Hâfız Olmak İsteyen Yok mu?

Yard. Doç. Dr. Ali Osman YÜKSEL

Öteden beri, Kamer Sûresi’nde tam dört kez tekrâr eden 17, 22, 32 ve 40’ıncı âyetler dikkatimi çeker.

Bu âyetlerin meallerine bakıp, dördünün de hemen aynı olduğunu gördükçe; «bu mealleri hazırlayanlar, kaynaklarda bir tıpkılık görmüşler ki bunu meallerine yansıtmışlar» diye düşünüp-dururdum. Oysa mânâ, açıklayacağımız üzere daha zengindir.

Üstad Yahyâ Abdurrazzâk Ğavsânî’nin Keyfe Tahfezu’l-Kur’ân el-Kerîm adındaki değerli eserini incelerken muttalî olduğum bilgiler, bu âyetlerle ilgili olarak düşünüp de dile getiremediğim sezgilere tercüman olmuş bulunmaktadır.

Âyet-i kerîmenin meali şöyledir:

“Yemin olsun ki Biz Kur’ân’ı zikr için kolaylaştırdık. Hiç düşünen var mı?”

Bu dört âyette, «li’z-zikri: zikr için» kısmını bu üstad: «Tezekkür», «Hıfz» ve «Fehm» olarak tefsir ediyor:1 Ki aslında her üç yorum da: “Allâh’ı çok çok zikredin.” hükmünün dile, dimâğa ve gönle; bir başka ifadeyle: kalbe, kafaya ve kalıba yansıtılması demektir.

İnsan denen gerçeği oluşturan bu üç kuvvetin işbirliği ve iş bölümü yapmasıyla, Allâh’ı birlikte zikretmeleri ve O’nun kelâmıyla uğraşmanın en mükemmel bir model ve derecesini anlatan bir tefsir olarak gerçekten çok nefis bir yorum değil midir?

Bu takdirde âyetin tefsiri şöyle olur:

“«Yemin olsun ki Biz Kur’ân’ı zikr (hâfızlık) için kolaylaştırdık.» ve onun hâfızı olmak isteyenlere yardım ettik. «Hiç düşünen var mı?» Hiç hâfız olmayı düşünen var mı ki onlara tarafımızdan yardım olunsun?”

Kurtubî, âyete verilen anlamın: “Yemin olsun ki Biz Kur’ân’ı hâfız olunması için hazırladık.” şeklinde olmasının câiz olacağını vurgulamaktadır.2

Celâleyn’in ilk tercih olarak «hâfızlık»la yorumladığı3 ve baktığım yedi adet Türkçe meal ve tefsirden de yalnız H. Basri ÇANTAY’ın dipnota aldığı bu görüşlere4 Zemahşerî ise ikinci plânda yer verir.5

Kurtubî’nin bir yorumu daha vardır ki gerçekten de nefis ve ilginçtir:

“Demek ki Allah Teâlâ Kur’ân’ın içeriğini düşünsünler de ders ve ibret alsınlar diye kitabının ezberlenmesini Müslümanlara kolay kılmıştır. Yani onlar, zikir ihtiyacı duyduklarında bir başkasını değil, Kur’ân’la zikir îcat edebilir ve zikir olarak yalnız Kur’ân’ı kullanabilirler. Öyle ki Kur’ân’ın zikri, okunması onlar üzerinde öyle bir etki yapar ki âdeta onların kendileri Kur’ân olur ve onunla birleşip tek vücut hâline gelirler de fenâ fi’l-Kur’ân olurlar. Hâl böyle olunca zikir ihtiyacını gidermek üzere «Kur’ân’ı okumak sûretiyle anlamak isteyen bir kimse var mıdır?»6

Hâzin el-Bağdâdî (741/1340) ise, meşhur tâbiî Said bin Cübeyr’in bu âyeti şöyle yorumladığını yazıyor:

“Yemin olsun ki Biz Kur’ân’ı hâfız olunması ve okunması için kolay kıldık. Onu hiç hâfız olan, okuyan ve böylece onun vaazlarıyla uslanan var mı?”

Çünkü Allâh’ın kitaplarından Kur’ân’dan başka hiçbirisi, tamamen hâfız olunup ezberden okunabilmiş değildir.

Aynı zamanda bu âyette, Kur’ân öğreniminin çok değerli ve üstün bir iş olduğunu ispatlayan bir teşvik de vardır. Çünkü Allah, kullarından onu öğrenmek ve onunla uğraşmak isteyenlere bunu kolaylaştırdığını bildirmektedir. Hem de bu öyle bir kolaylaştırma ki Arap olsun Acem olsun, küçük olsun büyük olsun, her insan Kur’ân’ı ezberleyebiliyor.7

Hâzin’in çağdaşı Ğırnâtî (741/1340) de onun yorumunu açıkça destekliyor ve şöyle diyor:

“Yemin olsun ki Biz Kur’ân’ı hıfz için kolaylaştırdık. Onu hiç hıfzedip ezberleyen var mı?”

Zira âyetteki bu gerçek, yakından görülerek bilinmektedir. Çünkü günümüzde küçük yaşta çocuklar ve çocukların da ötesinde yaşlı kimseler bile Kur’ân’ı, hem de tamamen ezberleyip hâfız olabilmekte ve ezberden okuyabilmektedirler.8

Hâfızlık gerçekten yaşatılması gereken mühim bir müessesedir. Bu sebeple hâfızlıkla ilgili derlediğim bazı fikir ve yorumları paylaşmak istiyorum:

Kur’ân-ı ezberleyen hâfızlar onun sözlerini saklayan yazı, plâk, sinema filmi, ses bandı ve video kaseti gibi herhangi bir cansız hâfızadan bütünüyle farklı değerlerdir. Çünkü onlar, mekanik hâfızalar ve benzeri şeyler gibi yalnızca cansız simgelerle doldurulmuş değildirler. Onlar özellikle İslâm’ın rûhu ile de yüklüdürler ve onlar, âyet ve sûreler arasındaki gerekli ilişkileri kurup, icap ettiğinde canlı olarak tekrarlayabilen yegâne değerlerimizdirler.

Yaklaşık on dört buçuk yüzyıl boyunca olduğu gibi bundan böyle de yine onlar; “Kur’ân’ın canlı şahitleri” olarak nesillerden nesillere İslâm’ı aktaracaklardır.9

“Fâtiha’dan Nâs Sûresi’ne kadar Kur’ân-ı Kerîm’in bütün sûrelerini ezberlemek demek olan hâfızlık, çok şerefli bir mertebedir. “Sizin hayırlınız Kur’ân’ı öğrenip öğretenlerinizdir.” hadîsine uyularak başlayan hâfızlık, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanından günümüze kadar devam edip gelmiş bulunmaktadır. İşte Peygamber -aleyhisselâm-’ın bu güzel tavsiyesine hemen ve sürekli bir şekilde uyulduğu için, İslâm âleminin her köşesinde Kur’ân ezberleyen hâfızların sayısı günler geçtikçe artmış, eksilmemiştir. Osmanlı Türkleri imparatorluk dönemlerinde hâfızlık çalışmalarına çok büyük önem vermişler ve sırf bu iş için Dâru’l-Huffâz ve Dâru’l-Kurrâ adında özel müesseseler kurmuşlardır. Hâlen Türkiye Türkleri çok şerefli olan bu hizmeti yaptırmaya devam etmektedirler. Sadece bu işin kurumlarının adı: Kur’ân Kursu olarak değiştirilmiştir.”10

“Sonra O Kur’ân’ı kullarımız arasından seçtiklerimize miras kıldık.” (Fâtır, 32)

“Yani ey Muhammed! Sen’den sonra Kur’ân’a, Sana ümmet olan kullarımız arasından seçip beğendiğimiz seçilmiş kulları Kur’ân’a vâris, mâlik ve sahip yaptık.

Bu sûretle Muhammed ümmeti en yüksek ve en seçilmiş, saf ümmet olduğu gibi, onlar içinden de en seçkin olanları Hamele-i Kur’ân (yani hâfız) olarak Peygamber’e vâris olan âlimlerdir.”11

1 Bkz: Ğavsânî, Keyfe Tahfezu’l-Kur’âne’l-Kerim, 23, 1. baskı, Cidde, 1994.

2 Bkz: Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî (671/1273), el-Câmi´u li ahkâmi’l-Kur’ân, Cüz: 17, s. 134, Beyrut, 1966

3 Bkz: Celâleyn (Celâluddîn Muhammed b. Ahmed el-Mehallî-Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî), Kur’ânu’l-Kerim ve Tefsîru’l-İmâmeyni’l-celîleyn, 448, Kâhira, tsz.

4 Meselâ bkz: 1) Ö. R. Doğrul, Tanrı Buyruğu, 4. baskı, İstanbul, 1980; 2) H. B. Çantay, Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, 8. baskı, İstanbul, 1974; 3) S. Ateş, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, Ankara, 1980; 4) A. F. Yavuz, Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Âlîsi, 3. baskı, İstanbul, 1977; 5) C. Yıldırım, Kur’ân-ı Kerim Meâl ve Tefsîri, Tercüman neşriyatı, İstanbul, 1982; 6) B. Sadak, İstanbul, 1989; 7) Ali Özek başkanlığında bir heyet, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meâli, Medine, 1992.

5 Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî (538/1143), el-Keşşâfu ‘an hakâik-ı ğavâmidı’t-Tenzil ve ´uyûni’l-ekâvîli fî vucûhi’t-tevîl, IV, 435, 3. baskı, Beyrut, 1987.

6 Kurtubî, age. ve yer.

7 Bkz: Alâu’ddîn Ali b. Muhammed b. İbrâhîm el-Bağdâdî es-Sûfî el-Hâzin, Mısır, 1317 h.

8 Bkz: Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Cuzeyye el-Kilbî el-Ğırnâtî, Kitâbu’t-teshîl li´ulûmi’t-Tenzîl, (Tah: Muhammed Abdu’l-Mun‘ım el-Yûnusî), Kahire, tarihsiz.

9 Erol ÖZBİLGİN, «Okumak ve Yazmak», 26 Mart 1990 tarihli Zaman Gazetesi, s. 2, sütun 2.

10 Bkz: M. Tayyib OKİÇ, Kur’ân-ı Kerîm’in Üslûbu ve Kırâ‘atı, s. 24-25

11 Bkz: Yazır, Hak Dîni, 5/3993.