Elmas Zannedilen Cam Kırıkları

NACİ ÖZTÜRK

Sultan Mahmud Gaznevî, bir savaş sonunda kıymetli bir elmas taşı ganimet olarak ele geçirir. Sonra taşı etrafındaki vezirlerinden birine vererek der ki:

“–Şu taşı al, kır! Parçala!”

O vezir der ki:

“–Sultanım, bu çok kıymetli bir taş, bu bir elmas, ben bunu nasıl parçalarım?”

Sultan nadide elması diğer bir vezirine verir:

“–Şu taşı al, parçala!”

O da şöyle der:

“–Bunu ben de parçalayamam. Sultanım, bu çok kıymetli bir taş…”

Vezirler bu sorunun imtihan için sorulduğunu düşünerek, güya sultana yaranmaya çalışmaktaydılar. Herkes taşın kıymetinden dem vurarak taşı kırmaktan çekindiğini beyan eder. Sultan son olarak çok sevip iltifat ettiği bu sebeple diğerleri tarafından kıskanılan has adamına verir taşı. Ona da:

“–Şu taşı parçala!” der. Sultanın has adamı emri alır almaz, elması eline alır ve parça parça eder. Bu gence kıskançlık besleyen huzurdakiler hayret ve tecessüsle olan biteni izlemeye koyulurlar. Sultan Mahmud:

“–Ne yaptın? Çok kıymetli bir taşı parça parça ettin…” sözüne şu cevabı alır:

“–Sultanım, sizin kalbinizi kıracağıma ben taşı kırarım. Siz, bana bunu kırmamı emrettiniz, sizi kırmayıp kırdım. Bunun dünyevî değeri olabilir fakat sizin kalbiniz benim için elmastan, pırlantadan daha kıymetli olduğu için kalbinizi kırmaktansa taşı kırmayı tercih ettim.” der.

İşte bağlılık budur. Devletlerin, idarelerin, cemiyet ve müesseselerin birliğini sağlayacak şey birlik ve beraberlik içinde, başa bağlılıktır, sadâkattir.

Kıssada başka ibretler de vardır. Bir taş için, bir dünya menfaati için, insanların kalbini kırmamak lâzım. Bir taşın etrafında, bir dünya menfaatinin, bir paranın, bir servetin, bir malın, bir makamın etrafında toplanıp da insanların kalbini kıranlar, yarın Allah indinde mes’ul olurlar. Dünya sevgisi insanda öyle yer eder ki, elmasın sahibi; «Al kır!» dediği hâlde karşısındaki o dünyalığa kıyamaz.

Birlik, beraberlik çok mühim. Ülkemiz açısından da birlik ve beraberliğin çok mühim olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Gündelik menfaatlerle değil, uhrevî, hattâ tamamen hasbî tavırlarla kardeşlik bağlarını güçlendirmeliyiz.

Nefsânî isteklerin doğrultusunda hareket edersek; cemaatler dağılır, ülkeler parçalanır neticede insanlık zarar görür. İnsanlığın huzuru için, cemiyet ve müesseselerin huzuru için muhakkak birlik, beraberlik şart. Bu birlik ve beraberlik de lidere bağlılık çerçevesinde olur. Ulü’l-emre itaat ile olur.

İnsan kalbi, dünyadaki pek çok şeyden daha kıymetlidir. Şair diyor ki:

Hor görme derviş fakir, hor görüp kılma nazar
Kalbinin köşesinde Rahmet-i Rahman gezer.

Ufak elmas bir taşın peşinde koştukları için 15 bin kilometreden gelip şurada dibimizdeki insanları öldürüyorlar, yıkıyorlar, kırıyorlar, vuruyorlar. Neden? Sadece o elmas için. «İşte o elmaslar kırılsın ama kalpler kırılmasın.» demeliyiz.

O elmas zannedilen şeyler, hikmet ve ibret nazarıyla bakıldığında cam kırıklarından ibarettir. Üç günlük dünyevî menfaatler sonsuz cennet nimeti ve ebedî azap karşısında nedir ki? Bu dünya geçici, dünya menfaatleri de geçici.

Dünyada Hak Teâlâ her şeye ibret işaretleri serpiştirmiştir. Okuyana her taraf ne ibretler söyler. İşte Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm- da bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu, onun mûcizelerinden biriydi. Rivayete göre baykuşla da şöyle sohbet etmiştir:

“–Niçin buğday yemiyorsun?”

“–Âdem -aleyhisselâm- onun yüzünden cennetten çıktığından.”

“–Niçin su içmezsin?”

“–Nuh -aleyhisselâm-’ın kavmi suda boğulduğu için.”

“–Niçin harabelerde olursun?”

“–Harabeler Allah Teâlâ’nın mirasıdır.”

“–Niçin evlerde ötersin?”

“–İnsanları îkaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken, nasıl gafletle uyurlar, böylesine yazıklar olsun, diye.”

“–Gündüzleri niçin çıkmazsın?”

“–İnsanlar bana zarar verebilirler diye.”

“–Öterken ne dersin?”

“–Tesbih okur, bir de; «Ey gafiller! Çıkacağınız bu uzun sefer için azık hazırlayın.» derim.”

Süleyman -aleyhisselâm- baykuştan daha nasihatçi kuş olmadığını söylemiş.

Bir kuş bize bu nasihatleri yapıyor. Onun için biz de birliğimizin, beraberliğimizin sağlanması, ülkemizde ve dünyada huzurun olması için bütün bu şeylerde kalplerin değil taşların kırılmasına bakacağız, kalplerin kırılmamasına dikkat edeceğiz.

Kıssada geçtiği gibi baykuşlar viranelere konar ve pişmanlığın fayda etmediğini, geç kalındığını haykırırlar. Allah korusun, birlik ve beraberliğin kaybedildiği yerler viraneye, harabeye döner. Yarın geç kaldığımız zaman bir faydası olmaz. Geç kalmamak lâzım. Geç kalınca iş işten geçti mi kıymeti yok.

Yine Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne doksanlık bir ihtiyar geliyor, diyor ki:

“–Ben tevbe edip doğru yola girmek istiyorum.”

Mübarek zât da lâtife yapmak istiyor:

“–Beybaba biraz geç olmadı mı?”

“–Neresi geç ki, ölmeden geldim…”

Biz de ölüm bizi yakalamadan, ölüm ensemize binmeden önce tevbe edelim, birbirimizi sevelim, ülkemizi sevelim, dinimizi sevelim, Allâh’ın emrettiği rızâsı doğrultusunda beraber olalım. Birbirimizi kırmadan, dökmeden birlik ve beraberlik içinde, huzur içinde inşallah bu hayatımızı devam ettirelim.

Allâh’ın huzuruna çıkacağımız zaman da hulûs-i kalple çıkalım ki, Cenâb-ı Hak bize; «Niye tefrika yaptın, niye kardeşlerini kırdın, niye kardeşlerine karşı kibirli davrandın, sadece para her şey demek değildi bunu bilmedin mi?» diye hesap sormasın.

Huzurun, birlik ve beraberliğimizin ezan gibi, bayrak gibi değerlerimizin kıymetini bilelim. Şairin dediğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım:

Adına denilirse bir yerin Türk beldesi,
Gözüm al bayrak arar, kulağım ezan sesi.

Cenâb-ı Hak bize birliğimizi, beraberliğimizi korumayı, rızâsı doğrultusunda hareket etmeyi, ülkemizi, dinimizi, bayrağımızı sevmeyi nasip etsin.