Nefse Bekçi Olmak!

Doç. Dr. ÖMER ÇELİK

Bir nimetin zâyî olmasını engellemek ve ondan istifade edebilmek için başında bekçi olmak gerekir.

Baba, ailenin bekçisidir. Hanımının, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılar. Onların faydasına olan her şeyi elde etmeye, zararlı şeylerden de onları bütün gücüyle korumaya çalışır.

Peygamber Efendimiz:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden mes’ulsünüz. Âmir, memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır…” buyurur. (Buhârî, Cuma 11; Müslim, İmâre 20)

Askerler vatanın bekçileridir. Onlar olmadan evimizde rahat oturamaz, sokakta rahat yürüyemez, maîşetimizi emniyet içinde temin edemeyiz. Canlarını siper ederek hem vatanı hem de bizleri korurlar. Allah Rasûlü’nden bunlara da büyük müjdeler vardır:

“Kim Allah yolunda bir gün-bir gece nöbet beklerse, bu, (sevap bakımından) tamamı oruçla ve namazla ihya edilmiş bir aya denktir.” (Müslim, İmâre 163)

“Allah yolunda bir gün karakol beklemek, dünya ve içinde olanlardan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihad 73)

Nefis (can) da, terbiye etmek, korumak ve kollamak üzere Allâh’ın her bir kuluna verdiği mühim bir emanettir. Dolayısıyla her insan, kendi nefsinin bekçisidir. Onu zararlı şeylerden korumak, ona faydalı şeyleri öğretip tatbik ettirmek için tıpkı bir annenin çocuğunu terbiye ettiği gibi onu terbiye etmesi, başında nöbet tutması ve üzerine bekçi olması gerekir.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Ey îman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.” (Âl-i İmran, 3/200)

Bu âyet-i kerîmede başarının dört temel esasının öğretildiği görülür:

1. Sabretmesini bilmek,

2. Sebat göstermek yani daha ileri derecede bir sabra sahip olmak,

3. Ribât; her halimizle iç ve dıştaki düşmanlara karşı cihada hazır olmak,

4. Allah’tan korkmak.

Burada düşmana karşı hazır olmak, tetikte olmak, her an uyanık olmak mânâsında; «Râbitû!» emri gelmektedir. «Ribat» da bu köktendir. Bu kelimeye; «düşmana yakın yerlerde, düşmanınızı gözetleyerek kendinizi ve atlarınızı hazır tutun. Bununla birlikte nefislerinizi de tâatlere hazır bulundurun.» mânâsı verilmiştir. Dolayısıyla burada iki boyutlu bir hazırlık ve uyanıklık söz konusudur:

Dıştaki düşmana karşı cihada hazır bulunmak,

İçteki düşmana karşı hep tetikte olmak.

İçteki düşmanın dıştakinden daha yaman olduğu bir hakikattir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Şüphesiz ki nefis, kötülüğü çok çok emredicidir.” (Yusuf , 12/53).

Kur’ân-ı Kerim, önce sâlih zâtlar iken nefislerine tâbî olmaları sebebiyle perişan olan Kārun’u (bkz. Kasas, 28/76-82) ve Bel’am bin Baura’yı (bkz. A’râf, 7/175-177) örnek verir. Bu sebeple böyle amansız bir düşmanla cihad; «En büyük cihad» olarak isimlendirilmiştir.

Dolayısıyla en mühim işlerimizden biri, içimizde azgın bir at gibi şahlanmaya hazır bekleyen ve zehirli bir yılan gibi kıvrılıp yatmakta olan o nefis canavarını, kötü sıfatlarından temizlemek ve ibadete alıştırmak için ona rıfkla bekçilik yapmaktır. Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Size, Allâh’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?” buyurdular. Ashab:

“–Evet, yâ Rasûlâllah! dediklerinde Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur.” buyurdular. (Müslim, Tahâret 41; Tirmizî, Tahâret 39)

Nefisle cihad da bir nevî düşmana karşı nöbet tutmaya benzer. Dolayısıyla bu hadîs-i şerifte sayılan hususlar nefisle cihadın önemli unsurlarıdır. Çünkü sevapların ve mânevî derecelerin nefsi koruyup murâkabe altında tutmada ve onu tâat ve ibadetlerle meşgul etmede büyük bir tesiri vardır.

Bu bakımdan nefse bekçi olmak için:

1. Tâatlerin, ibadetlerin, her türlü ilâhî emri yerine getirmenin sıkıntı ve zorluklarına sabretmek,

2. Alışkanlıkları, özellikle yasak ve mânâsız olan tutum ve davranışları terk etme hususunda nefse karşı direnebilmek,

3. Şerîat, tarîkat ve hakikat diye gittikçe incelen mânevî yolda yürüyebilmek için gönül dünyasını Allah Teâlâ’ya yüz akıyla sunabilecek bir duruma getirmek gerekir.

Kötü huyların nefsi terk edip gitmesi ve onun sabır, sebat, gayret gibi iyi sıfatlara dönüşebilmesi için hayat boyu bir çalışma ve mücâhede hâlinde olmak gereklidir. Bu mücâhedenin en belirgin örneği ise, hem cihad hem de ibadete daima hazır bulunmaktır.

Anlatıldığına göre, sâlih zâtlardan biri, her gece Kur’ân-ı Kerîm’i hatmeder ve yorulacak derecede ibadet yapardı. Ona:

“Nefsini çok yoruyorsun; onu meşakkatlere dûçâr ediyorsun.” denince bu zât dünya hayatı ile âhiret hayatını kıyaslayarak şöyle derdi:

“Bir insan dünyanın şu ömrü kadar yaşayabilse, bu uzun kıyâmet günü için gayretle ibadet etmesi gerekirdi. Çünkü bu hayattaki ibadet yorgunluğu, kıyâmet gününün dehşetine nispetle çok daha kolaydır.”

Eğer dünyada lüzumlu lüzumsuz bekçiliklerle uğraşır, esas bekçilik vazifemizi yapmazsak «nefis emanetimizi» diğer bir ifadeyle «can kuşumuzu» «ateş mahkûmu» yapabiliriz. Eğer bu vazifemizi başarıyla yapabilirsek onu «cennet bülbülü» hâline getirebiliriz. Bunu için de büyüklerin ve Allah dostlarının nefislerine bekçi olmalarını ve onunla mücadelelerini örnek almamız, onların yolundan gitmemiz gerekir.

Şâh-ı Nakşibend -rahmetullâhi aleyh- buyurur: “Otuz yıl kalbimin kapısında bekçi oldum. Oraya Allah’tan başka ve O’nun râzı olmayacağı hiçbir düşünceyi, havâtırı sokmadım.”

O hâlde nefsimize sağlam bir bekçi olmak için:

Gözümüzü harama bakmaktan,

Kulağımızı haramı dinlemekten,

Dilimizi yalan ve gıybetten,

Kalbimizi haram düşünce ve duygulardan,

Hâsılı nefsimizi her türlü menfî vasıflardan koruyup;

Onu «mutmainne: İbadet ve zikrin en yüksek seviyede huzurunu duyma» mertebesine,

Oradan râzı olan ve kendisinden râzı olunan kul olarak «İrci‘î: Bana dön!» emrine,

Oradan da Allâh’ın has kulları arasına katılıp cennete girmeye hazırlayacağız.

Hepimize kolaylıklar ve başarılar diliyorum.