Deve mi, Domuz mu? 7 (Manzum Tarihî Tiyatro)

Dr. Harun ÖĞMÜŞ

ogmusharun@yahoo.com

[Endülüs’te Emevî Hilâfeti çökmüş, her il müstakil bir devlet hâline gelmiştir. Hâdise, 466/1074-488/1095 yılları arasında Endülüs ve Mağrip’te geçmektedir.]

YEDİNCİ SAHNE

(Yıl 475/1082. Mûtemid nedimleriyle saz ve söz meclisindedir.)

Sahnedekiler: Mûtemid, İbn-i Zeydun, Kumandan Halef bin Necah, Kumandan İbn-i Martin, teşrifatçı, ulak, Şehzade Yezid.

Şahıslar:

MÛTEMİD: Âlim ve sanatkârları seven şair ruhlu cömert bir emir. İşbîliye emiri.

İBN-İ ZEYDUN: Ebûbekir İbn-i Zeydun. Meşhur Endülüs şairi İbn-i Zeydun’un oğlu. Mûtemid’in ikinci veziri.

HALEF BİN NECAH: Mûtemid’in kumandanlarından.

İBN-İ MARTİN: Muhammed bin Martin. Mûtemid’in kumandanlarından.

ŞEHZÂDE YEZİD: Mûtemid’in oğlu.

Ayrıca teşrifatçı ve ulak.

MÛTEMİD: (Eliyle orkestraya işaret ederek çalmakta olan saz eserini keser)

Ne söz eğlendiriyor gönlü ne saz,
Neylesem almıyorum artık haz!
Savmıyor derdimi içsem bâde,
Zirve yapmakta baş ağrım sâde.
Önce duydukça geçerdim gülerek,
Şimdi kıymet verir oldum, gerçek;
Fas’tan etsek mi acep istimdâd?
Bizi eyler mi bu, gamdan âzâd?
Oldu baştan başa yurdum da talan,
Gözledim ben kuleler ardından!

İBN-İ ZEYDUN:

Ferah olsun içiniz sultânım!
Tamdır ikbâle benim îmânım.
Gelecektir yine mes’ut günler,
Ne olur etmeyiniz gayri keder!
Bastırır akçeyi Alfons1 itine,
Yaparız bir yeni anlaşma yine!

MÛTEMİD:

Nasıl anlaşma yaparsın be adam?
Tamtakır kaldı hazînem, tebaam…
«Hodri meydan!» diyerek cümlemize,
İndi ılgarla gâvur tâ denize!
Hepimiz surları bildik sığınak,
Öyle kancıkça savaştık ancak!
Buna bir küstahı asmam mı sebep?
Yok, bahâneydi hakîkatte o hep…

HALEF BİN NECAH:

Bittabî, başka niçin gönderilir?
Yok mudur gönderecek başka sefir?

MÛTEMİD:

O Yahûdîyi edeydim âzâd;
Mutlakā bir sebep eyler îcâd,
Yine sarkardı bizim ülkemize.
Boşa katlanmış olurduk o söze.
Bâri astım da cezâsın buldu!
Şerefim, haysiyetim kurtuldu!

İBN-İ MARTİN:

Ohh! Lâyıktı köpek i’dâma!

MÛTEMİD:

«Paranız sahte» demek neyse ama,
«Hâlis altın ödemezsen derhâl,
Edilir kâmilen ülken işgāl!»
Sözü hiç söylenecek söz mü idi?
Onu karşımda ne cür’etle dedi?
(O esnada içeriye teşrifatçı girer.)

TEŞRİFATÇI:

(Eğilip selâmladıktan sonra)

Bir ulak girmeye ısrâr ediyor,
Müjdeler var yüce sultâna diyor.

MÛTEMİD: (Merakla)

Var iken bunca sevimsiz gerçek,
Bu meserretli haber n’olsa gerek?

(Eliyle «gönder» anlamında işaret eder. Ulak girer. Mûtemid konuşmasını bekler):

ULAK: (Eğilerek)

Ey celâdetli, muazzam sultan!
Size hürmetler edip mîr-i Ciyan!
Der ki: Hırs etti Bin Ammâr’ı2 esir,
Edesin her ne görürsen tedbir!

MÛTEMİD: (Heyecanla)

Kim esîr aldı, nasıl geçti ele?

ULAK:

Yine düşmüş o, büyük bir emele,
Şakura’ymış bu sefer maksûdu…
Râzı etmiş buna hem Bin Hûd’u3

MÛTEMİD:

Demek Alfons ona yüz vermedi?

ULAK: Yâ!

Gidip olmuş o da Bin Hûd’a gedâ,
Onun emriyle dayanmış şehre,
Sarmış orduyla tutup çepçevre,
Kalenin hâkimi durmuş ya bir an…
Sonradan bir oyun etmiş ki yaman…
Onu hîleyle çağırmış içeri,
Salmamış bir daha ammâ ki geri!
O harîs orda esirdir şimdi!

MÛTEMİD: (Babacan bir tavırla ulağı göstererek)
Konuğum hayli uzaktan geldi;
Ona yer gösteriniz, dinlenecek!
Bu, en iyi sözdü bugün söylenecek!

(Ulak eğilip selâmladıktan sonra teşrifatçının refakatinde çıkar. Mûtemid teşrifatçıya emreder):

Nerde Şehzâde Yezid, gönderiniz!
Söyleyin, meclise koştursun tiz!

(Şehzade Yezid koşarak huzura girer.)

MÛTEMİD: (Yezid’e hitaben):

İyi bir hey’et oluştur derhâl!
Sonra kıymetli süs eşyâsı da al!
Bin Mübârek4 neyi isterse verin,
İbn-i Ammâr’ı muhakkak getirin!
Hem de zincîre vurulmuş olarak,
Halka bir maskara olsun alçak!5

(Sonra yüzü acıyla buruşarak kırgın bir sesle şu kıt’ayı okur):

Aşk da dünyâ kadar yalan olmuş,
Yeri zîrâ yalancı dünyâdır…
Bir kadeh olmuş âdetâ her kalp,
Sabah-akşam dolup boşalmadadır!6 (Devam edecek.)

1 O zamanlar İspanya’nın kuzeyinde bulunan Katolik Kastilya ülkesinin kralı. 2 Mûtemid’in ihanet etmiş olan veziri 3 Serakusta emiri. 4 Şakura emiri. 5 Vezni: feilâtün / feilâtün / feilün (fâilâtün) (fa’lün) 6 Vezni: feilâtün / mefâilün / feilün (fâilâtün) (fa’lün)