Ayasofya Levhaları Neden İndirildi?

Can ALPGÜVENÇ

alpguvenc@gmail.com

27 Ekim 537’de İmparator Justinyanus tarafından muhteşem bir törenle açılan Ayasofya, 916 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra,1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethiyle camiye dönüştürüldü. Fatih’in, fethin ardından ilk iş olarak Ayasofya’nın tamirini emretmesi dikkat çekicidir.

Döneminin en geniş kubbesine sahip olan bu eser, yapıldığı tarihten itibaren asırlar boyunca aralıksız tamir gördü ve yenilendi. Ayasofya’nın Bizans döneminde birçok defa çöken kubbesi1 Mimar Sinan’ın istinat duvarlarını eklemesinden sonra hiç çökmedi ve bu yaşlı âbide, böylece günümüze kadar gelebildi.

Fatih, ilk Cuma namazını burada kıldı ve meydana getirdiği vakfiye ile onun asırlar boyunca yaşamasını sağladı. Ayasofya, Osmanlı döneminde kaldığı 470 yıl içinde İstanbul’un en önemli camilerinden biri oldu. Ayasofya’ya; köşelerine inşa edilen dört minare, Sultan II. Selim, Sultan III. Murad ve Sultan III. Mehmed’in türbeleri, Sultan I. Mahmud’un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti ve kütüphanesi, Sultan Abdülmecid’in hünkâr mahfili ve muvakkithanesi, Sultan İbrahim’in sebil ve çeşmesi ile Osmanlı kültür ve medeniyetinin damgası açıkça vuruldu. Caminin çeşitli yerlerine İslâm büyüklerinin ve Kur’ân’dan bazı âyetlerin yazıldığı levhalar konuldu.

LEVHA SAYISI SEKİZE ÇIKARILDI

Ayasofya’ya ilk levhalar 1644 yılında, zamanına göre celî hattı en iyi yazan hattatlardan olan Teknecizâde İbrahim Efendi tarafından, caminin iki yarım duvarlarındaki mermerlere uyacak büyüklükte yazıldı. Dikdörtgen şeklinde olan bu levhalarda İsm-i Celâl, İsm-i Nebevî ve Hulefâ-yi Râşidîn’in isimleri yer alıyordu.

1845’lerde, Sultan Abdülmecid dönemindeki onarımda, celî hat levhalarının zeminlerinin -zaman içinde- zedelendiği ve yenilenmesi gerektiği görüldü. Levhaların yeniden yazılması işi, Eyüp Sultan Camii imam hatibi ve sultanın ikinci imamı, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye havale edildi. Levhalara, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin isimleri de eklenerek levha sayısı altıdan sekize çıkarıldı. 1849 yılı içinde, birkaç ay süren yoğun çalışmalar sonucu, dev levhalar hazırlandı. Levhaların yazılması işinde, Mustafa İzzet Efendi’ye talebeleri Şefik ile Ali Beyler de yardımcı oldular.

Ayasofya 13 Temmuz 1849’da, Ramazan ayının ilk Cuması çok büyük bir törenle yeniden ibadete açıldı.

DÜNYANIN EN BÜYÜK HAT LEVHALARI!

Levhalar, ağacının hafif olması sebebiyle, asıldığı yere daha az yük yüklemesi ve neme karşı dayanıklılığı dolayısıyla bozulmaması dikkate alınarak ıhlamur ağacından yapıldı. Hattat İzzet Efendi, sekiz adet cami levhasının asıllarını, önce küçük ebatlarda yazdı, sonra da kareleme metoduyla Ayasofya Kayyumhanesi’nde büyüterek, kalıplar hâlinde hazırladı. Levhalar, daha sonra caminin içinde monte edilen dairevî zeminlerine varak altınla yazılarak, yerlerine takıldı. Yuvarlak olan bu levhaların çapı 7 buçuk metre, harf kalınlığı 35 santimetredir. Levha parçaları cami içinde birleştirildi.2

Bu levhalar, dünyanın bilinen en büyük hüsn-i hat levhaları olup, mabedin Osmanlı devri eserleri arasında en göz alıcı olanlarındandır. Muhteşem denmeye lâyık, birer ibdâ eseridirler. Harfler onca irilik ve kalınlıklarına rağmen, tenasüp bakımından mükemmel, gayet metin ve azametlidirler. Mustafa İzzet Efendi’nin Ayasofya’daki levhaları ve kubbe yazısı, onca büyüklüklerine rağmen, mekânla büyük bir uyum içindedir. Özellikle levhalar, mekân içerisinde kolye gibi asılı durmaktadır.3

SULTANAHMET’E KONULACAKTI!

Ayasofya’nın, 1 Şubat 1935’te müzeye çevrilmesi üzerine, içeride bulunan eşya ile halılar ve levhalar kaldırıldı. Bunun ardından, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı celî levhaların indirilmesi için de bir arzu belirdi. Bu düşünce bir gerekçe de bulmuştu: “Levhalar mimarîyi bozuyor!” Bu temelsiz iddia ile duvarda asılı bulunan İsm-i Celâl, İsm-i Nebevî, Hulefâ-i Râşidin, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin levhaları asılı bulundukları yerden indirildiler.

23 Şubat 1935’te, İstanbul Müzeler Genel Müdürü Aziz OGAN’ın, levhaların kaldırılmasıyla ilgili Millî Eğitim Bakanlığı’na gönderdiği yazıda şöyle deniliyordu:

“Ayasofya Müzesi’ndeki Hattat Mustafa İzzet tarafından yazılmış büyük levhalar, İstanbul Evkaf Müdürlüğü tarafından ehline indirtilmiştir. Evkaf İdaresi’nce, kapılardan geçirilmesi kābil olmayan bu levhaların, sökülüp çıkarıldıktan sonra eski hâline getirilerek Sultanahmet Camii’ne konulması kararlaştırılmış ise de, 7,5-8 metre çapında olan bu levhaların Ayasofya’dan çok küçük olan Sultanahmet Camii’ni kapatacağı ve güzelliğini örteceği şüphesizdir.”

1939’da, bu karardan dört yıl sonra, Remzi Oğuz ARIK başkanlığında toplanan bir komisyon, -Aziz OGAN’a rağmen- levhaların eşsiz birer Osmanlı eseri olduğu, uzaktan görülmek üzere yapıldığı ve Ayasofya’nın nispetleri gözetilerek yazıldıkları için, başka yerde teşhirlerinin mümkün olmadığı, bu sebeple eski yerlerine konmasına karar verdi. Ne var ki ödenek verilmediği için, bu karar 22 Ocak 1949’da, ancak on yıl sonra uygulanabildi!

LEVHALAR YERLERDE SÜRÜKLENİYOR

Kaldırılan levhalar, Ayasofya’nın hünkâr mahfili tarafındaki köşesine (sol tarafta karanlık bir köşeye) üst üste istif edilerek, rutubet ve havasızlık içinde çürümeye terk edildi.

Şair ve yazar İbrahim Alâeddin GÖVSA, 25 Ocak 1949’da Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan «Ayasofya Levhaları» isimli makalesinde, duygularını şu sözlerle ifade eder:

“Ayasofya’nın müze hâline konulması sırasında, her biri nefis bir Türk eseri olan muazzam levhaların da yere indirilmiş olduğunu görerek üzülmüştüm. Binanın bir zamanlar Hıristiyan mabedi olduğunu gös- teren resimlerin ve haçların muhafazası nasıl tabiî ise, Türk ve İslâm mabedi sıfatıyla taşıdığı hâtıraları da olduğu gibi muhafaza etmek öylece zarurî değil miydi?

On sene kadar önce Maarif Başmüfettişi sıfatıyla müzeye ait bir meseleyi tahkik ederken, levhaların duvar kenarlarında ve âdî tahta iskelelere iliştirilmiş olarak sürüklendiklerini gördüm. Levhalar yerlerindeyken, kapıdan çıkıp çıkmayacaklarını ölçmek mümkün iken, teşebbüsün gayet cahilâne bir hoyratlıkla yapılmış olması; sonra da kapıdan çıkarabilmek için, arkaları alçılı olan kalın mukavvaları bükmek sûretiyle bir tanesinin kırılmış olduğunu müşahede ettim. Meseleye dair o zaman Maarif Vekilliği’ne verdiğim rapor çok etraflı ve delillere müstenit idi.

Geçen gün hayretlere düşerek ve ta içimden yanarak öğrendim ki, o nefis levhalar hâlâ yerlerde sürüklenmektedir ve kararlaştırılmış olmakla beraber onları yerine asmak imkânı el-an bulunulamamıştır.”4

HAİNCE TERTİPLERİN TAKİPÇİSİ OLDUM!

Levhalar konusunda sanat tarihçisi İbrahim Hakkı KONYALI şöyle der:

“Güzel bir tesadüf diyelim. Bu levhalar mabedin kapılarından çıkmadı. Ben hâdiseleri, haince yapılan tertipleri günü gününe takip ettim. Levhaları çerçevelerden çıkarmak istediler. Kırılacaklarını, çatlayacaklarını ileri sürerek, bu cinayetleri işlemelerine mânî oldum.”5 ***

Ayasofya’da mozaik araştırması yapması için izin verilen Amerikalı müsteşrik Thomas WHITTEMORE, yapıdaki bir takım mozaik panolarını ortaya çıkardıktan sonra, kubbenin göbeğinde yazılı bulunan Nur Sûresi’nin 35’inci âyetini de kazıyıp, altında bulunması muhtemel mozaikleri araştırmak istediyse de buna müsaade edilmedi. Böylece, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin nefis istifi de yok edilmekten kurtuldu.

«PARA YOK, OLSA ASARIM!»

Edebiyat tarihçisi, araştırmacı İbnülemin Mahmut Kemal İNAL Bey, levhaların asılması konusunu şöyle anlatıyor:

“İsm-i Celâl’i, ism-i Nebevî’yi, esâmi-i Çâr-yâr (dört halîfenin isimlerini) ve Haseneyn’i ihtiva eden bu elvah-ı celîle, bir takım kıymet bilmez eşhas tarafından indirilip bir kenara konulmuş ve bazılarının bazı yerleri zedelenmişti. Bu hâl, bizimle beraber diğer erbâb-ı îmânı dâğ-dâr ettiğinden tekrar asılması için uğraştıksa da muvaffak olamamıştık.

Nihayet Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer RAMAZANOĞLU’nu teşvik ve teşcî ettiğimde: «Para yok, olsa asarım!» demişti. Öteden beri bu işe sarf-ı zihin eden (kafa yoran) yüksek mühendis Ekrem Hakkı ve tüccardan Nazif Beyler, icap eden parayı hibeten lillâh (Allah rızâsı için karşılıksız olarak) verdiler. Ekrem Bey’in nezareti altında levhalar tamir edildi; yine o zât-ı ekremin (cömert şahsın) himmetiyle (yardımıyla), 22 Ocak 1949’da elvâh-ı şerîfe (şerefli levhalar) yerlerine asıldı. Ekrem, beni alıp götürdü. Levhaları mahall-i kadîminde görünce ağlamaya başladım. Cenâb-ı Ekramü’l-Ekremîn’e hamd ü senâ ve Nazif ile Muzaffer’e teşekkür ve dua ettim.”
1 Yapılışından iki yıl sonra, 557 yılındaki bir depremde kubbenin doğu kısmı çöktü. Bundan beş yıl sonra, 24 Aralık 562’de, kubbe biraz daha yükseltilerek, Ayasofya Kilisesi’nin dördüncü resmî açılışı yapıldı.
2 Üç Devirde Bir Mabed, Ayasofya, Prof. A. AKGÜNDÜZ-Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK, İstanbul 2005, s. 510.
3 A.g.e., s. 511.
4 Türk Dünyası Tarih Dergisi, (Ayasofya Levhalarının Hikâyesi), Erdem YÜCEL, 1990, S. 45, Sf. 45-48
5 İ. Hakkı KONYALI, Tarih Sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi 2 Ekim 1974.
6 Üç Devirde Bir Mabed; Ayasofya, Prof. A. AKGÜNDÜZ-Doç. Dr. Sait ÖZTÜRK, İstanbul