Amelim Kabul Edilecek mi?

Hasan Basrî Hazretleri 642’de Medine’de doğdu. Kur’ân’ı on iki yaşında ezberledi. 70’i Bedir gazisi olmak üzere 120 civarında sahâbeyle görüştü. Meşhur sahâbeden Enes bin Mâlik’e bir mesele sorulduğunda, Hasan-ı Basrî’ye de sorulmasını, onun derin ilim sahibi olduğunu söylerdi. Hazret-i Ali’nin halîfe olmasından sonra ailesiyle birlikte Basra’ya yerleşerek, kalan ömrünü burada geçirdi. Bir süre ücret almadan Basra kadılığı yaptıktan sonra istifa ederek, ilimle meşgul oldu. Etkili bir hatip olan Hasan Basrî, belâgatin zirvesine ulaşmıştı. Tâbiînin en faziletlilerinden kabul edilen Hasan Basrî, 728 yılı Ekim’inde (Recep 110) Basra’da vefat etti.

***

Hasan Basrî Hazretleri’ne sordular:

“–Bugün nasıl sabahladınız?”

Şöyle cevap verdi:

“–Dalgalar arasında gemisi parçalanan birini düşünün, onun musibeti benimkinden büyük değildir!”

Tekrar sordular:

“–Sebebi nedir?”

“–Çünkü ben günahlarımı yakînen biliyorum, tâat ve amelimin kabulünden endişe ediyorum. Bilmiyorum onlar kabul mü edilecek, yoksa reddedilip yüzüme mi vurulacak?”

“–Bunu sen mi söylüyorsun?”

“–Niçin söylemeyeyim? Ben birtakım günahlarla meşgulken, Cenâb-ı Hakk’ın beni görmesinden ve tövbe kapılarını kapamak sûretiyle bana gazap etmesinden, affımla arama girerek, işlediğim bütün hayırlı amellerimi hiç işlememiş gibi saymasından beni kim koruyabilir, bu hususta bana kim garanti verebilir?”

ÖNEMLİ OLAN HİZMETTE BULUNMAK!

Fatih’in hocası ve Osmanlı şeyhülislâmı Molla Gûrânî, 1410’da Diyarbakır’da doğdu. İlim hayatına beş yaşında iken başlayan Gûrânî, tahsiline Şam’da devam ettiği eğitimini Kahire’de tamamladı. Sultan II. Murad’ın emri ve Molla Yegân’ın aracılığıyla davet edilerek bir süre müderris olarak hizmet eden Gûrânî, İstanbul’un fatihi Şehzade Mehmed’e (Fatih’e) hoca tayin edildi. Şehzade Mehmed’e fetih fikrini aşılaması ve fetih tamamlanıncaya kadar fikrinin arkasında olması, tarihe kayıt düşülecek bir olaydır. Her gece yatsı namazından sonra Kur’ân okumaya başlar, fecirle hatmederdi. 1488 yılı Ekim’inde, 78 yaşında iken vefat etti.

***

Molla Gûrânî, hocası olması sebebiyle uzun süre Fatih’in çevresinde bulunarak, pek çok toplantıya katılmış, sayısız davete icabet etmişti. Sultan, yine bir toplantı için davet ettiğinde, sofrada nerede oturmayı arzu ettiğini sordurmuştu.

Gûrânî şöyle cevap gönderdi:

“Bize lâyık olan oldur ki; ol meclisde cülus itmeyüb ikâmet-i hıdmet mevkıfında kıyam idevüz.”

Bu söz sultanın çok hoşuna gittiğinden, davete geldiğinde Gûrânî’yi sağına oturttu.

ORADAN MESELE GETİRME!

1808’de Arapkir’de doğan Yusuf Kâmil Paşa, Arapça, Farsça ve sonra da Fransızca öğrendi. Bir süre Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde çalıştı. Mısır’a giderek orada Mehmed Ali Paşa’nın güvenini kazanan paşa, önce Mısır Hazine Kâtipliği’ne, sonra da paşanın Maiyyet Kâtipliği’ne getirildi; kaymakam rütbesiyle mir-livâlığa kadar yükseldi. 1845’te Sultan Abdülmecid tarafından kendisine mîr-i mîran rütbesi verilen Yusuf Kâmil Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın kızı Zeynep Hanım’la evlendi. Padişah fermanıyla 1849’da İstanbul’a gelen paşa, Rumeli Beylerbeyi rütbesiyle Meclis-i Vâlâ üyeliğine atandı, vezir oldu. 1852’de Ticaret Nazırı, 1854’te Tanzimat Meclisi Reisi, 1862’de Sadrazam oldu. 1876’da vefat eden paşa, Üsküdar’da bulunan Zeynep Kâmil Hastanesi’nin bahçesine defnedildi.

***

Rusya’nın İstanbul sefiri General İgnatiyef memleketine giderken, veda için geldiği Yusuf Kâmil Paşa’ya:

“–Efendimize Rusya’dan ne getireyim?” diye sordu.

Yusuf Kâmil Paşa şu cevabı verdi:

“–Oradan bir mesele getirme de, başka bir şey istemem!”

KENDİMİ VEBALDEN KURTARIRIM!

Asıl adı Mustafa olan Kâtip Çelebi 1609 Şubat’ında İstanbul Fatih’te doğdu. On dört yaşına geldiğinde, Anadolu Muhasebesi Kalemi’nde çırak olarak göreve başladı; maliye ve tapu defterlerini tutmakta kullanılan siyakat yazısını öğrendi. 1626’da Bağdat Seferi’ne, 1628’de Erzurum muhasarasına katılan Kâtip Çelebi, 1630’da Hüsrev Paşa’nın maiyyetinde Hemedan ve Bağdat seferlerine iştirak etti. 1635’te IV. Murad’ın Revan Seferi’ne katılarak, savaşla ilgili gözlemlerini «Fezleke» isimli eserinde anlattı. 6 Ekim 1657’de henüz 48 yaşında iken, ânî bir kalp krizi sonucu vefat eden Çelebi’nin kabri Unkapanı İMÇ Blokları arasındadır. Başta Fezleketü’t-Tevârih, Fezleke, Cihannümâ ve Keşfü’z-zünûn olmak üzere yirmiden fazla eser telif etti.

***

Kâtip Çelebi, devlet maliyesini düzeltme çareleri arayan bir heyette görev aldı. Bu konuda hazırladığı bir layihayı (raporu) Dîvân-ı Hümâyun’a sundu. Raporda, bünyedeki bozuklukların sebeplerini ortaya koyup maliyenin düzelme şartlarını anlattı. Layihasında, canlılığını hâlâ koruyan şu sözleri sarf etmekten de çekinmedi:

“Raporumun dikkate alınmayacağını, dediklerimin uygulanmayacağını daha raporu vermeden biliyorum. Fakat yarın kıyâmet günü, Allah bana soracak ve diyecek ki:

«Sen ki memleketin münevver bir insanı idin, neden bu bozuklukları gördün de çarelerini söylemedin, üzerine düşeni yapmadın?»

O zaman ben, bu layihamı gösterip üzerime düşeni yerine getirdiğimi ispat eder, kendimi vebalden kurtarırım.”

YIKILMAZ BİR ÂBİDE MEYDANA GETİRMEK!

«Aşk söyletir en yanık türküleri» diyen ünlü şair Cahit Sıtkı TARANCI, 1910’da Diyarbakır’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph ve Galatasaray Liselerinde yaptı. Yüksek tahsiline Mülkiye Mektebi’nde devam eden şair, şiir iptilâsı yüzünden okulunu bitiremedi. 1938’de Paris’e gitti, Paris radyosunda Türkçe Yayınlar Spikerliği yaptı. II. Dünya Harbi’nin çıkması üzerine ülkesine döndü, Anadolu Ajansı’nda mütercimliğe başladı. «Otuz Beş Yaş» isimli ünlü şiirin şairi, 12 Ekim 1956’da 46 yaşında iken hayata gözlerini yumdu.

***

Yaş ilerliyor… Artık geçti bizden;
Kişi ev-bark edinmeli vakitken,
Gün gelince biz değil miyiz ölen?
Cenazemiz yerde kalmasın dostlar!

mısralarının sahibi Cahit Sıtkı’nın 19 yaşında iken, Diyarbakır’daki anne ve babasına yazdığı mektubunda şu satırlar görülür:

“Hayatta muvaffakiyet yalnız aç kalmamakta değildir. Asıl muvaffakıyet, göçüp gittikten sonra ardında bir eser bırakmaktır. Benim de çizilmiş bir mefkûrem (idealim) var, her şeyden önce, yaşamış olduğuma delil olmak için bir eser meydana getireceğim. Bir şey yapmak, ölmez, yıkılmaz bir âbide meydana getirmek istiyorum.”