak. (Buhâri, Rikak, 51; Müslim, Cennet, 9)

Allah’tan korkan ve dünyada takvâ üzere bir hayat süren mü’minler işte bu nimetler içinde ebedî kalacaklardır. Ancak, devam eden âyetlerde, bahsedilen takvâ seviyesine erişebilmek için yapılması lâzım gelen ameller ve kazanılması gereken mühim ahlâkî vasıflar sayılmaktadır. Hülâsa olarak bunlar:

 Gerçekten îman etmek ve günahların affı ve cehennem azabından kurtuluş için Allâh’a niyaz etmek,

 İbadetleri îfâya, haramlardan kaçmaya, dünya hayatının musibetlerine ve hoşumuza gitmeyen şeylere sabredenlerden olmak,

 Sâdıklardan; özünde, sözünde ve işinde doğru, samimî ve dürüst davrananlardan olmak,

 Gönüllü itaat edenlerden, Allâh’a ihlâsla ve huşû içinde kulluk edenlerden olmak,

 Allâh’ın verdiği mallardan ve her türlü rızıktan gece-gündüz, gizliaçık infak edenlerden olmak,

 Seherlerde kırık bir gönülle gözyaşı içinde istiğfar edenlerden, samimî bir kalple yüce Allah’tan bağışlanmasını dileyenlerden olmak.

Dünyanın süsünden gözümüzü ve gönlümüzü kurtarıp hedefi âhiret olarak belirleyerek bu sayılan vasıflarla mücehhez olduğumuzda, bu yol bizi önce takvâya, sonra cennete, oradan da Rabbimiz’in rızâ ve hoşnutluğuna ulaştıracaktır.

Ne mutlu başaranlara…