“Biz…” “Siz…”

Aynur TUTKUN

Kazakistan’dan misafirimiz Şolpan’la tanışmamız ve ondan aldığım intibalar bende farklı düşünceler, değişik hisler meydana getirdi.

Komünizmin baskısı altında oluşmuş gelenek ve görenekleri, hayata bakış açıları, dinin hayatlarındaki yeri elbette ki insanı şaşırtıyordu. Her şeye ve bu kadar farklılığa rağmen çok güzel anlaşıyor olmak hârikaydı.

“–Nüfusunuzun yüzde kaçı Müslüman?” diye sordum.

“–50-60…” dedi.

“–Müslüman nüfusun yüzde kaçı örtülü?” dedim.

“–Hiç.” dedi.

“-Örtünmek Kur’ân’da var mı?” dedi.

“-Evet.” dedim.

“–Namaz?..” dedim. Başını salladı.

“–Ramazan geliyor, bizde Ramazan’dan önce düğünler bitirilir.” dedi.

“–Bizde de.” dedim.

“–Ama biz oruç tutmayız.” dedi. Dedelerinden kalma Kur’ân’ı mahfazasının içinde duvarda sakladıklarını söyledi. Gözlerinde hüzün vardı. Belki de ilk defa Müslüman olduğu hâlde dininin icaplarını yerine getirememenin acısını hissetmişti.

Fakat bilmiyordu, öğretilmemişti, meslek, kariyer derken belki de hiç aklına gelmemişti. Etrafında örnek olacak insanlar da yoktu; herkes Müslüman idi fakat uygulamada farklılık yoktu. Yurtdışına çıkması, Türkiye’ye gelmesi belki de zihninde bazı soruların uyanması için bir sebepti. Bu insanlara ulaşmak, onlarla güzel iletişim kurarak onlara güzel örnek olmak gerekiyordu.

Şolpan bilmemekten, bilememekten farklıydı. Anlayış, hoşgörü, empati «biz» olmayı sağlamıştı. Birbirimizi çok sevdik. Kim bilir Kazakistan’da kaç tane Şolpan vardı ulaşılmayı, örnek olmayı bekleyen. Ve kim bilir Türkiye’de kaç tane Şolpan var anlaşılmayı, kabul görmeyi, itilmemeyi, «siz» damgasıyla damgalanmamayı bekleyen.

“Ah!” dedim yapılacak ne çok işimiz var. Sadece çocuklarımıza güzel örnek olmamız gerektiğini düşünürüz çoğu zaman. Oysaki davranışlarımızla, anlayış, hoşgörü, sevgi ve saygımızla yurt içi ve yurt dışında ne kadar çok Şolpanlar var örnek olmamız gereken.

«Biz» halkasını olabildiğince genişleterek kucağımızı açmamız gereken binlerce sözüm ona «siz», «onlar» var. Dinin icaplarını ne kadar az yaşıyor olursa olsun, ne kadar cahil, ne kadar inatçı, ne kadar anlayışsız olursa olsun; «Ne olursan ol, yine gel!» anlayışı içinde güler yüzümüzü esirgemememiz gereken ne kadar çok «biz»den telâkki edilmesi gereken insan var etrafımızda.

Namaz kılıp oruç tutmakla «olduğumuzu», cenneti garantilediğimizi düşünmek ne kadar yanlışsa, aksini yapanların «olmadığını» düşünmek de o kadar yanlıştır oysa.

Tevhidi söyleyen herkes Müslüman’dır ve «biz»dendir. Ve «biz» her zaman ve şartta «biz» olmanın keyfini çıkartmakla yükümlüyüz.

Uygulamadaki farklılıklar bilmemekten, bilememekten olabileceği gibi telâkkilerdeki farklılıklardan da olabilir. Öyle algıladığı için ya da bilmediği, bilemediği için yapmayanlar ya da yanlış yapanlar kınanmalı, «biz» halkasından çıkarılmalı mıdır?

Dini bir bütün olarak algılayanlar ne yazık ki çok fazla değildir. Bu yüzden de dini farklı yorumlayıp farklı uygulayanlar çoktur. Böylelerini «biz» halkasından çıkarmak gibi bir hakkımız yoktur. Çünkü hepimiz aynı din üzerinde kafa yormakta, aynı dine gönül vermekteyiz.

Kendimizden az ya da çok farklı gördüklerimize karşı kanallarımızı kapattığımızda aramızda «Lâ ilâhe illâllah»tan kaynaklanması gereken kardeşliği engellemiş olmuyor muyuz? Sadece kelime-i tevhidi söylüyor olması karşımızdaki insanla iletişime geçmek, onu sevmek ve onu «biz» halkasına dâhil etmek için yeterli bir sebep değil midir?

Bütün Müslümanlar kardeşse birbirimize karşı güler yüz, sempati, empati ve anlayışı eksik bırakmamak gerekmez mi? Olabildiğince güler yüz, sıcaklık ve anlayış gösterdiğimizde, farklı telâkkileri, yanlışları ve eksikliklerinden dolayı insanları «biz» halkasından çıkarmadığımızda işte asıl o zaman «biz» olmanın keyfini çıkartabiliriz. İnsanları yargılamamak, onları sevmek ve anlamak, «biz» olmak aslında ne güzeldir!