Fenâ-fi’llâh ve Fenâ-fi’ş-şeyh

Sadettin KAPLAN

sadettinkaplan@gmail.com

Bilindiği gibi, tasavvuf; İslâm’ın özüne nüfuz amacıyla, bu inancın temel ve değişmezlerine dayanarak nefsi arıtıp, ahlâkı güzelleştirerek dini yaşamak ve bu şekilde Allâh’a ulaşmak bilgisi veya yaklaşımıdır…

Tasavvuf; bir bakıma ruhta bedeni, bedende rûhu eriten, yok olmakla varlığını arıtan, dünya ile ukbâyı iç içe, hayat ile ölümü birlikte yaşamak gibi engin duygular manzûmesidir…

Nurettin TOPÇU’ya göre tasavvuf; «Kur’ân’dan kalp ilmini çıkaran felsefedir.»

Fenâ; sözlük anlamıyla yokluk, yok olmak anlamına gelse de, tasavvufta bambaşka bir hüviyete bürünür. Tasavvufta, «yok olmak» büsbütün ortadan kaybolmak değildir. Aksine yok olurken, asıl varlığa dönüşerek onda var olmaktır…

«Sûfîlere göre, fenâ mertebesine ermiş olan bahtlı kişiler, içinde yaşadıkları dünyayı, etraflarında bulunan varlıkları, eşyayı göremez olurlar da, gönül gözleri ile yalnız Cenâb-ı Hakk’ı hissederler.»1

Tıpkı, güneş doğunca gökten silinen yıldızlar gibi görünmez olan her şeyin yerini, gün ışığının ve güneşin parlaklığının alması gibi…

Fark terimi, tasavvuf konusunda aşamaları belirleyen perdeler manzûmesindendir. Anlamı, daha doğrusu sûfiyâne yorumu; kesrette (halkta) vahdeti, vahdette kesreti perdesiz olarak görmek demektir… Fark; merhalemerhale kesretten vahdete, yokluktan varlığa doğru yükselen; «Fark-ı Evvel», «Fark Ba‘de’l-Cem‘», «Fark-ı Cem‘», «Fark-ı Tam» ve «Fark-ı Vasf» mânevî basamaklardır.

Fark-ı Tam; kulun artık tamamen dünya ile ilgisini keserek «Vahdet»e, yani Allâh’a yönelip, O’nun sevgisine gark olmasıdır. Yani, sûfînin ilâhî istiğrak hâlidir ki, buna tasavvuf dilinde Fenâfi’llâh denir…

Fenâ-fi’llâh; kulun zât ve sıfatının Allâh’ın zât ve sıfatında fenâ bulması, fânî olması ya da O asıl ve var eden yüce Varlık’ta yok olarak var olması anlamına gelen bir tasavvuf terimidir…

Fenâ-fi’llâh; ölmeden önce ölmek, ölümle hayatı vahdette tevhid etmek, kendi varlığında ve dünya hayatında yok olarak asıl varlıkta, Allah’ta var olmak gibi normal aklın anlayıp algılayamayacağı ve ancak aşk ile ulaşılabilecek bir mertebe olarak yorumlanmaktadır…

Allâh’a ulaşılacak «mekân» neresidir? Âlemleri yaratan o sonsuz kudret sahibi kendine özgü, özel bir mekânda mıdır? O’na ulaşmak için Arş veya ötesine gitmek mi gerekir?.. İşte, bu gibi basit ve sıradan akıl yoluyla bu soruların cevabı bulunamaz…

Allah Rasûlü’nün mîracı Arş’a ve onun da ötesine, «Sidre-i Müntehâ»lara kadar uzadıysa, şüphesiz ki bunda ilâhî bir hikmet aramak gerekir… «Yoksa, Cenâb-ı Hak hâşâ ve kellâ, Arş’tan öte bir yerde idi de oraya ulaşmak için -aleyhisselâtü ve’s-selâm- Efendimiz mîrâca teşrif buyurmuş değildir. Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır. Her nerede olursa olsun, kuluna orada tecellî buyurur. Nitekim Hazret-i Musa’ya da Tur’da tecellî buyurmuştur.»2

Fenâ-fi’ş-şeyh ise; müridin tüm mâneviyatını «şeyh»inin mânevî şahsında yok etmesidir… Şeyh, mürid için tek ve en büyük örnektir. Mürid, şeyhinin sadece sözlerini değil, bilcümle hâl ve hareketini benimsemek ve asla muhalefet etmemek durumundadır…

Tasavvuf ilmine göre, müridin sevgisi şeyhi yükseltir. Şeyh; asıl varlığa, Allâh’a ulaşmak için kendisine intisâb eden tertemiz duygulu müridinin sevgisiyle mertebe alır. Halk arasında; «Şeyh uçmaz, mürid uçurur.» vecizesi bu sebepten olsa gerek…

Ebû Yezid el-Bistâmî diyor ki: “Bir adamın havada uçacak derecede kerâmet izhar ettiğini görseniz bile, Allâh’ın şeriatini edâda, hududu muhafazada, emir ve nehiylerine uymada durumunu tespit edinceye kadar ona aldanmayın.”

Tasavvuf, hayatın ve var oluşun özge bir ifadesidir. Anlamak, hakkıyla künhüne varmak normal akıl yoluyla mümkün değildir. Tasavvuf konusunda -bile bilmeye- fikir beyan etmek de yanlış ve tehlikeli bir yoldur.

Kısaca ve herkesin anlayacağı bir dille söyleyecek olursak;

«Tasavvuf; sade bir İslâmiyet, aydınlatıcı bir îman, yüksek bir insaniyettir. Camilerde, sokaklarda, gizlilikte, alenîlikte…»

3 1 Şefik CAN, Mevlânâ, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997
2 Osman Bedrüddin Erzurûmî, Gülzâr-ı Sâminî, Marifet Yayınları, İstanbul 1993
3 Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî, Tasavvufun Sırları, Zaman Yayıncılık İst. 1991