Susmak

Hadi ÖNAL

Söylenecek çok şey varken, bunları söylemenin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini anlayıp da sessizliğin sesine kulak vermek midir susmak? Susmak, gelişen olaylara ve durumlara karşı tek kişilik protesto mudur? Yoksa olana bitene râzı olup kabullenmenin, boyun eğmenin değişik bir ifadesi midir?

Bakıyoruz; sözlükler susmayı: «Konuşmamak, konuşmaktan kaçınmak, sükût etmek» olarak tarif etmiş. Tarif böyle de niye susar insanlar? Şimdi ben, susmayı «ses tellerindeki enerjinin tasarrufu» olarak değerlendirsem eminim gülersiniz bana. «Korkunun ikizi» desem dudak büker bazılarınız. «Konuşma ihtiyacı hissetmemektir.» desem o zaman da insan olarak yaratılmanın sebebini sorgulamaya kalkışırsınız.

Bir yanda son zamanların en revaçtaki sloganı: “Susma, sustukça sıra sana gelecek.”

Diğer yanda: “Biliyorsan söyle ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar.”

Yahut: “Çok bilen az konuşur, akıllı olan susar.” şeklinde ne yapmamız gerektiğini öğütleyen sözler. Peki, nasıl kurtulacağız bu ikilemden.

En iyisi: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül râzı değil!” deyip de çekilmek mi köşemize?

Hani bir bilge kişiye sormuşlar:

“–Üstat, bir insanın zeki olup olmadığını nasıl anlarsın?” Tereddütsüz cevap vermiş bilge kişi:

“–Susmasından.”

“–Ya hiç konuşmazsa?” demişler.

“–O kadar akıllı insan yok ki!” deyivermiş bilge kişi. Sahi susalım mı konuşalım mı?

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz ne buyurmuş: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Haydi, çıkın bakalım işin içinden çıkabiliyorsanız.

Ne zaman susar insan?

Konuşulacak konu hakkında söylenecek sözü yoksa susar.

Konuşulanları seviyesiz ve gereksiz buluyorsa susar.

Karşısındaki insanı dinlemek istemiyorsa; korkuyorsa, çekiniyorsa, yanlış yaptıysa, suçluysa, incinmek istenmiyorsa, incitmek, kırmak istemiyorsa susar.

Kimi zaman da sesini duyurmak için susar.

İsyanın en etkili ve en sessiz silâhı olan susmanın süresi de yerine ve önemine göre uzar ya da kısalır; bazen bir duruş, bir soluklanma bazen de mezara kişi ile birlikte gömülen sükût olur.

Susmak, iletişimin kesildiği, güvenin tükendiği, sözün bittiği yerde kelimelere küsmek değildir elbet. Bu sessiz bekleyişte bir vakar vardır. Her susuş bir şeyler anlatır ârif olana. Susmak, avaz avaz bağırmaktan daha etkili bir silâhtır zamanına, zeminine göre. Yüreklerin seviştiği, gözlerin konuştuğu yerde kelimelere zaten ihtiyaç duyulmaz. Susmak, böyle durumlarda ölesiye bir sevgi olur. Kimi zaman da dile getirilmeyen bir öfke.

Sessiz çığlık olarak da nitelendirdiğimiz susma karşısında hüzünler kelepçelenir, arzular zincire vurulur, öfkeler dondurulur. Çaresizlik ya da acının bulutları dolaşırken gözlerde iki damla yaş olur suskunluk ve akar yanaklardan sessizce.

Sessizliğe yelken açmak olan susmak; incitmemek, kırmamak adınaysa elmaslaşır. Ama haksızlığın olduğu yerde susmak, boyun eğmektir zulme, zâlime.

Ne demişti Mehmet Emin YURDAKUL;

Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.

Sus; ama yerine ama zamanına göre. Konuş; ama yerinde ama zamanında.

Unutma ki söylediklerin kadar sustuklarından da sorumlusun.

Yıkacaksan Çalap’ın tahtını, kıracaksan kalbi, inciteceksen yüreği sus! Düğüm düğüm de olsa boğazında söyleyeceklerin.

Dillendireceksen haksızlığı; dikileceksen zulmün, zâlimin karşısına; mazlumun yanında olacaksan konuş! Susma! Haykır, bütün gücünle haksızlığı haksızın yüzüne!