Hâlid bin Velid’i Tanır mısınız?

Yard. Doç. Dr. Rıdvan CANIM

ridvancanim@mynet.com

Şâm-ı Şerîf ’i mahzun bir şekilde ardımızda bıraktık… Bakalım bu güzel rüyanın sonu nereye varacak!.. Gözlerim harap, yıkık-dökük bir şehir tablosu ararken ve de muhtemel bir tepe üzerinde gravürlerdeki o muhteşem Humus Kalesi’ni bir an önce görmeyi arzu ederken, rehberimiz Nedim Bey, ne yazık ki o kalenin artık sadece gravürlerde kaldığını belirtmekle yetiniyor. Kendimizi beklemediğimiz bir anda modern bir «batı» kentinin tam ortasında buluyoruz… O güzelim Humus Kalesi, bundan sonra tarihin sararmış tozlu sayfalarında sadece bir bilgi olarak yerini alacak belki ama yine de bizi Humus’ta teselli edecek ve gönüllerimizi sevinçle hüzün arasında karmakarışık duygulara sürükleyecek olan bir Hâlid bin Velid var… Daha ne isteriz ki!

Suriye topraklarının ortasında Halep-Şam karayolu üzerinde kurulmuş bulunan ve 1 milyonu aşan nüfusuyla Suriye’nin üçüncü büyük şehri olan Humus, Hama’ya yaklaşık 50 kilometre uzaklıkta… Araplar ona Hums diyorlar, tarihi milâttan önce 3.000 yıllarına kadar uzanan eski bir kent… Palmira antik kenti ve Deyrizor vasıtasıyla İran Körfezi-Akdeniz, Şam-Halep yolları ile Halep-Humus-Rayak-Beyrut demiryolu üzerinde önemli bir irtibat noktası burası…

Şehir, Hâlid bin Velid tarafından fethedildikten sonra bu bölgeye 500 civarında sahâbînin gelip yerleştiği söyleniyor. Kimler gelip kimler geçmemiş ki buralardan… Abbasîler, Tolunoğulları, Bizanslılar, Fâtımîler, Selçuklular, Osmanlılar… Ne yazıktır ki Moğol İstilâsı’ndan da nasibini almış Humus…

Evliya Çelebi üstadımızın rivayetine göre şehir XVII. yüzyılda yüksek bir tepe üzerinde etrafı hendeklerle çevrili bir kalesi, kalenin içinde ve dışında evleri olan, iki medresesi, bir dârülhadîsi, bir dârülkurrâsı, yedi mektebi, üç tekkesi, üç hamamı, üç hanı bulunan, bedesteni olmayan, çok sayıda dükkânı olan kasaba hüviyetinde bir yerdir. Şimdi üstadın sözünü ettiği bu yapılar kim bilir nerelerdedir?..

Şehir merkezinde yer alan Hâlid bin Velid Camii, Humus’un rûhunu yaşatmaya çalışan muhteşem yapılardan biri… Son olarak Sultan II. Abdülhamid tarafından Osmanlı üslûbuyla yeniden inşa edilen Hâlid bin Velid Türbesi, caminin girişinde hemen sağ köşede yer alıyor. Kim midir burada yatan bu güzel insan? Buyurun birlikte tanıyalım:

Öncelikle o, Peygamber Efendimiz’in, hakkında; «Ne güzel kul!» diyerek iltifat ettiği bir sahâbî. Soyu, Hâlid bin Velid bin Muğîre bin Abdullah bin Amr bin Mahzum. Annesinin ismi Lübâbe… Hazret-i Meymûne’nin yakın akrabası. İslâm Peygamberi’nin, Mûte Savaşı’ndaki başarısından ötürü kendisini «Allâh’ın Kılıcı!» sözleriyle övdüğü kişi…

Bu güzel insanın doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. Mekke’nin şerefli ve itibarlı ailelerinden biri olan Mahzumoğulları’ndandı. Esasen «ordu komutanlığı» Hazret-i Hâlid’in ailesine verilmiş bir imtiyazdı. Uhud Savaşı’nda ve Hudeybiye Barışı esnasında Hâlid bin Velid, Kureyş ordusunun komutanlarından birisiydi. Sonra Hazret-i Peygamber umre için Mekke’ye gidince Hâlid’in daha önce Müslüman olan kardeşi Velid’e Hâlid’i sordu. Hazret-i Peygamber, Hâlid gibi bir insanın müşriklerin içinde kalmasının şaşılacak bir durum olduğunu belirtti. Velid, bunun üzerine kardeşi Hâlid’e Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in bu iltifatını bildiren bir mektup gönderdi. Ardından Hazret-i Hâlid, Müslüman olmak için Mekke’den yola çıkınca, yolda Amr bin As ile karşılaştı ve beraberce Mekke’den Medine’ye gidip Müslüman oldular. Bu kısaca O’nun İslâm’la şereflenişinin hikâyesidir.

Hazret-i Hâlid bin Velid, hicrî sekizinci yılda yapılan Mûte Savaşı’na yüksek askerî bir dehâ ve üstün strateji bilgisine sahip bir nefer olarak katılmıştı. Ordu komutanlarının birbiri ardına şehid düşmesi üzerine ashab istişare ederek komutayı Hazret-i Hâlid’e verdiler. Hazret-i Peygamber Medine’de olup bitenleri haber verip komutanların birer birer şehid düştüğünü naklettikten sonra ordunun idaresini Allâh’ın kılıçlarından birinin aldığını müjdeler. İşte bu olay O’nun «Seyfullah» yani «Allâh’ın Kılıcı» unvanını aldığı gündür. Hâlid bin Velid o gün savaşırken elinde dokuz kılıcın parçalandığını nakletmiştir. Sonuçta o, yönetimi altına aldığı orduyu kalabalık düşman ordusu karşısında bozguna uğratmadan Medine’ye getirmeyi başarır.

Şimdi şu muhteşem kubbenin altında, hemen yanı başımızda yatmakta olan bu güzel insan, Mekke’nin fethinde de süvarilerin komutanıdır. Huneyn Savaşı’nda yaralanınca Hazret-i Peygamber kendisinin ziyaretine gelir ve ona dua eder. Şifa bulur çünkü mücadele devam edecektir. Mekke’nin fethinin ardından Hazret-i Peygamber’in Nahle’deki Uzzâ putunu kırmaya gönderdiği kişi yine Hâlid bin Velid’dir. Görevini başarıyla yerine getirip geri döner. Tâif Kuşatması’na katılır. Dûmetü’l-Cendel’in Hıristiyan emiri Ukeydir’in üzerine yine Hâlid gönderilir. Hicrî onuncu yılda Necrân’a, Hârisoğulları’nı İslâm’a davet etmek üzere gönderilen, Hazret-i Ebûbekir halîfe olunca komutan olarak yalancı peygamberlerin üzerine gönderilen yine Hâlid’dir. Başta Müseylemetü’l-Kezzâb olmak üzere hepsinin hakkından gelir. Bütün bu mücadelelerin ardından zekât vermeyen kabilelerin üzerine gönderilir. Ve hicrî on iki yılında Irak’a, İranlılara karşı sancağı taşıyan yine odur. İki ay gibi kısa bir sürede İran- Sasanî ordularını bozguna uğratarak Hire’yi zapteder ve Fırat çevresini hâkimiyeti altına alır.

Suriye sınırında Bizanslıların ordu hazırladıkları haberi gelince hilâfet merkezinden Hazret-i Hâlid’e Irak bölgesinin komutanlığını Müsennâ’ya bırakarak Şam’a gitmesi emri verilir. Hicrî on üçüncü yılda Bizanslıları Ecnadeyn’de mağlûp ederek Şam’a doğru püskürtür. Hazret-i Hâlid şehri muhasara eder ve hicrî on dördüncü yılın Recep ayında Şam yani Dımaşk şehrini ele geçirir. Ve ardından şimdi çarşılarında gezindiğimiz Humus’u fetheder. O Humus fatihidir artık… Yermuk Savaşı’nda Bizanslıları bozguna uğratır ama bununla da yetinmez, Kudüs’ü kuşatır ve teslim alır. Bütün Suriye toprakları artık Müslümanların eline geçmiştir.

Bu büyük komutan, cihad duygusu ve şehidlik arzusu ile dopdolu bir mü’mindi. Cihad meydanları onun için Allâh’a en yakın meydanlardı. Kendisinin kişiliğini tarif için şu söz yeter sanırım: Şöyle der:

“Ben, harp meydanında mücâhede ve mücadeleden aldığım zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinden almadım.” En büyük arzusu cihad meydanlarında şehid düşmekti. İran üzerine yürürken, İranlılara şu haberi gönderdi: “Sizin dünyayı sevdiğiniz kadar âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum.”

Hâlid bin Velid, savaşçı olduğu kadar şahsî fazilet ve ilim konusunda da üstün bir kişiliğe sahipti. Fırsat buldukça Hazret-i Peygamber’in sohbetlerinden istifade etmiş, Medine’de O’nun etrafında bulunan ilim ve irfan ehli arasında Hazret-i Hâlid’in de bulunduğu zikredilmiştir. Hazret-i Peygamber’in şahsına karşı da çok büyük saygısı, sevgisi ve bağlılığı vardı. Hattâ öyle ki, savaşlarında kazandığı başarıları Hazret-i Peygamber’in sakalından bir kaç tanesini sarığının içinde taşımasına bağladığı söylenir. Ey kutlu savaşçı, ey güzel insan, rûhun şâd olsun!..

Bu efsanevî şahsiyetle, İslâm’ın bu ele-avuca sığmayan muhteşem komutanıyla Humus’ta diz dize gelip rûhâniyetiyle hâlleşebilmek kaç kula nasip olur ki… İşte o bahtiyar kullardan biri de ben oldum… Allâh’a sonsuz şükürler olsun… Yetmez mi? Mevlâ’m onu yürekten özleyen her kula nasip etsin bu güzel buluşmayı… Ancak biz bu bereketli ziyaretin ardından Humus’tan ayrılırken öğrendiğim bir haber yüreğimin burkulmasına çokça yetip artıyor. Humus’ta şehrin fatihi bu büyük komutanın hâtırasına bir stadyum inşa etmişler. Adını da «Hâlid Bin Velid Stadyumu» koymuşlar.

Ne diyeyim bilemiyorum ki… «Bizde olmuyor mu sanki?» dediğinizi duyar gibi oluyorum. Şimdilerde yeni kentlerimizin varoşlarında üç gün içinde inşa ediverdiğimiz karikatür gibi camilere verdiğimiz «Kudüs Camii» ya da «Hazret-i Ömer Camii» gibi isimler çok mu masum sanki… Hiç kimsenin iyi niyetinden şüphemiz olmasa da!.. Kaş yapayım derken göz çıkarmak zaten başka nasıl olur ki!

Mevlâ’m Humus şehrinin semalarını onun rûhâniyetinden mahrum bırakmasın inşallah… Hoşça kal güzel Humus… Hoşça kal medeniyetlerden arta kalan acılar şehri…