Söze Can Vermek

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Bir aşk ve ıstırap şairi olarak bilinen Fuzûlî’nin şiirleri incelendiğinde öyle hikmetli beyitlerle karşılaşılır ki insan bir an; “Yoksa elimdeki eser Nâbî Dîvânı mı?” diye tereddüde düşer. Onun «söz» redifli gazelinde geçen şu beytini okuyunca sanırım bana hak vereceksiniz:

Ver söze ihyâ ki tuttukta seni hâb-ı ecel
Ede her sâat seni ol uykudan bîdâr söz.

Fuzûlî bugünkü dille meâlen şöyle diyor: “Söze can ver ki öldükten sonra o söz seni ebedî diri kılsın.” Burada öncelikle «söze can vermek» tabiri üzerinde durulması gerekir. Söze can vermek; asırlar ötesine ses götürmek, eskilerin ifadesiyle «sihr-i helâl» nev’inden söz söylemek demektir.

Gayet tabiî, söze can vermek şairlerin ve şair ruhlu insanların işidir. Klâsik Türk şiirini tetkik edenler eski şairlerimizin ömürlerini ölümsüz söz söyleme idealine vakfetmiş olduklarını göreceklerdir. Yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan nice unutulmaz mısra ve beyit bu çabaların şahitleridir.

Eskilerin çok güzel ifade ettikleri üzere şiir; cansız mânâ kalıbına lâfız elbisesi giydirilerek taze bir hayat verilmesiyle vücut bulur. Dolayısıyla bu gelenekte şiir âb-ı hayata, şairin şiiri oluştururken sarf ettiği efor da Hazret-i İsa’nın -diriltici özelliğe sahip- nefesine benzetilir:

Dem-i Îsâ gibi izhâr-ı îcâz eyledi nutkum
Hayât-ı tâze verdim kālıb-ı mânâ-yı bî-câna. (Vehbî)

***

Âliyâ şi‘r değil âb-ı hayât ancak bu
Mürdeyi zinde kılar her biri zîbâ sözler. (Âlî)

Bana sorarsanız sözü ölümsüz kılan üç temel öğe vardır: Hüsnübeyan, hakikat ve îcâz. Yani bir hakikat güzel bir şekilde veciz olarak anlatılabilirse o söz kalıcı olur.

Demek ki önce sözümüz doğru olacak. Gerçi Fuzûlî:

Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.

buyurur. Ama Behiştî de:

Her sözünde olsa bin nurlu yalanı şâirin
Setr eder aybın yine hüsn-i beyânı şâirin.

diyor. Görülüyor ki söz yalan olsa bile hüsnübeyan (anlatım güzelliği) onun ayıplarını örtüyor. Bir de doğruların kısa ve özlü olarak (îcâz) güzel bir şekilde (hüsnübeyan) şiire döküldüğünü düşünün… Eminim o mısralar hiçbir zaman unutulmayacaktır.

Bir örnek olarak Mezâkî’nin şu beytini ele alalım:

Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra.

Maalesef, feleğin isteklerimizi karşılamada çok cimri davrandığı doğrudur. Cömertliği tuttuğunda da atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor. Mezâkî herkesin bildiği bu hakikati; vezin, kafiye, redif gibi âhenk unsurlarından da yararlanmak sûretiyle veciz bir şekilde yazıya dökerek ölümsüzleşmesini sağlamıştır.

Az önce işaret ettiğimiz gibi şair ruhlu insanlar da kalıcı söz söyleyebiliyorlar. Bizi bu fikre götüren atasözlerinin oluşumudur. Bilindiği üzere atasözü çeşitli tecrübelerden sonra ulaşılan bir hakikatin belli bir ifade kalıbına dökülmesi sonunda ortaya çıkar. Meselâ: “Sac düzelir hamur biter, geçim düzelir ömür biter.” atasözüne bakalım. Burada çeşitli müşahedelerden sonra ulaşılan bir hakikat var. Şair ruhlu meçhul bir zât bu hakikati -âhenk unsurlarından da yararlanarak- belli bir ifade kalıbına dökmüş ve ölümsüzleştirmiştir. Şu hâlde kalıcı sözlerin başında şiir ve atasözlerinin geldiği söylenebilir.

Sözün kısası, insanoğlu fânîdir. Vakti saati gelince ölümü tadacaktır. Ama ebedî diri kalmak da yine onun elindedir. Nasıl mı? Söze can vererek tabiî… Öyle ise:

Durma, söze can ver, âb-ı hayât içmiş olursun
Ölümsüzlükte Hızr u İlyâs’ı geçmiş olursun.

(Li-müellifihî)