Rûhî

SABİHA TAK

Bağdatlı Rûhî, Dîvan edebiyatının en zirve şahsiyetlerinin yetiştiği bir dönemde; 16’ncı yüzyılda yaşamış bir şairdir. Babası Kanunî’nin Bağdat’ı fethinden sonra buraya yerleşmiş; Rûhî de Bağdat’ta h. 941 (m. 1534-1535) yılında dünyaya gelmiştir.

Eğitimini Bağdat’ta tamamlamakla beraber birçok Osmanlı paşasının maiyetinde çalıştığı için hayatı boyunca farklı yerlerde bulunmuştur. Zaten şair seyahat etmekten hoşlanmaktadır. Bağdat civarındaki Necef ve Kerbelâ gibi merkezlerden başka Şam, Erzurum, Hicaz ve İstanbul’da bulunmuştur.

Gezmedük yer komayup maşrık u mağrib dimeyüp
Gâh Rûm’a düşelüm gâh ‘Acem geh ‘Arab’a

Hattâ Esrar Dede, tezkiresinde onun, Mevlevî olduğunu, İstanbul’da Galata Mevlevîhanesinde bir müddet oturduğunu, daha sonra Konya’ya giderek Hazret-i Mevlânâ’nın türbesini ziyaret ettiğini belirtmektedir.

Rûhî;

Mezhebiyle biz İmâm-ı A’zam’ı fahr eylerüz
Kim mezâhibde o mezhebdür «Huden li’l-muttakîn»

diyerek tereddüde yer bırakmayacak şekilde mezhebini ortaya koyar.

Şair hacca gittikten sonra dönüşte Şam’a yerleşmiş ve kaynakların belirttiğine göre ömrünün sonuna kadar orada yaşamıştır. Vefat tarihi ise h. 1014’tür. (Şam, m. 1605-1606)

Şairin bilinen tek eseri Türkçe dîvânıdır. Pek çok kütüphanede yazma nüshası bulunan bu eserin ilk neşri Arap harfleriyle İstanbul’da yapılmıştır. Eserin ilmî neşri ise Prof. Dr. Coşkun AK tarafından hazırlanmıştır.

Bağdatlı Rûhî’nin şiirlerinde âşıkāne ve rindâne konuları işlediği görülmektedir. Onun tanınmasını sağlayan yönü, sosyal konulara karşı olan ilgisidir. Asıl şöhretini sağlayan terkîb-i bendinde toplumda görülen aksaklıkları, düzensizlikleri, insan davranışlarını nükteli ve yergili bir üslûpla anlatmaktadır.

Rûhî, terkîb-i bendinin 4’üncü bendine softalarla alay ederek rindâne bir edâ ile başlar. Bu matla‘ beyt şöyledir:

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der
Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der

“Ham sofuya bak ki, yol gösterici olmak istiyor. Bu, dün okula başladığı hâlde bugün bilgin olmak isteyene benziyor.”

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, 16’ncı yüzyılın bu önemli şairi ile ilgili bir eser (Eylül 2001) hazırlamıştır.

Bu eser şairin hayatını, eserlerini ve edebî şahsiyetini kısaca anlatan bir bölümle başlamaktadır.

Daha sonra ise dîvânından seçilmiş bazı şiirler ve açıklamalarını ihtiva etmektedir. Bu şiirlerden ilki Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan terkîb-i bendine ayrılmıştır.

Terkîb-i bend,

Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestüz
Biz ehl-i harâbâtdanuz mest-i elestüz

matla‘ beytiyle başlar.

“Bizi üzüm şarabı ile sarhoş oldu sanmayın. Biz elest meclisinde sarhoş olmuş meyhane ehliyiz.”

Elest: Allah bütün ruhları yarattığında, daha yeryüzüne göndermeden evvel onlara: “Elestü bi-rabbiküm: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, onlar da cevap olarak: “Belâ: Evet sen bizim Rabbimizsin.” demişlerdir. A’râf Sûresi’nin 171’inci âyetinde bu konu beyan edilmektedir. Ruhların verdiği cevap aynı zamanda Allâh’a söz verme anlamı taşımaktadır. Daha sonraları ruhların toplandığı bu meclis, «Elestü»den dolayı «bezm-i elest» olarak anılmıştır. Edebiyatta en eski meclis olarak çok kullanılmasından dolayı o, bezm-i ezel olarak da bilinir.*

Bağdatlı Rûhî, bu beytiyle, dîvan edebiyatında kullanılan, sâkî, şarap, meyhane, mest, sarhoş ve benzerleri kavramların tasavvufî birer mazmun olduklarını açıkça beyan etmiştir. Mazmunların bu özellikleri bilinmediğinde, yanlış anlaşılmaların olması kaçınılmazdır.

Rûhî; Mevlânâ ve Yunus Emre gibi bir mutasavvıf değildir. Şiirlerinde görülen tasavvufî remizler ise, ilâhî aşkın vahdet ve kesret meselelerinin, onun şiirlerinin dokusuna işlenmiş olmasından başka bir şey değildir.

Eserde daha sonra iki rubâî ile otuz bir gazel günümüz Türkçesiyle beraber okuyucuya sunulmuştur. Nihat hoca eserin sonuna ise şiirlerde geçen bazı ibareleri açıklamak üzere kısa bir ansiklopedik lügatçe eklemiştir.

Marmara Üniversitesinde 1999 yılında tamamladığım yüksek lisans çalışmamda danışman hocam olan, talebesi olmakla kendimi bahtiyar addettiğim Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, çalışkanlığı yanında son yıllarda neşrettiği eserlerle de dikkat çekmektedir. Aynı bölümde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Sebahat DENİZ ile beraber Klâsik Türk Edebiyatı’nın unutulmayan hocalarından Mevlânâ torunlarından merhum Prof. Dr. Âmil ÇELEBİOĞLU’nun eserlerini tekrar neşre hazırlamak konusundaki gayretleri, örnek olması gereken bir vefa tablosudur.

1990 yılında hac farizasını yerine getirirken tünel kazasında vefat eden üstad Âmil ÇELEBİOĞLU’nun eserleri ne zamandır neşredilmeyi bekliyordu. Hoca’nın uzun mesaîler harcayarak hazırladığı Nahîfî/Mesnevî-i Şerif Şerhi (Manzum Nahîfî Tercümesi), Sebahat Hanım ve Nihat Bey’in gayretiyle tekrar hazırlanmış, altı cilt olarak Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında neşredilmiştir. (İstanbul 2000)

Ve 2007 Mevlânâ yılı.

2007’de yayınlanan Mevlânâ kitapları arasında en önemlisi olan «Mesnevî-i Şerif» Nihat hoca tarafından bu yaz yayına hazırlandı. 18’inci yüzyılın önemli şairlerinden Süleyman Nahîfî’nin (v.1151 h./ 1739 m.) aynı aruz vezniyle manzum tercümesini, merhum Âmil ÇELEBİOĞLU 1967’de sadeleştirerek aslıyla beraber yayınlamıştı. Bu yaz Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK merhum Âmil ÇELEBİOĞLU’nun sadeleştirdiği Mesnevî’yi 40 yıl sonra yeniden yayına hazırladı. Bu eser Timaş Yayınları arasında çıktı.

Bağdatlı Rûhî’yi ve Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK hocamın Rûhî hakkındaki çalışmasını kısaca tanıtmak amaçlı bu yazı vesilesiyle kendilerine Türk kültürü adına teşekkür etmek isterim.

Kaynak: Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Rûhî, Timaş Yayınları Dîvan Edebiyatı (Serisi) 10, İst., 2001, 133 s.

* Bkz. Lügatçe: Prof. Dr. Nihat Öztoprak, Rûhî, ilgili beytin dipnotu