Yöneticilik Bir Sanattır

Ayla AĞABEGÜM

Yönetici dediğimizde aklımıza devlet başkanları, bakanlar, milletvekilleri gelir. Oysa yaşayan her fert bir yöneticidir. Aile içinde evin büyükleri, anne ve babalar aileyi yönetir. Ailedeki çocuklar ve gençler de farkına varmadan aile büyüklerini yönetirler. Duygularını, heyecanlarını, isteklerini; büyüklerini kırmadan uygun zamanı seçerek söylemeleri yavaş yavaş insanları yönetmenin ilk provalarıdır. Arkadaşlarıyla ilişkilerinde uyumlu olanlar, diğerleri farkına varmadan sözlerini dinletirler. «Aile reisi benim!» diyen sert bir babayı, hırçın çocukları; akıllı, sabırlı bir anne farkına varılmadan yönetmektedir.

Yöneticilik sanatını bilmeyen bir müdürü; akıllı yardımcılar, öğretmenler yönetirler. Eğer yardımcılar, öğretmenler bilgisiz ve dürüstlükten uzak iseler, okul eğitim yuvası olmaktan çıkar. Bu düşünceme katılmayanların çoğunlukta olacağını düşünmeme rağmen fikrimde ısrar ediyorum. Belki yaşadığım bir örnek düşüncelerimi açıklamama yardımcı olacaktır.

Öğretmenliğimin ilk yıllarında, müdür yardımcılığı görevini de yürütüyordum. Yeni gelen müdürümüz, birkaç arkadaşıyla beraber keyfî yönetime başlamıştı. Haksızlıklar, adam kayırmalar, yolsuzluklar artmaya başladığında, durumu anlatmaya çalıştım. Her şeye rağmen beni idarecilikten ayırmak istemiyordu, sonunda ayrıldım. Bir öğretmen olarak da o okulda görev yapmak suça ortak olmak gibi geliyordu. İstanbul Millî Eğitim Müdürü’ne bir mektup yazdım ve durumu anlattım. Hemşehrisi olduğu için yazıyı almamış gibi davrandı. Bir süre sonra Millî Eğitim Bakanı’na yazdığım bir şikâyet mektubunun sonunda «anlattığım konuları müfettiş gelirse, açıklamaya hazırım» demiş, inceleme yapılmayacaksa, tayinimin bir başka okula yapılmasını istemiştim. Bakanın kendi el yazısıyla gönderdiği bir mektupta: «Derslerinize devam ediniz, müfettiş gelecektir.» deniyordu. Şiddetli bir grip olmuştum, birkaç gün raporluydum. Gazetede müdürün tayin haberini okudum. Bana bile sormaya lüzum görmeden müfettiş, raporunu vermiş, müdürün okuldaki görevine son verilmişti.

Bu hâtıram bana, bir devrin bakanlarının, müfettişlerinin görevleri konusundaki hassasiyetlerinin örneğidir. Benim şikâyet mektubum, öğretmen olurken dürüst olacağıma dair kendime verdiğim sözün uygulamasıdır. Bu sözü kendime vermeden önce Allâh’a vermiştim. Allâh’a söz vermişsek içimizde «ya bu okuldan alırlarsa ya Anadolu’ya sürerlerse, evim var, rahatım yerinde öyleyse susayım.» korkuları ve tedirginlikleri olmayacaktır. (Anadolu’nun bir sürgün yeri olması zihniyeti bugün bazı bölgelerin halkının tedirginlikler içinde yaşıyor olmasına sebep olmuştur. Bu konu üzerinde bir başka yazımda durmak isterim.)

Sonuç, her kuruluşa iyi bir idareci gönderememiş olsak da, yetiştireceğimiz dürüst insanlar oraların bozulmasına engel olacaklardır.

İdarecilik bir sanattır, dedik. Sanatkâr olmak için, o konuda yıllarını vermek gerekir. Sanatkârların hayatlarını incelersek bir günde sanatkâr olunmadığını görürüz. İdarecilik bir sanattır, diyorsak, bir günde verdiğimiz oylarla; «Demokrasi adına milletvekillerini seçiyoruz. Sonra meclis kuruluyor. Reis-i cumhur, başbakan, bakanlar seçilecek…» Bizim oylarımız diyoruz, seçim listelerini kim hazırladı? Delegeler ve sonunda parti başkanının «evet» dediği bir liste. «Verdiğim oy benim mi?» değil. Ben A partisinde olumsuz isimleri çizip, B partisindeki seçtiklerimi yazma hakkına sahip değilsem demokrasinin bana verdiği hakları kullanmış olabilir miyim? Bütün bu düşündüğüm tedirginlikleri yaşamamam için seçtiğim milletvekillerinin seminerlerle bir devirde yazılan siyaset-nâmeleri, Mevlânâ’yı, Yunus’u ve diğer tasavvuf erbabının eserlerini okumalarını isterdim.

Siyaset-nâmeler; edebiyatımızda yöneticilik sanatıyla ilgili bilgilerin anlatıldığı eserlerdir. Çoğu zaman da devlet adamlarının isteğiyle yazılır. Öğütler, ahlâkî ve dinî temeller üzerine örneklerle verilir. Konular ise bilgi, adalet, kanaat, cimrilik, cömertlik, dürüstlük… bölümlerini ihtiva eder. Siyaset-nâmeler idealize etmek yerine, ideal olanı yaşatmak için verilen bilgilerdir.

Koçibey Risâlesi’nde Osmanlı Devleti’nin genişleme sebepleri üzerinde durulur. Devleti idare edenlerin içlerinde; şöhret, yükselme, ihtişamlı yaşama tutkularının olmaması gösterilir. Bu tutkuların sarhoşluğu idarecileri dürüstlükten, adaletten uzaklaştırır.

İlâhî-nâmede Hazret-i Süleyman ve evi bu arada geçen muhavereler anlatılır. Sultanlığın esası, kudretin sermayesi «kanaat» olarak gösterilir. Kanaatin esası yokluktur. Padişahlık, yoklukla övünmektir. Cihan saltanatı yoklukla olabilir. Hazret-i Süleyman çok zengin olduğu hâlde, zembil örmekle geçinirdi.

Nizâmü’l-mülk ise siyaset-nâmesinde devlet idaresine atanan kişilerin bilgisiz, faziletsiz, asil olmayan kişiler olduğunu oysa bilgili, faziletli, dürüst kişilerin iş bulamadıklarını belirtir.

Rahmetli Cemil MERİÇ, Türk Edebiyatı Vakfı’nda yaptığı bir sohbette şunları anlatmıştı:

“İlk siyaset-nâme Hazret-i İsa’dan bin yıl önce yazılmıştır ve Asya’nın siyasî düşüncesinin temeli olmuştur: Kelile ve Dimne. Yani batı, Asya düşüncesinin tesiri altında gelişmiştir. Kutadgu Bilig de önemli bir eserdir. Batıyla doğu arasında şu fark vardır: Doğuda hikmet-i ameliye başlığı altında toplanan edebiyat nevîleri çoktur. Hepsinin de temelinde ahlâk vardır, yani mükemmel insan vardır. Biz ahlâklı bir kavmiz, biz Müslüman’ız. Müslümanlıkta önce ahlâk vardır, önce din vardır. Batının siyaset-nâmelerinde böyle bir kayıt yoktur. Bu siyaset-nâmeler soğukkanlı, kalbi ve rûhu bir yana bırakıp, insanı bir hekim soğukkanlılığıyla incelemeye çalışır. İnsanı zaaflarıyla ele alan batılılarınkiler arasında bir fark vardır, kitaptır, sanat değildir. Bizde bütün siyaset-nâmeler; «Mükemmel insan nasıl yetiştirilir, cemiyet nasıl refaha kavuşturulur?..» gibi bir gayeye dayanır, normatiftir. Tabiî Hint’te bu yoktur, Kelile ve Dimne’nin ahlâkı çırılçıplak bir ahlâktır. Bizdeki Kutadgu Bilig mevzundur, çok okunmuştur. İnsanın nasıl idare edileceği anlatılır.”

Bu açıklamalardan sonra şu soruyu sorabiliriz: “Bizi idare edenler siyaset-nâmeleri okudular mı, kaç tanesinin ismini sayabilirler? Bir anket yapılsa kaç milletvekili -değil siyaset-nâmelerin isimlerini- siyâset-nâme türünü anlatabilir?”

Kutadgu Bilig, Yusuf Has-Hâcib tarafından yazılmıştır. Tavgaç Buğra Han’a hediye edilmiştir. Buğra Han, müellifin değerini takdir ederek onu yükseltmiş «Has-Hâciblik» unvanını vermiştir. Eserin mânâsı «Saadet veren bilgi»dir. Eserde hükümdar (Kün-Toğdu) doğruluğu; vezir (Ay-Toğdu) adalet, vezirin oğlu (Öğdülmüş) aklı, vezirin kardeşi (Ödgürmüş) kanaati temsil eder.

Ay-Toğdu hükümdara: “Yoktan var olan her şey tekrar yok olacaktır. / Yaratan Tanrı ne isterse onu yapar. / Bu hayat dediğin yel gibi geçer, tutmak olmaz kaçar, onu kim bulabilir? / Bu saadete güvenme geldiği gibi gider, bu devlete güvenme verdiği gibi alır.” der.

Mısralar üzerinde düşünen yöneticiler, kendini yanıltan danışmanlarına, dalkavuk çevresine «hayır» demesini bilecektir. Hükümdar bir bölümde: “Âlim, benim tabiatımı güneşe benzeterek bu adı verdi. Güneşe bak küçülmez. / Bütünlüğünü daima muhafaza eder. Parlaklığı aynı şekilde kuvvetlidir. / Benim tabiatım da ona benzer, doğruluk ile doludur ve hiçbir vakit eksilmez. / İkincisi, güneş doğar bu dünya aydınlanır. Aydınlığını bütün halka eriştirir, kendinden bir şey eksilmez. / Benim de hükmüm böyledir, ben ortadan kaybolmam. Hareketim ve sözüm bütün halk için aynıdır.” der.

Doğrulukla, adaletle, cömertlikle, halka hizmet edenler, idarecilikten ayrıldıkları zaman da unutulmazlar, yaptıkları güzel işler yaşar. Eserin bir başka yerinde: “Menfaat gözetmeyen dost, ahbap, arkadaş edinmeye çalış. Onlara inan ve kaygısız yaşa.” öğüdü verilmektedir. Günümüz idarecilerine: “Menfaat için yanınızda olmayan, dürüst danışmanlarınız olmalı. Aksi hâlde sizi yanıltırlar, kaygılardan, vehimlerden kurtulmak için seçim önemlidir.” mesajı verilmektedir.

İmâm-ı Gazalî’nin «Devlet Başkanlarına Nasihatler»i de idarecilerin bir başucu kitabı olmalıdır. “Dünya bâkî olmayan bir altın testi, âhiret toprak testi olsa, akıl bâkî olan bu toprak testiyi seçer. Hâlbuki dünya bâkî değil, bâkî olmayan bir toprak testi, âhiret ise hiç kırılmayan ebediyen bâkî kalan bir altın testidir. Binaenaleyh artık dünyayı seçen kimse nasıl akıllılardan sayılır? Bu benzetmeyi iyi düşünün ve göz önünde bulundurun. Bugün ise durum öyle bir hâle gelmiş ki; bir saat adalet altmış yıl ibadetten daha üstündür. Bu mecliste övgüde bulunmak da riyakârlıktan uzak kalamaz. Çünkü güneşin yükseklik ve aydınlığına parmakla işaret edildiğinden övgüden uzaktır. Güzellik, son dereceye erişince sitayişkârların pazarlığını kırar. Biliniz ki, sizin bu Horasan melikinden başka, bütün yer ve gökler mülkü olan diğer bir melikiniz var. Yarın kıyâmette herkesi siyaset meydanına çekecek ve size diyecek ki, benim gerçek nimetimi nasıl yerine getirdiniz? Hükümdarların gönülleri Allâh’ın hazineleridir. Şefkat, azap ve cezaya dair dünyada her ne meydana gelirse, hükümdarların gönülleri vasıtasıyladır. Kendi hazinelerimi size ısmarladım, sizin dilinizi onların kilidi yaptım, korudunuz mu, yoksa emanete hıyanet mi ettiniz?”

Bu bölümleri okuyan idareci her biri üzerinde düşünecektir. Mesele okuyup, düşünen idarecileri bulmak ve yetiştirmekte. Siyaset-nâmeler yalnız devleti yönetene değil, bizlere de ilham kaynağı olmalıdır. Hepimiz birilerini idare ediyoruz. Okuyan eğitimci ise, anlatılan evsafa uygun olarak gençleri yetiştirmek, vakıf yöneticisi ise verdiği bursların kaliteli olan öğrencilere verilmesini sağlamak, onların ahlâkî eğitimine de katkıda bulunmak durumundadır. «Burslar karşılıksızdır.» deniyor, oysa karşılıklı olmalı. Karşılık olarak seçtiği branşın dışında kitap okumak, bir sanat dalıyla ilgilenmek, dilimizi doğru konuşmasını ve etkili konuşmayı öğretecek seminerlere katılmak olmalı. Üniversite dönemi branşın dışında da eğitimin olduğu bir dönem olmalıdır. Bu gençler sadece fakülteden mezun olarak hayata atıldıkları zaman, yaptıkları yanlışlarla ferdin ve cemiyetin hayatını perişan ediyorlar. Devlet ve belediyenin bursları da aynı. Bir eğitim seferberliğiyle insanımız düzelebilir. Bu seferberliğin içinde hepimiz sorumluluğumuz üzerinde düşünmeliyiz. Yetiştirmediğimiz idarecilerden şikâyet etmeye hakkımız var mı?

Günümüzde yapılan yanlışlara karşı ilim adamlarının ortak tavrı neden yok? Mânevî iklimimizin ilham kaynağı olan büyüklerimizin ferdî veya ortak bir tavrı olamaz mı? Siyasîler yalnız oy zamanı mı onları ziyaret edecek? Diğer zamanlarda onların varlığını dua etmeleri için mi hatırlayacaklar? «Yaptıklarımızı nasıl buluyorsunuz?» diye sormaları gerekmez mi?

Bir ticaret adamı olsaydım veya bir vakfın başkanı olsaydım, seçimlerden sonra bütün milletvekillerini tebrik etmek için kart değil yazılmış siyaset-nâme örneklerini hediye olarak gönderirdim.