Takvânın Alâmeti

Dr. Âdem AKIN – Muhammed YETİM

VASİYET 18-B

“Kim Allah’tan korkar, sakınırsa, Allah da ona bir çıkış yolu ihsan eder ve hiç hesap etmediği bir taraftan rızıklandırır.” (Talak Sûresi, 2-3)

Takvânın nefiste gerçekleşmesinin alâmeti, takvâ sahibine rızkının hiç ummadığı yerden gelmesidir. Rızık, hesap edilen yerden geliyorsa takvâ ve Allâh’a itimat tam olarak gerçekleşmemiş demektir.

Takvânın anlamlarından biri, kalben sebeplerin tesiri altında kalıp onlara dayanma tehlikesine karşı, Allâh’ın himayesine sığınmaktır. İnsanoğlu, kendi nefsini daha yakından görebildiği için onun nelere güvenip nelerden kalbî olarak sükûn bulduğunu daha iyi bilir.

Buna karşılık kimse çıkıp da şöyle demesin: “Allah Teâlâ, bana ailem için çalışıp çabalamamı emretti ve onların nafakasını benim üstüme yükledi. Bu hâlde ben, Allah Teâlâ’nın, âdetullah gereği kullarını rızıklandırageldiği bu tür sebeplere sarılmak zorundayım.” Bu söz, bizim söylediklerimizi nakzetmez. Çünkü biz, kalbin sebeplere bağlanıp onlar olmadan asla sükûn bulmamasından sakındırıyoruz. Yoksa; «Sakın sebeplerle amel etme!» demiyoruz.

Meselenin bu yönünü kaleme alırken bir müddet uykuya daldım. Sonra kendime geldiğimde (şu meâldeki) iki beyti dilimle tekrarladığımı gördüm. Hâlbuki bu beyitleri ben daha önce hiçbir yerde görüp ezberlemiş değildim:

Yalnızca Allâh’a itimat et, çünkü her iş O’nun elindedir. Bu sebepler, O’nun sadece perdesidir. Sen yalnızca Allah’la beraber bulunmaya bak.

Nefsini kontrol et. Kalbinin, sebeplerin varlığına güvenerek sükûn bulmuş olduğunu görürsen, îmanını sorgula. Bu takdirde bil ki, sen şeksiz-şüphesiz îman etmiş bir adam değilsin. Ancak kalbinin sadece Allah Teâlâ ile sükûn bulduğunu ve belirli bir sebebin varlığı veya yokluğuna eşit gözle baktığını görürsen, o zaman anla ki sen Allâh’a hiçbir şekilde şirk koşmayan hakikî bir îman ehlisin. Ve bu hâlinle sen, az bulunan erlerdensin. Eğer hiç hesaba katmadığın taraflardan rızka nâil oluyorsan, bu durumu takvâ sahiplerinden olduğuna dair ilâhî bir müjde olarak bil.

Bu âyetin sırlarından birisi de şudur:

Allah Teâlâ, mutad olduğu üzere seni kendi servetin ve tasarrufu sana ait bulunan şeylerle rızıklandırdığı hâlde takvâ sahibi olmandır. Demek ki sen her şeye kâfî olan Allâh’ın himayesine sığındın ve böylece hesap etmediğin yerden rızıklandırıldın. Çünkü elinde bulunan şeylere güvenip dayanmadığın hâlde -yani onları hiç hesaba katmadığın hâlde- onlarla rızıklandırılıyorsun. Sahip olduklarından yiyip-içmen durumunda da bu böyledir. Bunu iyi kavra. İşte bu, ancak kalplerini ve batınî hâllerini sürekli sorgulayıp duran murakabe ehlinin anlayabileceği pek ince bir noktadır.

Allah’tan başkasının himayesini kabul etmemek, kulun, itimadı sadece Allâh’a has kılıp sebeplere asla dayanmamasını sağlar. İşte âyette geçen “… Allah da ona bir çıkış yolu ihsan eder…” kavl-i ilâhîsinin mânâsı budur. İşte bu, âyette takvâ denilen çıkış kapısıdır; işte bu, Allâh’ın, kuluna tavsiye ettiği ve keyfiyetini bildirdiği hakikattir.