Seferler, Zaferler ve Eserler

M.Ali EŞMELİ
Yıllar geçti.

Hiç durmaksızın seneler aktı.

Yollarda koşturanlar, asılı levhalara göre gaza yüklendi. Levhalar, herkesi gideceği yöne doğru yönlendirdi.

Bazen rüzgârlar esti, fırtınalar cirit attı, hortumlar tozu dumana kattı. Levhaların yeri değişmeye başladı. Kuzeyle güney, doğuyla batı karıştı. İyiyle kötü karıştı. Cennetle cehennem karıştı. Yolcuların çoğu bu duruma bakmadan hedeflerine doğru yine levhalara göre yarıştı, yarıştı. Ancak dere-tepe düz gitseler de, varacakları yere uzak düştüler.

Durumu sezerek ufka bakan gözler, levhaların ötesini gören ve gösteren bir güneş oldu, hilâl oldu. Karanlıkları deldi. Kılıcı da, kalemi de gönlü de zaferden zafere koşturacak olan kızılelmaları gördü. Gösterdi. Tarih boyu Türk milleti hep böyle şahlandı. Gönüldeki çınarların kızılelmaları; yemyeşil ovalar, zümrüt başarılar kazandırdı.

Anadolu kızılelmaydı, vatanımız oldu.

İstanbul kızılelmaydı, kudret, ilim, fikir ve sanat tâcımız oldu.

Balkanlar kızılelmaydı, serhaddimizin dermanı oldu.

Hicaz kızılelmaydı, sâyemiz oldu.

Kıt’alar kızılelmaydı, emrimize âmâde oldu.

Düşmanı dize getirmek kızılelmaydı, üzengilerimizi öptüler.

Kızılelma, zaferin/zaferlerin sırrı.

Bu sır, muvaffak olmada en temel şart. Zafer ki, ancak onun sırrını idrak edip gereğince ter dökebilenlerin ulaştığı netice. Tarihî tecrübelerin dediği gibi:

«Lâfla peynir gemisi yüzmez.»

Gönülden göz göz coşup taşan ideal ve gayret pınarları, alınlardan sel gibi akmalı.

O zaman başarıların önüne set çeken aşılmaz dağlar bile dümdüz yollara döner. Yeter ki azimler o idealde olsun. Yeter ki kızılelmalar çürük elmalar olmasın. Yeter ki Malazgirt ile birlikte Anadolu’muzu aydınlatan muhteşem parıltı; aşkımızı, coşkumuzu, ideallerimizi, fikirlerimizi ve gayretlerimizi beslesin. Yeter ki haşre dek o parıltı içinde yaşayalım. O parıltıyı «Malazgirt’in İlk Işıkları» başlığıyla değerli şairimiz Memduh CUMHUR, mısralara şöyle yansıtmakta:
Bir şafak vakti ordular coşarak
Çıktılar Orta Asya’dan sefere
Yüce dağlardan atlayıp koşarak
Doludizgin ulaştılar zafere
Bir vatan bahşeden o kutlu zafer
Bizi sevkeylemişti çok seneler
Nice uçsuz bucaksız ülkelere

Elde tuğlarla toplanıp yer yer
Altın oklarla nurlu yaylarla
Tâ ezelden hazırlanan erler
Gittiler haftalarla aylarla
Bir seher vakti türkü dinlemeden
Kızılırmak’ta hiç serinlemeden
Yedi kat Arş’a dek alaylarla

O kılıçlar ki girmemiş kınına
Kaç asır ihtişamlı hâliyle
Bayrak olmuş şehitlerin kanına
Gökler akseyleyip hilâliyle
Kaldırıp şâha şimşek atlarını
O sabah açtılar kanatlarını
Zümrüt İstanbul’un hayâliyle

Zaferin gördük ihtişâmında
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını
Her zafer bir vatan merâmında
O zaferler ki beklemez yarını
Bir vatan bahşeden zaferle hürüz
Vatan ufkunda haşre dek görürüz
Biz Malazgirt’in ilk ışıklarını

Malazgirt ve onun gibi büyük nice zaferlerimiz ve onları mümkün kılan kızılelmalarımız, bugün tarihin en şanlı, ihtişamlı ve müstesna sayfalarını doldurmakta. Onları dillendirirken insanın kanı kaynıyor elbette. Fakat mühim olan, onları sadece hamasî duygular etrafında ele almak değil. Bilâkis güçlü bir muhasebeye vesile kılmak. Çünkü dedelerimizin dünkü gayretleri ile bugünler nasıl şekillendiyse, yarınlar da bizim bugünkü gayretlerimiz ile şekillenecektir. O hâlde sormalı:

Bu zemin boş; yedi kat gökte yerin var mı gönül?
Sana âit yücelikten haberin var mı gönül?

Cüceler koşmada gündüz gece yıldız yıldız,
Daha engin iki üç damla terin var mı gönül?

İftihâr et düne baktıkça, fakat şimdiyi gör,
Yine târih yazacak bir hünerin var mı gönül?

Onca baş tâcı eser, ceddini yâd ettiriyor,
Seni yâd ettirecek bir eserin var mı gönül?

Ulu Peygamber’e uygun mu hayâtın, sıfatın?
Düşmanın methine şâyan değerin var mı gönül?

Kör karanlıkta kalan tâze gözün beklediği,
Nûru aydan daha parlak kamerin var mı gönül?

Kuruyan yeryüzü gökten su için ağlarken,
Seni deryâ edecek bir kederin var mı gönül?

Kötülükler o kadar çok ki, cihan mahvoluyor,
İyilikten yana sağlam siperin var mı gönül?

Yere düşmüş ezilen bir sürü mazlûmu görüp
Istırap paylaşacak bir ciğerin var mı gönül?

Nerde senden yedi iklîme esen bâd-ı sabâ?
Kıt’adan kıt’aya hâlâ seferin var mı gönül? [Seyrî]

Tabiî bu suallere cevap olarak; «Var!» diyebilmemiz için iç dünyamızdaki mücadeleyi kazanmış olmamız lâzım. Şahsiyetinin özünü Süleymaniye gibi sağlam kurabilmiş olanlar, o âbide gibi dimdik ayakta kalır, sonsuzlaşırlar.

Bunun için yine sormalı:

Dışta her fethe anahtar olacak kıymette
İçte rûhen kazanılmış zaferin var mı gönül?

Sözde sultân olanın yeller eser tahtında,
Özde sultanlığa tâcın, kemerin var mı gönül?..

Evde bir başka hesap, çarşıda bir başka hesap;
Son terâzîde biraz mûteberin var mı gönül?

Bütün her şey netice itibarıyla son terazide biraz mûteberimizin olması değil mi? Bütün adımların ve ufukların açıldığı son kapı o değil mi? O hâlde en büyük zafer oradaki. Yani son istikbâldeki. Öyleyse o ânı ve o anki zaferi veya hezimeti bir ömür merak etmeli ve hayatı ona göre yaşamalı.

Aslında;

Herkes geleceği okumaya çalışır. Geleceğin meraklısı olmayan yok gibidir. Bu sebeple gelecek âdeta uçsuz bucaksız bir meçhulmüş gibi türlü türlü yorumlar yapılır. Hele içine esrarengizlik de katılırsa müstakbeller, daha bir meçhûle gömülür. Hatalı bir yaklaşım bu! Boş iş!

Çünkü gelecekler, gidişatın neticesi.

Eğer gidişat belliyse gelecek olan da belli demektir. Bugün Çarşamba’ysa yarın Perşembe’dir. Bugün ne ektinse yarın onu biçersin. Küpe bal koydunsa ondan bal alırsın, zehir doldurduysan zehir içersin. Yatarsan kaybedersin, çalışırsan kazanırsın.

Allah ne buyuruyor:

“İnsanın elde edeceği şey, ancak gayretinin neticesidir!” (Necm, 39)

Çünkü boş hayaller, dolu gerçeklere kapı açmaz. O kapıları açan, ancak gayret anahtarlarıdır. Yerinde gayretleri tetikleyen de doğru gayelerdir, hedeflerdir, kızılelmalardır.

Dünün kızılelmaları, bize ardından zaferlerle lebâleb şanlı bir tarih bıraktı. Bugünün kızılelmaları ne? Yoksa onlar da, zamanenin çürük armutları yüzünden gözden düştü de talipleri kalmadı mı? Yoksa o muhteşem kızılelmalar; basit, âdî, çürük ve hormonlu elmalarla yer mi değiştirdi? Ne diyelim:

Nefse uyduk, iki günlük geçerinden dolayı,
Rûhu boğduk, acı gerçek haberinden dolayı…

Görmedik, huylu küheylan ne yamaçlarda koşar,
Deli at düzde tökezler, eyerinden dolayı…

Bu ne gaflet ki, kınarken kaba mahlûkâtı,
Oldu insandaki güç, pençelerinden dolayı…

Ayak altında perîşân iyilikler nicedir,
Başta zıplar kötülükler, zaferinden dolayı…

Yine biz hırs ile dünyâyı yeriz iştahla,
Ağlarız sonra tuzundan, şekerinden dolayı…
[Seyrî]

Bütün bu telâşlar içerisinde insan, neleri unutmuyor ki! Şair de çaresiz tekrar hatırlatmak mecburiyetinde kalıyor:

Sultan olmak dilersen, tâcı, sorgucu unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut! [NFK]

O zaferi kazanmak için gece gündüz;

Koşalım hiç erişilmez sanılan zirvelere,
Erelim göklere has yerde zaferden zafere… [Seyrî]

Bizi fatihlerin ardınca dünyada da âhirette de şanla yürütecek yüce bir sefer, muhteşem bir zafer ve mükemmel bir eser için tekrar soralım:

Nerde senden yedi iklîme esen bâd-ı sabâ?
Kıt’adan kıt’aya hâlâ seferin var mı gönül?
…..
Dışta her fethe anahtar olacak kıymette
İçte rûhen kazanılmış zaferin var mı gönül?
…..
Onca baş tâcı eser, ceddini yâd ettiriyor,
Seni yâd ettirecek bir eserin var mı gönül?

Milleti millet, vatanı vatan yapan bu üçü değil mi:

Seferler, zaferler ve eserler…